3. Bölüm

174 20 6
                                    

HINODE

Bedeni, Yuake’nin sıcak vücudunun arasından ayrılınca korkunç bir üşüme hissi ile kaplandı. Yine de içindeki bu anlaşılmaz duygu tüm vücudunu ateş içinde bırakmıştı.

Yuake ellerini Hinode’nin omuzlarından kaldırmadı, soğuk parmak uçları boynuna değiyordu. O’na öyle güzel bakıyordu ki, Hinode gözlerini dahi kaçıramıyordu.

Yuake gülümsedi; Hinode hafifçe çıkan elmacık kemikleriyle beraber kısılan gözlerini gördüğünde, bir insan vücuduna sahip olsaydı kalp krizinden öleceğine yemin edebilirdi.

“Merak edeceğini hiç düşünmemiştim,” dedi yüzü hafifçe pembeleşerek. “Eğer istersen…”

Hinode, karşısındaki kızarık yüze daha da, daha da yaklaşmak istiyordu.

“Eğer istersen birlikte de gidebiliriz.”

Yıllar boyunca aynı yerde yalnız başlarına kalmalarına rağmen; hiç bilmediği bir yere Yuake ile baş başa gitme fikri bütün vücudunu ürpertmişti. Karıncalanmaya başlayan parmaklarını sırtında buluşturdu ve ellerini sessizce birbirine vurdu.

 “Ya ruhani bölge?” Hinode deli gibi gitmek istemesine rağmen bir yandan da geri adım atıyordu. “Görevimizi bıraktığımız öğrenilirse-”

“İnsanlar iki melek olmadan bir güncük idare edebilir.” Yuake ellerini Hinode’nin omuzlarından çekti ve gülümsedi. “Hem, onca melek arasında, bizim yokluğumuzun fark edilmesi çok garip olurdu, değil mi?”

Hinode kulağına fısıldayan olumsuz düşünceleri bir kenara fırlattı ve yıllarca istediği şansı yakalamanın sevinciyle başını salladı.

“Yarın gece yarısında, kader bağlarının en güvende oldukları zaman.”

Yuake sırıtarak ruhani bölgenin önüne oturdu, ayak parmaklarıyla sıvıyı hareketlendirdi. Yarım küre şeklindeki saydam ruhani bölge, insanların kaderleriyle beraber bir kez daha kırmızı bir hal aldı.

“Peki,” dedi Yuake. Gözleri yavaşça uzaklara dalıyordu. “Gece yarısında.”

***

Hinode Yuake’ye söylediği sözleri düşündükçe, midesine kramplar giriyordu. Kendini o kadar kaptırmıştı ki, artık bastıramadığı duyguları vücudunun her zerresinden çıkmaya, bedenine baskı yapmaya başlamıştı.

Gözleri saatlerce aynı yere bakmaktan uyuşup kurumuştu; yanına bakmaya korkuyor, çekiniyordu. Kızarık yüzünü kollarının arasına gömdü, kolları da yüzü gibi alev alevdi.

Derince nefes aldı. Gidecekleri yeri bir türlü kafasından atamıyor, durmadan çeşitli mekânların hayallerini kuruyordu. Ama en çok da Yuake’nin buz rengi gözlerini Ayın soğuk ışığında görebilmeyi diliyordu.

Zaman çok yavaş geçiyordu. Ruhani bölgenin arkasında yansıyan öğlen güneşi bir türlü inmek bilmiyordu. Yine de akşam vakti yaklaştıkça, git gide daha da huzursuzlanmaya başlamıştı. Tırnaklarının morlaşmaya başladığını hissedebiliyordu.

Oraya gittiğimiz de ne yapacağım, diye düşündü. Ne konuşacağım? Neden burayı merak ettiğimi sorarsa ne diyeceğim?

Nereye gittiğini bilmenin hakkı olduğunu söylediğini hatırladığında yüzü ekşidi.

“Bu ne surat böyle?”

Hinode sessizliğin aniden bozulmasıyla yerinden oynadı. Saatlerdir sakinleştirmeye çalıştığı kalbi yine deli gibi çarpmaya başlamıştı.

