2. bölüm

3.6K 230 16
                                    

Gizli grubumuzda 7 bölüm gelmiştir

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Gizli grubumuzda 7 bölüm gelmiştir. 

2. BÖLÜM

Selanik yakınları, 1800 yıllar...
Kapılarının üzerindeki altın Cihaner'in uğursuz armaları ihtiyatla boyanmış şekilde siyah seyahat aracının üzerinde parlarken, eşsiz bir mücevheri saklayan kutu görünümündeki araç ona bir zengin mezarını andırıyordu. Ablasının cenazesini taşıyan bir tabut. Giriş yolundan ayrılarak Selanik Limanına doğru ilerlerken, henüz doğmaya başlayan güneş gri bulutlara kafa tutarcasına pırıl pırıl parlıyordu.
Gösterişli üniformasını gözlerine sıkan sürücüsü, arabanın arkasına sıkıca tutunmuş bir örnek siyah giysili iki seyis, arabaya koşulmuş simsiyah atlarla bu araçta sahibinin kötü namını ve görgüsüzlüğünü ayan açığa dile vuruyordu. Kaliteli kadifelerin, değerli el işçiliğinin içinde dururken bile, içinde midesini bulandıran bir ağrıyla cebelleşiyordu. Kaygılarıyla ve korkularıyla yola koyulurken Ada, geçmişte anlatıları zihninden silmek için kendisiyle savaş veriyordu. Teyzesinin henüz blue erdiği dönemden beri mütemadiyen bir işkence olduğunu belli ettiği evliliğe ablasını kurban vermek istemiyordu. Kadınların sırf erkekleri mutlu etmek için işkence çektiklerini, onlar zevk içinde solurken ağladıklarını, hatta canlarının yandıklarını anlatmaktan hiçbir zaman çekinmemişti. O ne zaman evlilik çağına geldiklerini beyan etse Ada'nın tüm tüyleri diken keser ve canını yakardı. Hiçbir erkeği kendi canının yanması pahasına mutlu etmeyecekti. Hiç zaman onların esiri olmayacak, kölesi gibi işkencelerine sessiz kalmayacaktı. Kendisi olmadığı gibi sessiz ablasının da bu işkenceye tabi tutulmasına fırsat vermeyecekti. Teyzesi o ifadesiz sert yüzüyle sessizce otururken, annesi ve babası meydanın sonuna varan sokaklara dalgınca bakıyor, yeni keşfedilen aşk ve heyecanla dolu bir dünyaya doğru ilerlediklerini düşünerek mutlu oluyorlardı.
İngiliz sömürgesinden kurtulamadıkları, Yunanlıların hak iddia ederek onları sürgün etmeye zorladıkları, henüz 13'ne girmiş kızların gelin edildikleri bir çağdı bu zamanlar. Köleliğin meşru kılındığı, erkeklerin kadınları sebep gözetmeksizin boşayabildiği ama kadınların bin türlü sebeple bile boşayamadığı, hala ecnebi kızların istemi dışında haremlere alınması, köleliğin devam etmesi ve kumalığın normal karşılandığı bu dönemde, Ada bilmem kaçıncı kez olduğu gibi yine iç gererek seslice pofladı. Aslında Osmanlı devletinin görkemli kanatları altına giren zengin takımının kadınlarının, bir çok ecnebi ülkesindeki kadınlardan bile söz hakkı olduğu gibi bir gerçek vardı, ama saray eşrafında olmayan ve biraz daha geliri düşük insanların kadınları her zamanki gibi susmaya mahkum ediliyordu. Genç kız sessizce ağlayan ablasının eline uzandı. Nehir içini çekerek kızarmış mavi gözlerini, ona benzeyen yüze ama bakışlarıyla alakası olmayan safir gözlere çevirirken, koşum takımları büyük bir sesle şıngırdadı. Parke taş sokaklara çarpan demir nallar kızın beynini ezercesine kafasının içinde çınlıyor, hıçkırıklarının sesini bastırıyordu.
Keşke araca bindiklerinde beyin üstü yere çakılsaydı ve bir süre daha gidemeseydiler. Tehlikeli bir şekilde pencereden dışarı sarkmıştı oysa, içinden taşan garip bir korkuyla geriye bakmayı başarırken yüreği daralmıştı. Araba meydanın sonuna ulaşıp gözden kaybolana kadar geride kalan eve coşkulu öpücükler göndermeye devam etti hüzünlü gözleri, keza sanki bu evi artık son görüşü gibi saçma bir his içine işlemişti.
Camın buğusunu silerek sisli şehrin yalnız sokaklarına baktı. Boşluk. Hepsi bu kadardı. Görülecek başka bir şey yoktu. Nemli ve yağmurlu olan mevsimin ortasında kendini gösterme lütfunda bulunan nazlı güneş bile sanki korkuyormuşçasına doğmaya, bir bulutun arkasına çekilmişti. Kaderleri böyle kasvetli mi olacaktı yoksa? Teyzesinin anlattığı gibi, onları alan yobazlıklarına dayanamayıp işkence ederek gebertecek miydi?
Ve araç keskin bir sarsıntıyla durduğunda, o ana kadar sessiz olan babası annesine sert ve otoriter bir bakış atarak "Biraz hava alacağım." Diyerek aracın çatısını yumruklayarak, ineceğini seyise haber verdi. Bir gerginlik nüksetti aracın içine ve bu Ada'nın gözünden kaçmadı. Kapı açıldığında içeri süzülen serin hala kızların yüzünü okşarken, ne yapacağını bilemeyen Mahinur Hanım... dadıları ve aynı anda dul teyzeleri olan Çağnur Hanım dişlerini sıkarak, dudaklarını ısırıp durdu. Yerlerinden milim kıpırdamayan ikizler sessizce bir teyzelerine, bir de gerginlikten kopacak gibi duran annelerine baktı. Mahinur Hanım bacısını aba altından dürterek konuya ittirirken, kendisi geri planda kalarak diğer konuya adapte olmaya karar verdi.
Her zamanki otoriter tavrını ve ketum ifadesini koruyan Çağnur Hanım boğazını temizleyerek asil çenesini havalandırdı. Siyah çilbabının içinde ölü eti gibi duran yüzünü kızlara çevirip, "Şimdi kızlarım." Diye girdi konuya. Karnında bir kasılma olan Ada ifadesiz ama merakla konuyu beklerken Nehir henüz dinen gözyaşlarını akıtmak için zaman kolluyordu.
"Evlilik denen mecburi görev, düşünüldüğü gibi korkutucu bir eylem değildir." Dedi sesini toparlamaya çalışarak. Nehir'in gözlerini hedef alarak burnunu kaldırıp iri kanatları açılana kadar derin derin soludu. Onun bu hareketi her yaptığında içlerine korku tohumlarının ekildiğini bilen Ada derin bir nefes alırken, Mahinur Hanım bacısını yine dürttü. Sabırsızdı keza her an kocası gelebilirdi.
"Aslında evlilik sizin gibi asi kızlar için özgürlük bile sayılabilir. Babanın, annenin esaretinden kurtulup kendi kararlarını verdiğin bir özgürlük. Kocaman bir ev sizin olacak, etrafınızda size hizmet eden kişiler ve bir sürü çalışan..."
