YUAKE
Kurumuş gözlerini açtığında, kirpikleri neredeyse birbirine yapışmıştı. Güneş ışıkları ağaçların arasından süzülüyor, yemyeşil ormanı aydınlatıyordu.
Kalçası üzerinde doğrularak sırtını çıtlattı; kaburgalarının üzerindeki iki yarığın içine girmiş topraklar yavaşça yere döküldü.
“Günaydın Hin-“
Yalnız olduğunu hatırlamanın hissini zihninden söküp attı ve alt tarafını örten ince kumaşı çimenlere bırakarak nehre girdi. Su o kadar soğuktu ki vücudunun en derinliklerine kadar ferahlamıştı. Kafasını suya daldırdı ve akıntının saçlarını okşamasına izin verdi.
Su, ona yabancı olan tüm hisleri zihninden alıp götürüyor; bedenine değen balıkların pürüzlü derileri hafif bir kayganlık hissi bırakıyordu.
Bazen sadece burada kalmak, kaderinden kaçmak, sonsuzluğun içinde kaybolmak istiyordu. Ama ne zaman bunları düşünecek olsa, aklında nedensizce Hinode’nin çocuksu yüzü beliriyor, onu bu bir anlık hayali dünyasından çekip alıyordu.
Üşümeye başladığında nehirden çıktı, saçlarını sıktı, su damlaları vücudundan iyice süzülünce de ince kumaşı beline doladı. Akarsuyun yamacına doğru tırmanırken yemyeşil çimenler neredeyse dizlerine kadar geliyor, bacaklarını gıdıklıyordu. Akarsuyun sesi git gide daha da netleşiyor, rüzgârla etrafa saçılan su damlaları vücudunu yeniden ıslatıyordu.
Su iyice şiddetlendiğinde başında durup ayaklarını suya soktu, az öncekinden biraz daha soğuktu. Rüzgar, ıslanmış kulaklarının arasından geçerek uğulduyor, göz kapaklarını okşuyordu.
Bir kez bile bana, ne yaptığımı, nereye gittiğimi sormadı, diye düşündü. Başını hafifçe öne eğdi, boynundan gelen çıtırtıları duyabiliyordu. Nerede olduğumu hiç merak etmedi mi yani?
Sırtındaki yarıklardan gelen saydam sıvı beline doğru aktı, güneşin ışıklarıyla kristalleşen sıvı yavaşça sertleşti ve bir çift kanat oluşturdu.
Onun gözlerinde bu kadar değersiz miydi? O’na deli gibi sarılmak, tutunmak İsterken, Hinode’nin, kendi gözlerine bile bakamayan duygusuz bakışları karşısında, kendini git gide daha güçsüz hissediyordu.
Soğuk parmak uçlarını göğsünde gezdirdi. Göğsünün her hareketiyle parmakları sızlıyordu. O’na bu kadar yabancı gelen bir duygu, aynı anda o kadar çok canını yakıyordu ki, bütün bu hislerini silip atmak istiyordu.
Yuake kanatlarını havalandırmak için kendini tepeden aşağıya bıraktığında bütün o hislerinin bedenini nasıl yaktığını bir anlığına da olsa unuttu.
***
HINODE
Hinode aklındaki düşünceleri silebilmek için bildiği tüm berbat şarkıları mırıldanıyordu.
Olmuyor. Ellerini kafasına vurarak birkaç tutam saç çekti. Yuake’nin her istediğinde çekip gitmesi artık sinirine dokunuyordu. Onu özlediğinden olmadığına emindi, ruhani bölgeyi ona böylece bırakabilmesinden nefret ediyordu. Her şeyi kendi başına kontrol edemezdi ki!
Hem, nereye gidiyordu? Yıllardır kendisi hakkında en ufak ayrıntıyı bile öğrenmiş olan kişi ile ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. Neleri sevip sevmediğini, geçmişini, görevden önceki hayatını bilmiyordu. Nasıl oluyor da bütün ruhu o’nun ile yanıp tutuşabiliyordu?
Yumruklarını sıktı.
Kanatların havada süzülüş sesini duyunca ürperdi. İki çıplak bacak tam yanına hafifçe kondu, ıslanmışlardı.
“Günaydın.” Yuake kocaman bir sırıtışla ensesini kaşıyordu.
Hinode buna artık dayanamayacaktı. Çoktandır soyuk olan dudaklarına dişlerini batırdı.
“Beni özledin mi?”
Benimle dalga geçme artık.
Yuake kendi kendine konuşurken Hinode’nin elleri hafifçe kanamaya başlamıştı. Söylediği her sözcük kulağına uğultu gibi geliyor, onu ürpertiyordu.
“İlginç bir şey oldu mu---”
Hinode ne yaptığını fark edemeden kızarmış elleriyle Yuake’nin omuzlarına asıldı; bir yandan onu sarsıyor, bir yandan gözlerinin sulandığını hissedebiliyordu.
“Kaç lanet senedir birlikteyiz ve nerede olduğunu bile bilmeye hakkım yok mu yani!”
“Hinode-”
“Her seferinde hiçbir şey demeden çekip gidiyorsun. Hiç merak etmiyor muyum sanıyorsun? Acaba bu sefer kaç gün onu bekleyeceğim diye düşünmüyor muyum sanıyorsun?”
Gözlerindeki ıslaklık sonunda yanağına doğru süzüldü. Ne yaptığının farkına vardığında bütün vücudunun utançtan kızarmış olduğunu biliyordu.
Yine de, içinde çarpan o küçük mutluluğu hissedebiliyordu. İlk kez, diye düşündü. Belki de ilk kez o’na hislerimi ulaştırabileceğim.
Yuake birdenbire Hinode’nin bileklerini yakaladı ve vücudunu kendine doğru çekti. Kollarının arasında vücudunun nasıl titrediğini hissedebiliyordu.
Hinode, göğsünde hızlıca çarpan kalbin kime ait olduğunu seçemiyordu. O kadar ani olmuştu ki, bir anlığına gözleri kararmış, nerede olduğunu unutmuştu. Bedeni uyuşmuş, bacakları onu neredeyse taşıyamayacak hale gelmişti.
Başını yavaşça Yuake’nin omzuna yasladı, dudakları sıcak teniyle kavruluyor gibiydi.
Hinode kollarını Yuake’nin boynunda ürkekçe birleştirdiğinde birbirlerine o kadar yakınlardı ki kalbinin atışlarının duyulmaması için dua ediyordu.
Zamanın hiç bu kadar uzun geçmesini isteyeceğini düşünmemişti Hinode.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İplikleri
RomanceBirbirlerinin ruhları arasında sıkışıp kalan, kaderin iplikleriyle düğümlenen iki meleğin hikâyesi.