Gözlerimi acıtan güneşten daha fazla kaçamadan yorgun göz kapaklarımı açtım yeni güne. Yatakta fazla oyalanmadan ayaklarımı yataktan sarkıtarak oturur pozisyona geçtim. Kendime gelmenin en güzel yolu soğuk bir duş olacaktı sanırım. Hemen ayaklanarak odamdaki banyonun yolunu tuttum.
Duşumu kısa tutarak lacivert bornozumla banyodan çıktım. Kafamda lacivert bornozumun bir eşi gibi duran havlumla dolabımın karşısında dikilmeye başladım. Bugün çarşamba günüydü. Yani okul var demekti. Okulu seviyordum. Ama okul hayatım boyunca yaşadıklarım ya da bana yaşattıkları nedeniyle okula gitmek bana zul geliyordu.
Neyse daha fazla aylaklık etmeden siyah bir iç çamaşırı takımını elime aldım ve üzerime geçirdim. Sonra lacivert okul pantolonumu ve beyaz gömleğimi giydim. Ceketimi evden çıkarken giyerim diye düşündüğüm için giymedim. Kıyafetlerimi giyerken düşen havlumu tekrar saçlarıma doladım. Ceketimi de elime alıp odadan çıktım.
Yalnızlık kötü şey değil azizim. Bir yerlerde seni düşünen bir insan evladı varsa eğer. Benim yoktu. Belki de vardı bilmiyorum.
Başımda oluşan ağrı pekte iyi şeylerin habercisi değildi. Yine ağrı kesicilerden medet umacaktım. Sadece başım değildi ki ağrıyan. İçimde de bir ağrı vardı tarifini yapamadığım. Ağrı kesici ilaçlar kaburgalarımın içindeki sızıyı geçir mi?
Sade kahvemi hazırlamak için su ısıtıcısına suyu doldurup ısınması için düğmesine bastım. Bu arada kendime bir ağrı kesici arıyordum mutfak dolaplarında. Sonunda bir tane bulup bir de bardak çıkarıp bir yudum suyla ağrı kesiciyi yuttum. Tabi bu arada kahvem için su kaynamıştı. Kahvemi hazırlayıp mutfaktan çıktım. Yemek yiyecek halim yoktu. Sadece kahve kupamla oturma odasına geçip gümüş renkli oturma grubunun bir parçası olan tekli koltuğa kuruldum.
Bugün önceki günlere nazaran daha halsiz hissediyordum. Sanırım uykusuzluktan ölecek ana ulaşmıştım. Ne güzel olurdu. Tabi bende şans denen şeyin zerresi olmadığından bu şey beni öldürmez süründürürdü.
Kahvemi bitirdiğimde başımın ağrısı da bayağı azalmıştı. Saati kontrol ettikten sonra ayaklandım. Daha yarım saat vardı. Önce saçlarımı bir düzene sokmam gerekiyordu.
Hantal adımlarla salondan çıkıp soldaki merdivenlere doğru yürüdüm. Merdivenleri tırmanırken okula gidip gitmeme konusunda kendimle mukayese içindeydim. Neyse ki bu konuda kendime sözüm geçiyordu. Sonunda merdivenleri bitirip odama ulaştım. Banyoya girip kafamdaki havluyu kirli sepetine gönderdim. Saçlarıma şekil vermek zaten zordu şimdi nasıl uğraşacaktım hiçbir fikrim yoktu. Kollarımı saçlarıma kadar kaldıracak halim bile yoktu. Ama dünde gitmediğim için bugün okula gitmem gerekirdi.
Saçlarımı taramaktan hoşlanmıyordum. Parmaklarımla tarar gibi saçlarımın arasından geçirmek yetiyordu. Saçlarımı zorlu da olsa örüp, ucunu lacivert bir lastikle tutturdum. İşimi bitirdikten sonra son bir kontrol yaptım. Gayet uygundum okula gitmeye. Banyodan akabinde odamdan çıkıp merdivenlerden indim. Ceketimi giyip, çantamı aldıktan sonra evden çıkmaya hazırdım.
Bahçeden çıkarken etrafı da kontrol etmekten geri duramıyordum. Hala dün ki sürprizin etkisinde olduğum bir gerçekti. Dün annem ve babamla konuştuktan sonra iyi bir araştırma yapmıştım. Bana paketin geldiği saat kargo şirketlerinin dağıtım yaptığı saat dilimi içinde yer almıyordu. Ne yapacağım konusunda çok dengesiz hissediyordum. Ya peşine düşüp göndereni bulmalıydım, ya da boşverip isimsiz hediyemi kullanmalıydım. Peki hangisi kişiliğime uyardı?
İnsanların tuhaf bakışlarının her zaman odak noktası olmuştum. Ama bunu kafaya takmayı bırakalı uzun zaman oluyordu. Ya da insanların bana bakabileceği mesafede dolanmamayı öğreneli çok oluyordu. Bugün ise sanki ilk kez böyle bakıyorlarmış gibi hissediyordum. Bu hisle baş etmeye çalışırken okulun kapısına geldiğimi fark ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH ÇIKMAZI (UYKUSUZLUĞUM)
Fantasi'Ben neyim? Bir cevabın yoksa benim dünyama yaklaşma. Benim bir cevabım yok.' Durakladı. Kolay bir soru sormadığımı biliyordum. Kolay olmayacağını biliyordum. Cevaplarımı alacağım tek yaşayanın o olduğunu da biliyordum. Artık bilinmezliğin kuyusuna...