"Eee, teyze şimdi bu konuyu neden yol üstüne açtık. Biz bunlara babamızın evindeyken de sahiptik. Ve çok genç kızdan daha özgürdük." Dedi Ada çekinik bir bakışla.
"Sus da dinle seni ağzı dikilesice." Diye azarladı teyzesi kızı. "Şimdi evlilik dediğimiz şey..." diye utana sıkıla ablasına bakıp, biraz bocaladı. Mahinur Hanım başıyla onay verince de tereddütsüz devam etti. "Yani bir erkeğin kadınına olan keyif zamanları demektir. O zamanlar dışında tamamen özgür olunur, minik bir fedakarlık hepsi bu."
"Ona cinsellik deniliyor." Dedi Ada başını dikleştirerek. Nehir içine çektiği nefesiyle boğulurken, ona azarlayan bakışlar atan yaşlı kadınlar kızarmıştı.
"Arsız..." dedi her zamanki gibi etini çimdirmek için uzanan Çağnur Teyzesi ve annesi başını yana eğerek kızaran yüzünü sakladı. "İşte onu biliyor musunuz?"
"Neyi?"
"Cinsellik dene o şeyi?"
Ada ve Nehir aynı anda kızıla boyanan yüzlerini birbirine çevirince, anneleri boğuluyormuş gibi öksürmeye başladı.
Nehir utanç içinde başını iki yana salladı. Evlenen kız arkadaşları vardı ama utandığı için onlarla bu konuyu detaylarına kadar konuşamamıştı, sadece işkence gibi olduğunu ve hiç istemediklerine dair şikayetlerini hatırladı. Mesela Nuran geceleri kocası yanına gelmesin diye sürekli karnının ağrıdığını söylemişti, Mehveş'te kuma gelmesine razı olmuştu. Evlenmek güzel bir şey olsa arkadaşları neden tiksinerek anlatsın ki.
"İlk birliktelik biraz acılı olur. Çok az. Yani erkek zevk alır ama kadın acı çeker, fakat korkmayın bu uzun sürmez. Birkaç dakika."
Gözleri iri iri açılan kızlar hayret nidalarını saklayamazken buna itirazı olan Ada, "Acı çekecekse kadın neden evleniyor ki?" diye kaşlarını çatarak atıldı.
"Özgür olmak için." Dedi teyzesi gururla.
"Böyle özgürlük mü olur?" Dedi Ada suratını asarak.
Onun her sözünü kesmesine ifrit olan Çağnur Hanım, "Bacım senin bu kızın allanmaz, kepazenin teki olacak bak benden demesi." Dedi kardeşi Mahinur Hanıma dönüp kaş çatarak hayıflanırken.
"Bacım devam et sen hele." Dedi Mahinur Hanım utangaç kısık sesiyle. Kızlarıyla istese bile bu konuşmayı yapamazdı, haya ederdi, utanırdı.
"Kocalarınız sizden bazı geceler yatağa gitmenizi ve bacaklarınızı açmanızı isteyecek, her zaman yaparsanız bunu sizden çabuk sıkılırlar."
Soluksuz kalan Ada ve Nehir birbirine baktı şaşkınca. Teyzeleri daha evvel onlara neden bacaklarını açmaları gerektiğini anlatmıştı, erkeklerden nerelerini sakınmaları gerektiğini, bebeklerin nereden geldiğini bir güzel anlatmıştı ve o gün bu gün ne Nehir ne de Ada bir erkeğin bırak yanına yaklaşmasına, çevresinde dolaşmasına bile izin vermemişti. Mahinur Hanım iç gererek "Ben çıkıyorum şimdi kusacağım." Dediğinde daralarak, cidden sararan yüzü kusacak gibi duruyordu. Kendini can havliyle dışarı atarken bacısına sert sert bakarak ne olursa olsun konuyu kızlara açmasını emretti.
"İki dakika dişinizi sıkın, yatağa geçin ve gözlerini kapatıp, işkencenin bitmesine sabırla bekleyin. Zaten çok uzun sürmez, sonra rahatsınız. Arkasını döner ve varlığınızı unutur."
Ada ve Nehir birbirinin elini tutup "Neden işkence edecek ki bize?" diye sorarcasına baktı.
"Zeki davranmak istiyorsanız, akşamları odaya ondan evvel gidin, lambayı kapatın, yatağa geceliğinizi sıkıca giyip yatın. Kocanız size yaklaşırsa başınızın ağrıdığını söyleyin, fazla ileri giderse yataktan kaçın ve ağlama krizleri geçirin. Bu onu caydırır. Kızarak uyur ama size dokunmaz."
"Madem bu iş o kadar kötü, neden evleniyoruz, tek uyumak daha iyi değil mi teyze?" diye sordu dam boğazına acı bir yumru otururken.
"Zürriyetimizin devamı için evlenmek zorundayız, yoksa dünyada bir tane insan kalmaz. Erkeklerin bizim verimli topraklarımıza ihtiyacı var, böylece tohumlarını atabilir ve ecdadını devam ettirebilir."
"Ama bayan Marc dedi ki, erkekler korkulacak kadar kötü şeyler yapmıyorlarmış."
"O ecnebi kemaşesi beynini mi yıkadı yoksa?"
"Yok sadece..."
"Bak kızım, sen asisin ve bu erkeklerin sevmediği bir meziyet. Anan o ecnebi aşiftesiyle konuşmuştu, senin beynini yıkamamasını demek için, dinlememiş. Size verdiğim öğütleri unutmayın. Birliktelik anında asla çıplak kalmayın, kocalarınız sizi hiç çıplak görmesin, görmesinki aklına sizi düşürüp sürekli tepenize çullanmasın. Yatağa girdikten sonra şalvarınızı indirin ve yorganın altından asla çıkmayın. Böylece kocanız sizi sadece hayal eder, biraz mıncıklar ve sonra işini bitirip bir dahaki hevesine kadar unutur gider. Birkaç gün de size ilişmez. Birde bazı şartlar vardır ki mutlaka uyulması gerekmektedir.
Öğleden sonra yapılan çocuk şaşı gözlü olur, kesinlikle kaçın kocalarınızdan.
Yeni ayın ilk günü cima yapılırsa çocuk güzel olur, kocalarınızı istediğinizi belli etmek için ona sokulun ve şalvarınızı indirip bekleyin.
Öğleden evvel cima yapılırsa çocuk hakim ve kerim olur.
Pazartesi gecesi cima yapılırsa çocuk Kur'an hafızı olur.
Salı gecesi cima yapılırsa çocuk cömert ve merhametli olur.
Perşembe gecesi cima yapılırsa çocuk alim ve amil olur.
Cuma gecesi cima yapılırsa çocuk ábid ve arif olur.
Cuma namazından evvel cima yapılırsa çocuk mutlu ve ölümünde şehid olur.
Kadının rızası dışında cima yapılırsa çocuk ahmak olur. Ada senin gibi kızım, kardeşine annen rıza göstermeye başlamış sanırım.
Yeni ayın ilk gecesi veya onbeşinci veyahut da son gecesi cima yapılırsa çocuk deli olur. Ay sizinkisi hangi gece oldu ki sen böyle geldin dünyaya merak ederim.
Pazar gecesi cima yapılırsa çocuk yol kesici olur.
Çarşamba gecesi cima yapılırsa doğacak çocuk öldürmeye eğilimli olur." Derken titredi kadın Şahadet getirerek." Gündüz öğleden sonra cima yapılırsa doğan çocuk şaşı gözlü olur.
Ramazan bayramı gecesi cima yapılırsa doğan çocuk serkeş, inatçı olur.
Kurban bayramı gecesi cima yapılırsa doğan çocuk altı veya dört parmaklı olur. Allah esirgesin dikkat etmeniz gereken bir husus bu.
Cima ayakta yapılırsa doğan çocuk uykuda yatağına işer."
"Teyze yataktan çıkmayın dedin ya ayağa nasıl kalkacak kadın?" dedi şaşkınca gözlerini büyüten Nehir.
"Salak." Diye kızan kadınla, tokat yemiş gibi mahcupça asılın yüzünü aşağı indirdi Nehir. "Ay benim safozum, neyse yakında öğrenirsin bunu bana sorma." Diyerek konuya devam etti. "Erkek, yanılır da baldızıyla sevişir ve cima yaparsa doğan çocuk hünsa (kendisinde hem erkek hem de dişi alameti olan) olur."
"O erkeğin fazlalığını eline veririm ben. Hele bir denesin." Diye kükredi Ada öfkeyle. Bak iblikçiye hele, demek birde öyle aç gözlü horozlar vardı. Onu ümmüğünü sıkardı Ada be.
"Ben de izin vermem, koparamasam da o şeyi, yemeğine zehir koyarım." Dedi Nehir kibar bir ölüm icat ederek.
"Cima meyve ağacının altında yapılırsa çocuk zalim olur." Diye sonunda günleri, haftaları bitirdi teyzesi. Ada ve Nehir ağzı açık kadının ağzına bakıyorlardı. Niye meyve ağacının altında zina etmek isterdi ki insan? Nefes bile almıyor gibilerdi ve iki kardeş birbirinin elini sıkıca tutmuş, daha nasıl bir felaket anlatacak diye bekliyorlardı.
"Gelelim asıl konuya." Dedi teyzesi alnındaki terleri silerek. "Kadının sesi kocasından fazla çıkmayacak. Kocası kapıdan içeri girince hemen ayağa kalkıp karşılayacak. Karı kocasına merhaba efendim, hoş geldiniz demeli. Her emrine itaatli olmalıdır. Kocası için bazı zararsız maddeler sürünüp süslenecektir ve hainliğinden sakınmak lazımdır. Erkek eşine rıfk ile muamele edecek, iyilikle idare edecektir. Çünkü kadın eğri kaburga kemiğinden yaradılmıştır, aklı ve dini eksiktir, kocasına sığınmıştır. Akıllı kocasının yol göstericiliğine muhtaçtır. Güleryüzle sohbet için ve ona çocuk vermesi için hanesine alınmıştır. Eğer kadın kocasına bunları vermezse, üzerine kuma getirmeye hakkı vardır.
Erkek, karısının öfkesi karşısında susmalıdır. Ta ki kadın pişmanlık duyup kocasından özür dileyinceye kadar. Çünkü kadın ruhen zayıftır. Susmak onu yener.
Kadının hainliğinden, aldatma ve tuzaklarından sakınmak lazım. Çünkü Hz. Adem, eşi Havva anamızın aldatmasıyla Allah'a asi olmuştur. Erkek, karısıyla şakalaşmalı, güldürücü sözler söylemeli ama kadında bunu görüp şımarmamalı. He bir de yumurtası sıcak olmayan erkeğin sakalı olmaz."
"Niye, tavukların yanında mı kalması lazım sakalı çıkması için?"
Ablasının bu suale kıkırdayan Ada'ya ters ters bakan kadın elini kaldırdı.
"Kızım, erkeklerin husye kasları dört tanedir. Bunlar husyeleri korumak ve uyarmak için yaratılmışlardır. Ta ki yavaşça bir uzantı olması, gevşeme ile aşağı inmesin ve çarpmalardan yumurtalar korunsun diye."
"Yumurtalar neden çarpmalardan korunuyor ki? Onları sahanlığa koyarız kırılmaz." Dedi Zeki Nehir bu sefer, Ada erkeklerin anatomisini kütüphanedeki bir kitapta gördüğü için teyzesinin ne dediğinden bahsediyordu ama ne yazık ki ablasının bu gibi durumlardan haberi yoktu.
"Ben yumurtalara dokunmam." Dedi burnunu kıvırarak "Yemek yapmayı da beceremem zaten. Annem bizi mutfağa sokmazdı. Ada hiç beceremez, o zaman yumurtalar emin ellerde demektir."
"Hasbinallah." Dedi kadın ter su içinde kalarak. "Bu yumurta o yumurtalardan değil kızlarım." Dedi sesini kısarak.
"Devekuşu yumurtası mı?" dedi Nehir merakla bu sefer.
"Yok, koca yumurtası." Dedi kadın öfkeyle parlayarak. "Kocalarınız size yumurtaları gösterecek."
"Niye kümese gideceğiz ilk, başka yer yok mu evinde gösterecek?"
"Kızım... Kızım..." dedi yaşlı kadın çıldırarak. "Kocana sor o sana gösterecek. Çünkü yumurtaları olmayanların veya yumurtası sıcak olmayanın sakalı olmaz yahut yumurtalar kesilip alınsa, sakalı varsa dökülür kalmaz."
"Yumurtayı erkeğin midesinden mi kesip alacaklar? Neden ki?"
"Allahım..." dedi Kadın Aday'a bakarken. "Ablana anlat, bana daral geliyor." Dedi elini kalbinin üzerine koyarak. Adam omuzlarını kaldırdı. "Ben yumurtaların neyini okuyayım teyze." Dedi kız sitemle. Kadın kuşuyla kaşlarını çatsa da sonunda ikna oldu.
Kapıyı açıp içeri giren annesi "Bitti mi?" dediğinde bacısı kafasını salladı. "Bitti şükür ne biliyorsam bir çırpıda anlattım."
"Korkutmadın değil mi?"
"Korkacak ne varmış, her kadının vazifesi sonuçta."
Soğuk gözlerinin safirinde şeytanların kar topu oynadığı ve yüzünde gizli bir büyünün hüküm sürdüğü kurnaz kız, teyzesine şeytani bir öfkeyle baktı. Annesi ve teyzesi fısıldaşınca, havanın o enerjisi negatif etkisinden kötü bir şeylerin olduğunu hissetmeye başladı. Daha fazla dayanamayarak başını dikleştirdi ve ondan bir şeyler saklayan kadına tek kaşını kaldırdı.
"Anneciğim, bir maruzatın var zannımca?" Kızı kültürlü mürebbiye tavrını takınınca, kadın bir an gerildi.
"Şey..." dedi sanki anne Ada o kızıymış gibi etiğinin pilisini düzeltip ellerini dizlerine koyup al al olmuş yanaklarını aşağıya eğerek.
"Beni kurban edecek bir kasaba benziyorsun anne, bakışlarındaki korkular bana bunu hissettiriyor." Dedi yine içinden geleni söyleyerek dilini tutamadı.
"Aslında evden çıkmadan evvel bu konuyu seninle görüşmem lazımdı ama seni bildiğim için..."
"Hangi konuyu?" Dedi Nehir merakla öne atılarak. Mahinur Hanım kızına garip bir bakış atarak Ada'ya yöneltti bakışlarını. "Aslında babanın aldığı bir kararı sana açıklama konusunda biraz geç kalmış olabilirim."
"Hangi kararı?"
Arada gergin bir sessizlik oldu. Kadın bocalayarak "Baban Chios (Sakız) adasına varmadan evvel bunu bilmenizi istedi."
"Anne ağzında eveleyip gevelemeden söyle şunu artık."
"Baban ikiniz içinde izdivaç kararı aldı. Aslında biz sadece Nehir'in nişanlısıyla tanışması için götürmüyoruz sizi, senin de Kuzeni Çakır Beyle tanıştırmak için götürüyoruz ve..."
Nefes alamayan Ada yutkunarak "Ve?" dediğinde annesi gözlerini yere eğerek "İkinizin düğünü ile ilgili bir karar aldı baban. İki hafta sonra çifte düğün yapılacak Chios adasında, yani artık eve bir daha dönemeyeceksiniz. Çeyizlerinizi almak için baban ve ben geri döneceğiz kısa bir süre sonra, siz teyzenin gözetiminde kalacaksınız."
Ve kızlar üzerlerindeki şoku atlatamadan kapı açıldı, henüz üzerindeki tütün kokusu uçmayan babaları iri bedeniyle aracı sallandırarak koltuğuna geçip, aracın devam etmesi için tavanına vurarak işaret verdi.
Evet bu haberin ardından geçen yarım saatlik işkence yolculuğunda tilkileri kuyruk kaldıran kızın zihninde planlar kurulmuş, kafasında tilkilerin çarkı tıkır tıkır işlemişti. Limana geldiklerinde valizleri inerken, gemiye bakmaya için giden basının arkasından bakan Ada annesine dönerek "Şuraya kadar gidip gelelim anne, bacaklarımız uyuştu." Derken, hala ağlamakla meşgul olan Nehir "Benim bacaklarım titriyor Ada, bir yere gidemem." Diye sızlanıyordu.
"Ablacığım..." dedi tatlı bir dille feracesinin önünü kapatan Ada ve kızı kendine sertçe çekip uyarırken, "Sen gel hele." Dedi ablasının koluna girip çekiştirerek.
"Uzaklaşmayın, gözlerim üzerinizde." Dedi teyzesi cin cin arkalarından bakarak.
"Şuracıktayız hemencik ki zaten." Dedi Ada bacakları titrediği gibi gözleri de titreyerek.
"Nehir." Dedi yürürken ablasını kendine çekiştirerek, "Sen evlenmeye hala kararlı mısın?"
"Ada ben çok korkuyorum." Dedi Nehir dişleri takırdayarak. Yanaklarından süzülen yaşlar peçesini ıslatıyordu.
"Ben de korkuyorum." Diye itiraz etti Ada. "O adamların bacaklarımızın arasına girmesine izin mi vereceğiz?"
"Başka ne yapabiliriz ki, annem anlattı ya, babam söz vermiş." Diye veryansın etti Nehir. Artık gözlerindeki kızıllardan mavi renkler yok olmuştu.
"Bak şimdi," dedi arkasına bakarak tedirgin olan Ada. Teyzesi hala onlara bakıyordu dikkatle. Ada sanki onca mesafeden onları duyacakmış gibi ablasına yaklaştı ve başını eğerek "Eğer şimdi kaçarsak, izimizi kimse bulmadan bir tanıdığımın yanına yerleşiriz. Ben de yeterince para var." Diye başladı sözlerine.
Bu isteği ablasında çığlık atma isteği uyandırırken, "Saçmala Ada?" dedi korku dolu gözlerle.
"Asla, saçmalayan onlar. Neden işkence çekelim, neden adamlar zevk alsın diye biz eziyet görerek bacaklarımızı açalım. Bu iş bu kadar kötü ve berbatsa neden evlenip onlara acılı bir işlem olan bebekleri doğurma görevini üstlenelim. Nehir düşüncene, geçen sene arkadaşımız bebek doğururken öldü? Neden, kocası ona her gece işkence ediyormuş, bunu herkes söylüyordu. Üstelik bebeklerini kesin teyzemin yasak saydığı bir gecede yapmıştır."
Nehir korkuyla beyazlarken, Ada ondan birkaç saat büyük olan ablasının damarına basmaya, kanına girmeye devam etti. Kimseye görünmemeye dikkat ederek limandan aceleyle uzaklaşırken, ilk gördüğü arabacıya keseyi vererek sessiz kalmasını öğütledi. Marc'iden duyduğu kabadayının ismini de kulağına fısıldayıp, başlarına bir iş getirmesine engel oldu. Yollar su olup akarken gözlerinden, gülümsemekten kendini alamıyordu. Ne kadar telkin edici olsa da sözleri, korkudan her an kriz geçirecek gibi duran ablasını geçiştirmekten öteye gidemiyordu. İlk kez böyle bir cesaret sergiliyordu, bu yüzden korkudan olduğu kadar heyecandan titriyordu. Sokak satıcısından ihtiyacı olan şeyleri alan kızlar, ortalıktan yok olmak için ilk adımı atmış oldu. O gün kalabalık sokakların içine dalarak kendilerini gözden kaybederken, akşam olmaya başlayınca yine bir arabacının kulağına yalanlar fısıldayıp korkusunu körükleyerek yola koyuldular. Eğer babası akıllı adamsa ilk gideceği yerleri çoktan listelediği, Ada onun liste ettiği hiçbir yere gitmeyecekti. Osmanlı Devleti'nde kadınların giyim kuşamları yörelere göre değişiyordu, ancak özellikle Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'ne göre, tüm yörelerde ferace denilen uzun tesettür tarzı kıyafetten vazgeçilmiyordu.
Yöreler bir yana genel olarak giyim kuşam, gelir düzeyine göre değişiyordu. Mesela gelir düzeyi yüksek kadınlar pamuklu ya da ipekten, değerli taşlarla süslü, kesimi hatlarına göre biçilmiş ince bir gömlek altına şalvar benzeri kıyafetler giyiyor ve üzerine ferace takıyordu. E, tabii kuşakları olmazsa olmazdı. Bazıları bu kombinin üzerine entarilerini giyiyordu. Biraz daha düşük gelirli kadınlar ise kadife ya da ipek kumaş kullanabiliyordu. Üzerlerine yelek giymeyi de ihmal etmiyorlardı. Olanakları sınırlı, dar gelirli ailelerin kadınlarıysa beledi adı verilen ucuz kumaşları kullanıyordu. Nehir ve Ada'da biraz uzaklaştıktan sonra mücevherlerle süslü, uzun kollu dış feracelerini çıkarıp, kaba yünden köylü kıyafeti giymişler ve üzerlerine belediden yapılan feraceyi geçirmişlerdi. Altın işlemeli kuşaklarını çıkarıp, sivri burunlu ipek ayakkabılarının yerine ahşap ve derinden yapılan terlikler giymişlerdi. Bu terlikler her ne kadar rahatsız olsa da işlerine yarayacak kadar sadeydi. Hatta bir sütçü kadından henüz eğirdiğini iddia ettiği yünlü bir çift çorap almışlar ve eski bir pamuklu örtüyle saçlarını gizlemişlerdi. Peçelerini de gerince yüzlerine, artık onları kimse tanıyamazdı, tabi nehir homurdanmayı kesmezse.