“Gitmek istemiyorsan-”

“İstiyorum.”

Yuake parmaklarıyla Hinode’nin yanağını hafifçe sıktı. “O halde gülümse biraz.” Hinode yanaklarında oluşan kızarıklığın kime ait olduğunu anlayamıyordu.  “Geceye az kaldı.”

YUAKE

Yuake neler dediğini fark ettiğinde kendine yumruk atmak istedi. Az önce Hinode’nin yüzüne dokunan iki parmağını sinirle çıtlattı.

Bedeni o’ndan ayrı hareket ediyor gibiydi, dediklerini dahi anlayamıyordu. Bu hisler neyin nesiydi? Kendi elleriyle ittiği bu duygu, onu yavaş yavaş boğmaya başlamıştı.

Arkadaşlık, diye düşündü. Aynı sözcüğü tekrar tekrar dolaştırdı zihninde. Eskiden o’nu az da olsa rahatlatan bu kelimenin gücü azalmış gibiydi. Ruhu çığlık çığlığa ötesi yok, diye bağırıyordu. Bu dünyada “ötesi” diye bir şey yok.

İçten içe yalanladığı bu duygunun varlığı artık kendini yüzeye çıkarmaya başlamışken, Yuake kendini git gide daha da yalnız hissediyordu.

Kafası o kadar karışmış, içindeki tüm hisler birbirlerine öyle bulanmışlardı ki yapacağı şeyleri seçemiyordu. Az önce yanaklarına dokunacak kadar cüretkâr olan bedeni, şimdi o’nu düşününce bile üşüyor, titriyordu.

Ruhani bölge yavaş yavaş kararırken Yuake’nin kalbi duracak gibiydi. Hinode’nin neler hissettiğini merak ediyordu; o’nu hep beklediğini söylemişti. Ne demek istediğini anlayamıyordu; beklemek sözcüğünün ardında ne olduğunu düşünmek bile çocuksu bir heyecanla dolmasına neden oluyordu.

İç çekti.

Olamayacak şeyleri hayal etmek, diye düşündü. Hiç bana göre değil.

***

Ruhani sıvıdan dolunayın parıltısı görülebiliyordu; ay, artık dünyanın en tepesindeydi. Gece yarısı.

Yuake ciğerleri patlayacak gibi olana dek nefes aldı ve ayakları üzerinde doğruldu. “Gidelim mi?” Elini Hinode’ye doğru uzattı. Karşısında duran zarif gülümseyiş neredeyse elini titretiyordu.

Avucundaki soğuk eli kendine doğru çekti.

Hinode iyice gerindi ve sırtını öne doğru hafifçe eğdi. Kaburgalarının üzerindeki iki yarıktan akan saydam sıvı yerleri ıslattı.

Yuake Hinode’nin kanatlarını seviyordu; aşağıya doğru kıvrımlı inen yarı saydam kanatlar, sıvısının uçlarına doğru eflatuni bir renge bürünüyordu.

Yuake birkaç adım uzaklaştı ve sertleşen kanatlarıyla gerindi. Hinode’ye baktı, o da o’na bakıyordu.

Gözü ellerine kaydı. Elini tutmalı mıyım?

Kızardığını anladığı an yüzünü ters tarafa çevirdi. O’nu tutmama gerek yok, sanki takip edemezmiş gibi.

Yukarıya doğru sıçradı, kanatlar havayı yarıp geçiyordu.

Geceleyin Tanrılar Katı oldukça ürkütücüydü. Dolunay geceleri ölü ruhlar melekler tarafından serbest bırakılır ve ruhlar, doyana kadar ay ışığıyla beslenirdi. Etrafa sis ile beraber garip bir küf kokusu yayılmıştı.

Yuake, aralarında oluşan tatsız gerginliği hissedebiliyordu. O’na dönüp sarılma isteği içini kemiriyordu, Hinode’nin yüzünü gördüğü an kendini kaybedeceğini anlaması çok sürmemişti.

Yol boyunca, kendini tutabilmek adına, arkasına bir kere bile dönüp bakmadı.

Kaderin Kırmızı İplikleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin