Mektup

14 0 0
                                    

Asansörün kapıları yeniden kapılarla dolu bir koridora açıldı.

" İşte okul yerine gittiğimiz yer burası, " dedi Isabel asansörden adımını atarak.

Onlarca çocuk koridorda duvarlara yaslanmış sohbet ediyor, sınıflardan çıkıyor ve sınıflara giriyordu. Bir çoğuyla yaş farkımın çok olduğunu sanmasam da benden daha iri ve büyük gözükenler vardı.

Tedirgindim. Ne yazık ki tedirginliğimin sebebi son saatlerden başıma gelenler ya da kendimi yabancı gibi hissetmem değildi. Bakışlarıydı. Bütün gözler, o sert bakışlar benim üzerimdeydi ve ben giderek küçüldüğümü hissediyordum.

" Bir sorun mu var? " diye sordum Isabel, Jack ve Leonard'a fısıldayarak. Henüz koridorda yeni yürümeye başlamış olmamıza rağmen ortamda aniden meydana gelen sessizlik ve tuhaf fısıldaşmalar tüylermi ürpertmişti.

Birbirleri ile bakışarak konuşuyor gibiydiler. Akıllarından geçenler hep aynıydı ve konuşma gereği duymuyorlardı. Bir şeyler biliyorlardı ve bunları bana anlatmamakta ısrarcıydılar.

" Neler oluyor? " dedim kaşlarımı çatarak. Daha fazla dayanamayacaktım. Aydınlatılmalıydım, bir açıklamaya ihtiyacım vardı. " Burada ne aradığımı bilmiyorum, sizinle kalacağımdan söz ediyorsunuz, ama bana hiçbir şeyden bahsetmiyorsunuz. "

" Sadece bir gün, Alex, " dedi Isabel. " Burayı gör ve nereye ait olduğunu anlayacaksın. İçgüdülerine güven, onlara bir kulak ver. "

Ses tonu asla incelmiyordu. Her zaman sert duruşunu ve mavi gözlerinin sert bakışlarını koruyordu. İnatçı ve güçlüydü. Bunu kendinde savunma mekanizması edinmişti. Bu şekilde insanları kendinden uzaklaştırıyor, üzerine gelinmesine engel oluyordu.

Bir an olsun şikayet etmekten vazgeçtim ve dediğini yaptım. İçgüdülerim beni asla yanıltmamıştı. Olanlar gözlerimin önünden hızlandırılmış bir şekilde geçerken gözlerimi kapamış, sadece odaklanmıştım. Belki de her zaman kendimi farklı, yalnız hissetmemin bir sebebi vardı. Hayatım boyunca tek bir şeye inandırılmıştım: Her şeyin bir sebebi vardı ve eğer bu doğruysa, benim şu anda burada bu insanlarla birlikte olmamın da bir sebebi olmalıydı. Sadece bir şans... Kararım buydu. Bunların tamamen hâyâl ürünü olmadığını anlamak için bu geceye kadar vakit vermiştim kendime. Bugünü bu lanet yerde geçiriyordum ve sonra da bu yerden çekip gidiyordum. Planımı kesindi. Eğer burası benim hâyâl gücümden ibarettiyse, zaten kontrol kumandası benim beynimdi, yani endişelencek hiçbir şey yoktu.

Şimdiden annemin, Peter'ın ve Jessica'nın ne kadar kaygılandıklarınıtahmin edebiliyordum. Bir tek onların yanındayken sevildiğimi hissediyordum ve onlara abimden sonra bu korkuyu bir kez daha yaşatmaya hakkım yoktu. Ben de onları bırakıp başka bir yere gitmeyecektim.

Bir anda düşüncelerime karşıma gelen, sarı saçlı, ela gözlü bir kız yüzünden ara vermek zorunda kaldım. Zayıftı ve tam benimle ve Isabel ile aynı boyda olduğu söylenebilirdi. " Merhaba, " dedi. " Sen Alexandra olmalısın. " Pembe dudakları aralandı ve gülümsedi. Bakışları, Isabel'in bakışlarının yanında çok daha cana yakın ve sıcak gelmişti. Hafif İngiliz aksanı ve ses tonu onu daha da tatlı yapıyordu.

Isabel, Jack ve Leonard'a yumuşakça sarılarak onlarla da selamlaştı. İyi anlaştıkları belli oluyordu, çünkü Isabel'in ilk defa bu kadar içten gülümsediğini ve Leonard'ın da zaten sıcak bakan gözlerinin daha da yumuşadığını hâttâ gözlerinin parıldadığını görmüştüm. Jack'in de gözlerinin içini gördüğümde... Sanki bir anda içimdeki buzlar erimişti. Ama Jack'in gülümsemesinden değil, dostluklarından. Hayatım boyunca böyle bir arkadaşlık aramıştım. Birbirlerine sahip çıkıyorlardı ve yapmacık değillerdi. Alice her gülümsediğinde hissettiğim o hissi, onlarda hissetmemiştim. Gerçekten mutlu olmuşlardı.

SAVAŞÇIWhere stories live. Discover now