Gün ağarıp mesafe açıldıkça, Ada'nın gülümsemesi daha da yayıldı yüzüne. Dün sabahtan beri onları arayan aileleri artık bu işe bir son vermiş olmalıydılar. Ada gidecekleri güzergâhı seyise verirken mutluydu. Evliliği ailevi nedenlerle ayarlanmıştı ve ailesi ne düşünürse düşünsün asla kabullenmeyecekti. Yolda iki kez araç değiştirmeleri gerekmişti. Kardeşiyle bayan Marc'nin konağına gitmek için fayton tutmuşlar, ama balçık yüzünden ilerleyemeyen tekerlekleri yüzünden inmek durumunda kalmışlardı. Islak ormanın gerisinde olduğunu bildiği konağa giden çamurlu yolu bata çıka takip ederken, bir an duydukları seslerle yavaşladılar.
Korkuya kapılarak büyük bir söğüt ağacının arkasına geçtiler ve dalların arasına saklanırken, çimenlerin arasına çömelerek gizlendiler. Nehir panikle etrafına bakınırken, "Ada kim bunlar?" diye korkuyla titremeye başladı. Ada cevap vermedikçe dehşete kapılıp sesin yükseldiğinden haberi olmadan veryansın etti. Son çare ablasının ağzına elini kapadı. Ağacın yanından baktığında bir an hayretle donup kaldı ve kıpırdayamadı.
Yunan askerler, önündeki küçük alanı doldurmuştu.
Nehir korkudan daha da sinerken, ağlayan ablasını yatıştırmak isteyen Ada'nın kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Bir şeyler düşünmeli, bu korkunç durumdan kazasız kurtulmalıydılar. Bayan Marc gitme düşüncesi zihninden uçup gitmiş, şu anda tek isteği namuslarına zeval gelmeden canlarını kurtarmak olmuştu.
Ormana ve o güneşli açıklığa bir adım daha atsa, doğruca askerlerin kucağına düşecekti, geriye gitse yoldan uzaklaşarak Bayan Marc'nin konağını kaybedebilirdi.
Genç kızlar kıpırdamaya korkuyorlardı. Babası birçok kez ona fazla akıllı olduğunu söyleyerek hata etmişti, Ada tam bir mal kafalı olmalıydı ki tuzağın içine çekilmişti. Zafer sarhoşluğu çabuk geçmişti ve zihni şimdiden bir sürü sonuç çıkarmaya başlamıştı. Yunan askerleri burada, Bayan Marc'nin topraklarında ne arıyordu? Bu babasının nüfuzunu kullanarak onları bulmak için derhal iş başı yaptığını gösteriyordu ama Bayan Marc'iden nasıl haberdar olmuşlardı?
Askerin önünde iri yarı bir adam vardı, yüzü seçilmiyordu ama görkemli bedeni, asil takımıyla bu açıdan bile görülüyordu. İçinden bir ses o ayının Yekta denen adam olduğunu çığlık çığlığa dile vuruyordu. Onun düğün hazırlıklarıyla meşgul olduğunu bilerek buraya kadar gelebileceğini düşünmese de, bu ihtimali gözden atamazdı. Ada derin bir öfkeye kapıldı. Buraya gelme nedenleri iyi olamazdı. Ablasına döndü.
"Nehir, sen burada kalıyorsun ve ne olursa olsun asla yerinden kıpırdamıyorsun? Ben onların amacını öğreneceğim ve başka yöne çekeceğim. Sen de Bayan Marc'ye gidip benim adımı ver, olanları anlat. Seni koruyacağını biliyorum, korkma olur mu?"
"Ada lütfen." Diye fısıldadı Nehir eline asılarak. Titriyordu. "Lütfen yanımda kal."
"Sana dediğimi yap ve korkma, olur ya bir şey olur, yakalanırsam falan, yine de yerinden çıkma. Sana diyorum ne olursa olsun çıkma."
Ağacın arkasında çömelmekten dizleri ağrımaya başlamış Ada, başını kaldırıp dikkatini dağılarak ormanı arayan atlılara verdi. Nehir'in itirazlarına rağmen usulca sürünür biçimde ilerlemeye başladı.
Nehir'in geri dön çağrılarına uymayarak hedefine odaklandı. Arada hafifçe doğrularak bir kez daha baktı. Havanın kararmasına daha çok olmasına rağmen, etraf ıslak toprak ve çim kokuyor, sisli bir gri ormanı ürkütesi bir hale sokarak kaplıyordu. Sanki bir kabustu şu anda ve Ada uyanamıyordu. Atlı iri adamlar bir an duraladı. Karşısındaki adamlara tek tek bakınca, nedenini hemen anladı. Gözleri iri iri açıldı. Birini arıyorlardı ve anladığı kadarıyla onlara gibi birilerini.
Askerlerden ikisi, dev gibi bir adamın, söylediğine kulak kesilmek için aygırını yanlarına yaklaştırdı. Daha önce gördüğü bir adama bakıyordu. Kimdi bu adam, Yekta dedikleri yoksa diğeri miydi?
Aniden nefes almakta zorlandığım hissetti; göğsü sıkışmış, ağzı kurumuştu. Farkında olmadan korkudan yumruklarını sıkıyor, derin derin soluyarak uyuşan bacaklarının üzerinde titriyordu.
Bakışları atını koşturarak uzaklaşan adamın üzerinde merakla dolaştı. İnşallah atının üstünden düşer de ölürdü. Bunu tüm içtenliğiyle diledi.
Ancak hiç de ölecekmiş gibi bir hali yoktu. Kusursuz yüzünde korkusuz bir ifade vardı; sert ve anlaşılmaz. Eğer bu sandığı adamsa, onun acımasız olduğunu duymuştu; kadınlara asla merhamet etmediğini de duymuştu. Hissetme yetisinden yoksun, anlayışsız bir dağ ayısı, mağara kaçkını, Issız bir adamdı. Ama varsayımlarına göre, o adam olmayabilirdi de.
Çaresiz kalan Ada olduğu yere çöktü. Ağzı kurumuştu ve katılan bedeninden ılık bir ter boşanıyordu.
Bu ilk başta düşündüğünden çok daha kötüydü durum. Yanındaki iki adama bağırdığında, o gür ses ormanı inletti ve kızın soluğunu genzine tıkadı. Bu adam durduğundan daha acımasız görünüyordu , aynı zamanda da çok hırslı birisi olduğunu ele veriyordu hareketleri.
"Yekta Beyin emriyle." Diye bağırdı bir adam diğerine.
