Uzun bir süre ara verdiğim için özür dileyerek yeni bölümü paylaşıyorum, umarım beklentileri karşılayacak bir dönüş olur!
~~
HINODE
Yuake’nin her kanat vuruşunda sırtında oluşan izlere baktıkça midesine kramplar giriyordu. Sakinleş. Yumruklarıyla garip sesler çıkaran karnına vurdu. Kendine hâkim ol.
Havadaki küf kokusu bulantısını iyice şiddetlendirdi; ayrıca ruhların sesleri onu feci korkutmuştu. Yuake ise sanki o orada değilmiş gibi davranıyordu.
Aptal, diye düşündü. Beni birazcık umursasan ölür müsün sanki?
Yukarıya doğru çıktıkça etraf daha da kararır olmuştu, gecenin siyah gölgesinin ardında Yuake’nin süt beyazı vücudu adeta karanlığı yarıyordu. Kalbini dolduran hisleri Hinode’ye eziyet etmeye başlamıştı.
Dudaklarını deli gibi yerken önünde aniden duran Yuake’ye toslayınca, ön dişleri dudaklarına sertçe girip dilinde ekşi bir tat bıraktı.
Hinode, gecenin kendini beyaz bir ışığa bıraktığını fark edememişti, gözleri sadece az önce çarptığı güzel, kaslı sırtı görüyordu. Hafif çıkık kürek kemikleri ve sırttan aşağıya doğru hafifçe inen ince çizgiyi gördükçe, Hinode’nin vücudu garip bir haz ile doluyordu. Bu insani duyguyu bastırabilmek için ne kadar uğraşırsa, o kadar terliyordu.
Hinode soğuk parmakların sırtına dokunduğunu hissedince kendine geldi. Gözlerini buğulu bir cam gibi kaplayan tabaka çözüldü ve ayaklarının altındaki manzara nefesini kesti.
O kadar yüksekteydiler ki, etraflarını çevreleyen çayırın neredeyse her bir bölgesi görülüyordu. Simsiyah gecenin ortasında asılı duran devasa dolunay, bütün bitkilerin üzerini çarşaf gibi sarmalamıştı. Tepelerin derinliklerinden gelen çeşitli çiçeklerin kokuları serin ama hafif olan rüzgârın etkisiyle dans ediyor, Hinode’nin burnunu okşuyordu. Ağaçların arasından geçerek kırılan ay ışığı etrafı daha da güzel kılmıştı.
Yuake doğrudan Hinode’nin soğuktan pembeleşmiş yüzüne bakıyor, besbelli düşüncelerini okumaya çalışıyordu.
“Muhteşem,” diyebildi sadece Hinode.
O’na bakan, ayın büyük bir yuvarlak halinde yansıdığı gözleri fark edince yüzünü hemen başka yöne çevirdi. Gecenin serinliği bile üzerindeki teri atamamıştı.
“O halde buna bayılacaksın.”
Yuake, birdenbire Hinode’nin elini tutarak hızlıca aşağı süzüldü. Hinode, sıcacık ellerin içinde hapsolan parmaklarına baktı. Avuçları sıcacıktı, ancak Hinode’nin eline zarifçe kenetlenen parmak uçları buz soğuğuydu.
Kalbi bütün vücudunda atıyordu şimdi.
Tepenin derinliklerine doğru inerlerken etrafta gürültülü su sesleri yankılanıyordu. Yuake onu öyle hızlı çekiyordu ki kanatlarına birkaç ağaç yaprağı takılmıştı. Canını yakıyordu ama nedense tatlı bir histi.
Ayakları yere değdiğinde eli hâlâ Yuake’nin avuçlarındaydı. Uzun yeşil çimenler ayak parmaklarının arasından geçiyor, o’nu gıdıklıyordu; parmaklarından koluna yayılan karıncalanma ise omuzlarından aşağıya inmeye başlamıştı.
Yuake, kendisine dikilmiş gözleri görünce elini savurarak çekti.
“Ne diye kızarıyorsun?” Yuake gözlerini Hinode’nin açıkça kızarık kulaklarına doğrultmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İplikleri
RomanceBirbirlerinin ruhları arasında sıkışıp kalan, kaderin iplikleriyle düğümlenen iki meleğin hikâyesi.