Yekta denilen Issız ayı burada mıydı? Bu adamlar başına belalar açmayı planlıyordu? Ada hemen kardeşinin yanına dönüp konuşması gerektiğini biliyordu ama kıpırdamaya korkuyordu çünkü bu adamlara yakalanmak, tam anlamıyla felaket olurdu. Korkudan titrerken aklından olasılıkları geçiriyordu. Bundan daha kötüsünü düşünemezdi. Korkusuna rağmen bir şekilde gerilemeyi başarmalı, ormanın derinliklerine çekilmeli ve güvenli bir yere ulaştığında, kardeşiyle koşarak kaçmasını emretmeliydi.
Başlarındaki adam bir komutan idamesinde emirler verirken, geniş kılıçlar, dikkatli bir şekilde ağır, deri eyerlerin yanına yerleştiriliyor, silahlar omuzlara asılıyor, atların yularlarının derileri gerilerek gıcırdıyordu. Gördüğü her şey, Ada'nın boyundan büyük belaya atıldığını yüzüne vuruyordu. Korkusuna teslim olmayı reddederek çömeldiği yerde duruşunu düzeltti. Ağırlığını bir ayağından diğerine aktarırken bir dal çatırdayarak kırıldı ama kimse duymadı. Korkak bakışlarını atları üzerinde etrafı turlayan adamlardan ayırmadan, nefesini uzun uzun verdi ve bir adım geri çekildi. Terler yüzünden damla olup peçesinin altına akarken bir adım daha geriledi. Aynı anda bir esintiyle büyük ağaçların dallan başının üzerinde hışırdadı. Kaskatı olan Ada olduğu yerde donup kalarak dua etmeye başladı. Ve kıpırdanan ayağının altında bir dal çatırdadı.
Onlardan sesi duyanlarla dolayısıyla kendisine birkaçı döndü ve Ada'nın arkasında gizlendiği ağaca baktı. Ortada bir sancak gibi duran Ada'yı hemen gördüler. Artık bu raddeden sonra daha fazla teşvike ihtiyacı yoktu; eteğini kaldırarak olanca hızıyla ablasının tam aksi istikametine doğru koşmaya başladı.
"Dur!" dedi bir el ateş eden adam. Ada korkuyla olduğu yerde birkaç saniye durdu ama ardından vurulmadığını anlayınca tazı gibi tekrar koşmaya başladı. Can tatlıydı. "Dursana be kadın, durmazsan ateş açarım!" diyordu arkasından birisi.
"Çakır Bey, bu taraftan." Diyordu diğeri.
Demek o adamın adı Yekta değil Çakır'dı. Onun nişanlısı olan Çakır. Peki emir veren Yekta dedikleri Issız adam mıydı? O da burada mıydı?
Ağlamayı keserek hızlandı. Peşinden ormana daldıklarını duydu. Gırtlağı acıyor, terden sırılsıklam olan bedenine kıyafeti yapıyordu. Yorgundu, iki gündür uykusuzdu ve susamıştı ve buna rağmen yine de pes etmeyerek bütün gücüyle koşuyordu. Adanın bayırlarında büyüdüğünden oldukça hızlı koşmayı öğrenmişti küçük yaşta fakat ayaklarındaki terliklere alışkın değildi. Arkasına bakacakken aniden ayağına bir şey dolandı ve iri bir ağaç köküne takılan bacaklarına feracesi dolanınca, nemli çimenlerin üzerine sert bir şekilde serildi.
"Burada!" diye bağırdı adamlardan biri, şehvetli bir kahkahayla, "Sanırım yolun sonunu buldu." Diye güler gibi söylendi.
Korkuyla titreyen Ada ayağa kalkarken adamlardan birisi üzerine çullandı ve başındaki keten yazmayı zorladı. Ensesinden yakalayıp sertçe kendine çekerek ayaklarını yerden kesti.
Elleri ensesine giden Ada acı içinde gerilerek çekilirken, korkuyla çığlık attı ve yeterince yaklaşınca adamın kasıklarını tekmelemeye çalıştı. Ancak iri adam onun tekmesinden kolayca sıyrıldı ve arkadaşıyla birlikte genç kadının bütün gücüyle çabalayışına gülmeye başladılar.
Adam onu kollarıyla sararak hareketsiz bıraktı. Herkes ona gözünü dikip batınca ölecek gibi olan kız önce çırpındı ama gücü tükenince hareketsiz kaldı. Adamın kollarından kurtulması mümkün değildi. Artık sadece soluklanmaya çalışıyor, hıçkırarak ağlarken bakışlarını etrafta dolaştırıp ablasından bir iz arıyordu. Umarım onu görüp kendini ele vermezdi. Onun etrafa korkuyla bakan yüzünü elleri arasına alan adam "Kahretsin." Dedi öfkeyle.
Methi anlatılan ikizlerden birisini ilk kez görünce gözleri iri iri açılmıştı.
Bir sütçü kızıyla oynaştığını düşünerek, yanında ki ona gülen arkadaşı da sessizleşmişti. Ada'nın başındaki örtü kaymış, sarı saçları açığa çıkarken ve yüzünün güzelliği ona tüm sırlarını verirken kimsede şüphe kalmamıştı. Hırçın, şahane ve vahşiydi üstelik dillere destan güzellikleri de gerçekti.
"Aman Tanrım, günahlarımı bağışla." Dedi onu tutan adam soluksuzluk içinde. "Peri mi bu?"
Çocukluğundan beri güzel olduğunun farkındaydı çünkü bu, kendisine birçok kez söylenmişti. Bembeyaz, mükemmel bir teni; küçük, küstah, hafifçe kalkık burnu; çıkık elmacıkkemikleri ve kalp biçiminde bir bilmiş yüzüyle eşsizdi. Safir gözleri badem biçimli, küstah dudakları ise dolgun ve kıpkırmızıydı.
İri iri açılmış, korkak bir kediyi anımsatan vahşi gözleri meydan okuma ve savaşma arzusuyla bakarken, umutsuzca düşünmeye, kafasını toparlamaya çalıştı.
"Yoksa sen..." diye gürledi genç asker, yüzü memnuniyetle aydınlanırken. Kızı bir kedi gibi ensesinden kaldırıp askere gösterdi. "Şuna bir bak! Ne bulduğuma bir bak!" diye heyecanla bağırdı.
"Yohannis, onu biz bulduk, tek bulmadın. Birlikte bulduk," diye karşılık verdi arkadaşı heyecanla, sevinç naraları aratarak gururla göğsünü şişirdi. Başına ödül konmuş suçlu gibi hissetti kız kendini, kapanın elinde kalan cinsten. Atların naralarını ve kızın çığlıklarını duymuş olan ormanın içindeki diğer adamlar, etrafında toplanmaya başlamışlardı.
"Ah Tanrım bu bir hazine." Dediğinde onu tutan Yunan Askeri, ağzı sulanarak kıza bakıyordu. Yoksa bu adamlar namusuna mı göz dikiyordu? İşte şimdi at tezeğini yemişti. Adam ensesinden sıkı sıkıya tuttuğu için kurtulamıyordu. Ancak direnmeye devam ediyordu. Enerjisini boşa harcaması mantıksızdı ama o adamların aç bakışları altında daha ne yapabilirdi ki?
İki asker kazanacağı para ile ilgili tartışmaya başlarken, bir düzine asker daha neşeyle alay ederek etraflarında toplandı.
Şu ana kadar hiçbir erkeğin karşısında başı açık bu halde olmayan Ada yanaklarının alev alev yandığını ve içinde yükselen umutsuzluğu hissetti. Ne yazık ki Yunancayı mükemmel bir şekilde anlıyordu ve müstehcen yorumların bir tanesini bile kaçırmamıştı bakir kulakları.
Kurtulmazsa olacaklar açıktı. Onu teslim edene kadar oynayacakları aşikardı. Hızlı düşünüyordu. Kimliğini açıklamazsa sıradan bir köylü kız gibi tecavüze uğrayacaktı. Ancak kimliğini açıklarsa, şu atını atışını şahlandırarak alana gelen iri adamın nişanlısı olacak, ya da babasına karşı tutulan çok kıymetli bir rehine olarak kalacaktı. İki sonuç da kabul edilemezdi. Adil bir orta nokta bulmak zorundaydı.
Arkadaki adamın atı rüzgar gibi yanlarına esti, asker grubunu yararak yaklaşırken herkes sustu.
"Görevinizin başına geçmeniz gerekirken, nedir bu tantana?"
Bu ürkütesi ses gök gibi gürleyince tüm adamlar yerinde titrer gibi kendine geldi. Soğuk bakışlı gri gözlü adam yüzünü saçı başı dağılmış, eski kıyafeti çamura bulanmış kıza çevirdi. "Size ikizleri aramanızı söylendi, köylü kızlarıyla oynaşmanız değil."
Ada'nın canına tak etmişti artık, köylü kızları orta malı mıydı da her önüne gelen pastadan payını diliyordu. "Ben kimseyle oynaşmam, kimse de bana elini süremez."
Onun bu çıkışı adamı etkilememişti bile, atını biraz daha yaklaştırarak ona tepesinden hükmederek baktı. Atın bedeninden çıkan sıcak buharı ve taze tezek kokusunu alabiliyordu Ada. Kimliğini elinden geldiğince gizlemeye ve yoğun bir köylü aksanıyla konuşmaya karar verdi.
"Beni bırakmazsanız başınız belaya girer."
Geriden gelen nefes nefese yaşlıca adam atını son anda durdurarak biraz keyiflenmiş şekilde kıza baktı.
"Bırakın beni gideyim, abilerim ve babam bunun hesabını size sorar."
İçten içe korkudan titriyordu fakat bunu onlara göstermeyecekti. Yaşlı adam gözlerini kıstı. Kızın birden kalbi duracak gibi oldu çünkü adamın gözlerindeki parlak zekâ onun kanını donduruyordu. Yanındaki Bey olduğunu sandığı öfkeli adama baktı taşlı adam. Aralarında bir taş atımı mesafe olmasına rağmen, adam daha iri, daha güçlü ve daha ürkütücü duruyordu.
Genç kız yutkundu.
Yaşlı adam gri gözlü adama yaklaşarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Ada onun "Nehir." Dediğine yemine edebilirdi. Yoksa onu bulmuşlar mıydı? İri ve küstah olan kibirli adam kızı baştan uza arsızca süzdü. "Emin misin?" dedi kızgın bir tonda.
"Eğer diğeri olsaydı şu anda burada taş üstüne taş kalmazdı, deminim."
"Diğeri kimdi be? Yoksa Yekta Bey miydi o diğeri dedikleri adam?"
Kız gerilerek başını kaldırdı. Bu öküz onu neden dikkatle inceliyordu. Gri gözleri ölü ölü bakıyordu.
Askerlere karşılık vermek yerine bakışlarını genç kızın ince vücudunda dolaştırıyor ve bundan zerrece çekinmiyordu. Kızın kalbi deli gibi atıyor, utancından yağ gibi eriyecek kıvama geliyordu. Adamın soğuk bakışlarından hoşlanmamıştı ve kendisini korkutmasına izin vermeye niyeti yoktu; o yüzden öfkeli bakışlarla karşılık verdi.
"Onu bana getir, Yohannis," diye emretti gri gözlü adam.
Yaşlı adam kıkırdadı. Gri gözlü dev, "Hemen." Diye gürledi ve tüm adamlar olduğu yerde huysuzca kıpırdandı.
"Benim eve gitmem lazım abilerim..."
"Burada abilerin yok değil mi?" dedi yaşlı adam kıkırdayarak. Ona inanmadığı her halinden belliydi. Bu adamı bir yerden hatırlıyordu ama nereden olduğunu bir türlü çıkaramıyordu kız.
"Hadi onu Beye götürün." Dedi adamlara kibirlice. Kızın bedeni ve beyni bu sözlerinin anlamıyla felce uğramıştı ancak yaşlı adamın yorumu onu tekrar canlandırmaya yetti.
"Dikkatli olun, Beyi kızdırmayın, sağı solu belli olmaz."
"Ben bir yere gitmiyorum." Diye haykırdı ayak direyen kız. Sonra kimliğini gizlediğini hatırlayarak yoğun aksanıyla tekrar, "Yani beni evden bekliyorlar." diye bağırdı. Yohannis itirazlarına rağmen genç kızı kolundan yakalayarak atlı iri adamın peşinden sürükledi. Ada ufak tefek, ince yapılı bir kız olmadığı için çekiştirmekte zorlanıyordu adam ama şikayet etmiyordu. Bütün yol boyunca ayak direyerek ona karşı koydu ve tekmelemeye çalıştı. Ancak adam umursamadan onu bir un çuvalı gibi sürüklemeye devam etti.
Arkalarından kahkahalar yükseldi. Adamlar onun zavallı mücadelesini ve yaklaşan kara yazgısını eğlenceli bulmuş olmalıydı ki böğürerek gülüyorlardı. Ardından kaba saba şakalar yapılırken gözleri doldu. "Dua et bey seni parçalamadan sağ çıkasın." Dedi Yuhannis denen adam kıza acıyan bir bakış atarak. Arkasından duyulan acımasızca söylenenlere kulak kabartmaktan kendim alamıyordu. Sürüklenerek huzuruna götürüldüğü adamın cinsel gücü, zalimliği ve fiziksel heybeti hakkında son derece edepsiz yorumlar yapılıyordu.
"Bence burada birazdan bir çığlık yükselecek, zevkli bir çığlık." dedi biri sonunda. Bir diğeri adamın yetkin bedeninden bahsederek kıza üzüldüğünü dile getirdi.
Korkudan titreyen Ada dehşete kapıldı ama artık çok geçti. Adam onu uzaklıktaki açıklıkta duran ve bir ağaç kadar sağlamca atının yanında dikilen adamın önüne itti.
Ada sendeledi ama düşmeden kendini toparladı. Görüş alanı sislenen gözleri ıslanırken tir tir titriyordu korkudan bedeni ve gördüğü bakışlar karşısında nefesi kesildi. Varlığıyla ormanı bir dev gibi dolduruyordu ve kız yaklaşan felaketini hissederken, darlaşan alanda kalbi sıkışıyordu.
"Sen gidebilirsin, Yohannis. Adamlara söyle göz ucuyla görülmeyecek kadar uzaklaşsınlar."
Yohannis pis pis sırıtınca kız korkuyla yana atıldı ama gidemeden feracesinden tutulup öne köteklendi. İri adam üzerine gelinde Ada korku dolu dehşet bir çığlık attı.
"Hayır!"
Ada paniğe kapılmış halde iri adama dönerek minik ellerini kaldırarak kendini koruyacağını sanırken, "Sakın bana dokunma!" diye tehdit etmeye cüret etti.
"Buraya gel." Dedi adam uz gibi emreden sesiyle. Henüz sakin gibiydi, ya da avını yemeden önce sabırla oynayan ir tazı gibi sinsi.
"Sana, emrediyorum." Dedi adam Ada donup kalırken. O kaba sesi daha yumuşaktı ama tartışmasız bir emir vermişti. İnsanın düşünmeksizin uyacağı türden bir emir.
Ancak genç kız kıpırdamadı, zihni de donmuştu iradesi gibi.
"Kadın, buraya gel, derhal."
"Ba... bana Bacım demelisin."
"Bacım mısın?" dedi tek kaşını kaldıran adam küstahça etrafına bakarak "Ben burada bir bacı göremedim."
Ada korkuyla ürperirken onun yüzünü incelemeyi akıl edemiyordu. Ses tonunda, ölümüyle sonuçlanacak şiddetli bir tecavüz olacağını ima eden bir vurgu yoktu ama gözleri ölümüne susadığını belli edecek kadar öfkeyle yanıyordu.
Bakışlarını yine adamın iri ellerine çevirdi; o da sabrının taşmaya başladığını belli eden bir tavırla ellerini yumruk yapmıştı ve dikkatle kendisini inceliyordu.
"Be...benden ne istiyorsun?" diye sordu soluk soluğa, zorlukla.
"Ne istediğimi sanıyorsun?" diye sordu adam, dişlerini sıkarak "Sen bir kadınsın." Bu küstah açıklamayla nefes alamayan Ada bir an bakakaldı "Yanıma gel." Diye yeniledi emrini adam, dişlerini sıktığında kız yere yıkılacak gibi sendeledi. "Emirlerime hemen itaat edilmesine alışkınım, kadın. Sana buraya gel dedim."
Ada itaat etmesi gerektiğini biliyordu çünkü öfkelendiği açıktı Ayı adamın. Ancak elinde küçük de olsa bir koz varken bir anlaşmaya varamazsa, bunu bir daha asla başaramayacağını bildiğinden bu emre itaat edemezdi.
"Neden uyayım bu emre, seni tanımıyorum bile." Cesur sözleri titrek sesinin içinde kayboldu.
Adamın gözleri hayretle iri iri açıldı ama kız bunu göremeden eski soğuk tavrına dönüştü. "Ben sana emrediyorum, sen şart mı koşuyorsun bacaksın?"
"Hakaret etmene izin vermiyorum."
"Her yabancıyla böyle konuşursun?"
Adam tek kaşını kaldırdı yine kibirle, Ada onu olabileceği kadar zorladığını ve daha fazla zorlamaması gerektiğini biliyordu ama kendini tutamadı. "Evet, her yabancıya aynısını yaparım. Size ait değilim, üzerimde hakkınız yok. Ailem bunu duyduğunda başınız derde girecek."
Katı adam küstahça gülümsedi ama bu gülüşü keskin dudak kıvrımlarında yok olduğu için kız fark edemedi. Koyu renk parlak gözlerine ulaşmayan, soğuk ve tehlikeli bir parlama, kesinlikle çok korkutucuydu.
"Çok az kişi emrime karşı gelmeyi göze almıştır kadın ve çok daha azı, bir kez daha doğan güneşi görebilmiştir."
Sesindeki o emin tını kızı şüpheye düşürmemişti zaten, adam zalimin teki olduğunu duruşuyla belli etmişti. Ama buna rağmen nefes alırken bakışlarını onun gözlerinden ayıramıyor, gözünü bile kırpamıyordu. Adamın sahip olduğu güç dizlerinin bağını çözüyor; bedeninden yayılan hiddet her an olduğu yere yığılabileceğini hissettiriyordu.
Ve aralarında çok tehlikeli, güçlü, korkunç bir şey vardı! Tahmin bile edemeyeceği, birisi dese alsa kabul etmeyeceği bir şey!
"Be...beni tehdit mi ediyorsun?" diye fısıldadı boğuk bir sesle.
"Keşke erkek olsaydın." Dedi adam.
Kız iri iri açtığı gözleriyle "Aman Allah'ım." Diyerek akıcı diliyle, elini ağzına kapadı korkuyla. Adam onun anladığı gerçekle ip gibi gerildi. "Ben kadınlardan hoşlanırım seni kuş beyinli kadın." Diye gürlediğinde öfkeyle, kız korkuyla ama inanamayarak onayladı başıyla.
Adam onun inanmadığını görünce dişlerini sıkarak "Seni şu anda sadece cinsiyetin koruyor." Diye kükredi ve aslında ne kadar yanlış bir lakırdı ettiğini, kızın iyice irilen güzel gözleriyle bir kez daha fark etti.
"Ben zaten kızım." Dedi Ada saf saf. Ayıya "Balım" der gibi. "Erkek değilim, işine yaramam ki."
"Lanet kadın." Diye öfkeyle gürleyen adam öne doğru sert bir adım attı.
Artık erkek olsa şimdiye ölmüş olacağından emindi geriye doğru sıçrayan kız. Karşısındaki en çok nefret ettiği şeye bakar gibi ona bakıyordu. İçinde bulunduğu durum çok riskliydi fakat paniğe teslim olmamayı kesinlikle reddederek aklından zeki birkaç düşünce geçirdi. Sırtını dikleştirdi. Eğer bir kahramanlık yapacaksa, şimdi tam zamanıydı.
"Beni bırakırsanız erkeklere olan ilginizi kimseye söylemem. Yemine derim."
Tokat yemiş gibi irkilen adam ona boş boş baktı. Sonra olduğu yerde çenesini küstahça kaldırıp gözlerini kibirle üstüne dikerek, "Ya hayatımda karşılaştığım en aptal kızsın ya da en cesurusun." Diye söylendi.
"Beni bırakırsanız başınız derde girmez."
"Ya bırakmazsam."
"O zaman size hayatınızı zindan ederim ve bana dokunacak olursanız ilk bulduğum anda sizi öldürürüm."
Adam ifadesiz bir halde bakarken gözlerine, kız ona bakarken öfkeye kapılamayacak kadar korkmuştu.
"Aptal değilim." Diye ağır aksanıyla konuşurken, zorlukla yutkundu. Hala sütçü kız taklidi yaptığının kendisi bile farkında değildi.
"Sizinle konuşup anlaşmama müsaade edin."
"Şartların mı var?" dedi adam eğlenen bir tonda.
"Elbette, şartlar her zaman vardır."
"Başla o zaman." Dedi adam kollarını geniş göğsünün altında bağlayıp bacaklarını biraz açarak ona tepeden bakarken. Kız yutkunarak aklındaki planını tarttı. İstediğini elde etmişti ama ona güvenemeyeceğine emin halde hareket etmeliydi. Yine de seçeneği yoktu, şartlar tartışmaya açılacaktı.

Kime Niyet Kime KısmetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin