5

542 36 12
                                    

Henüz lise bire yeni başlamıştık ve ailemin geçmişi benim için acı bir anıdan ibaretti o zamanlar. Okulda Kwang dışında kimseyle konuşmaz, yemek yemez hatta çok nadir şarkı söylerdim. O zamanlar en fazla üç kişinin önünde şarkı söyleyebiliyordum; kısaca sahne korkum vardı. Büyük sınıflar bizi eziyordu ve o dönem tek destekçim Kwang'dı.
Üçüncü sınıflardan üç kız; okulun açılmasından bir ay sonra beni kafeteryada sıkıştırmışlardı. Kwang arkamda durup sadece bir süre olacakları izlerken kızlar ailemin geçmişini öğrendiklerini, babamın üvey anneanneden annemi satın aldığını suratıma bağırarak - tükürerek - söylemeye başladıklarında yumruklarımı sıkıp sakinleşmeye ve gitmelerini beklemeye başlamıştım ama kızlar anneme ve babama hakaret etmeye, beni ikide bir omzumdan geriye itmeye başlayınca kendimi sıkmam işe yaramamaya başlamıştı. 
'Annen de, sen de ve o aptal kardeşin de sürtüksünüz!' demişti kız. Hiç acımadan suratına sert bir yumruk geçirip kızı yere düşürmüştüm ve arkadaşları şok geçirmeyi atlatana kadar iki üç tane yumruk atabilmiştim. Sonrasında ise Kwang'ın da dayak yediğini ve o üç kızın beni yerde tekmelediğini hatırlıyorum, en son da Müdür Lee'nin odasında annemin ve babamın okula gelmesi için arandığını ve benim okuldan atıldığımı biliyordum. 
Soruşturma ve diğer birkaç şey bir hafta kadar sürmüştü ve ben dedemin evinde, misafir odasında kendimi dış dünyaya kapatmıştım. Kwang gelip bana yalvarmıştı, kapıdan içeri almadığım zamanlar bağırmıştı bana ve ağlamaya başladığımda benimle ağlamıştı; olayı harfi harfine anlatmamı istiyordu ama asla anneme o kelimeyi söyleyemezdim, kalbi kırılır ve paramparça olurdu. Okuldan atıldığımı için son kez imza atmak adına okula gittiğimde ise Müdür Lee Kwang'ın tüm olayı aileme ve disiplin kuruluna anlattığı söylemişti, okuldan atılan ben değildim. Bu bilgiyi öğrendiğim akşam anneme sarılarak uyuyana kadar ağlamıştım ve sabah da Kwang'a sıkıca sarılmıştım. 

''Hadi şu bardakları makineye yerleştir de bir an önce prova yapalım.'' dedim Kwang'ı ittirerek. Hatırladığım anı ile gözlerimin dolduğunun farkındaydım ve Kwang'ın fark etmemesi için tabakları akıtmaya ve makineye yerleştirmeye başlamıştım. Tek tek ılık su altında, hafif köpüklü sünger ile akıt, sonra yerleştir. Kwang'da bardakları ve meze tabaklarını yerleştirmeme yardım edince işimiz daha da hızlanmıştı ve iki üç tane var olan tencereleri de yıkayıp, kurulayıp kaldırınca mutfağın işi bitmişti.
''Kwang...'' dedim aniden suratımı ona çevirerek. Bana dik dik bakarken ıslak ellerimi üstüne sildim. ''Bana geçen sene bahsettiğin, uzun süredir sevdiğin kızı hala seviyor musun?'' 
Ellerini havluya kurularken başıyla onayladı. 
''Peki... Sevmek nasıl bir his? Yani sen karşılık bile beklemiyorsun...'' 
''Sevgi tarif edilmesi zor ama aklından çıkması daha da zor olan bir duygu. Kalbine bir kılıç gibi saplanıyor ve her daim o kişi dışında bir şey düşünemiyorsun. Sevdiğim kişi gülümsediğinde içimde bir yanar dağ patlama anı gerçekleşiyor, bedenim buz gibi havada bile ısınacak kadar sıcaklıyor ama o ağladığında sanki üzerime tonlarca ağırlıkta şeyler fırlatılmış gibi hissediyorum. '' dedi ve yere bakınmaya başladı. ''Ona olan sevgimi saçma bir 'Seni seviyorum.' lafı ile ifade etmedim hiç, 'Üşüdün mü?' dedim, onu korudum, ona destek oldum. Kimi zaman onunla güldüm, kimi zaman da onsuz ağladım. Aslında benim farkıma vardığından bile şüpheliyim. Öyle bir şey ki; hem birkaç santimlik yakınımda hem de sanki koşmam gereken kilometrelerce uzağımda.'' 
Omuzları düşmüştü, iç çekişini odada tüm dünyanın gürültüsü bile olsa duyabileceğim derece iç karartıyordu. 
''Peki, ona söylemeyi hiç düşünmedin mi?'' 
''Eğer ona onu sevdiğimi söylersem; aramızda incecik olan bağ paramparça olacak. Ben o zaman ne yaparım Min? Nasıl nefes alırım onsuz? Nasıl şarkı söylerim? Nasıl hayal kurabilirim?'' dedi gözlerimin içine bakarak. 
Hiç aşık olamamıştım; ilk aşk mevzuları falan da yalandı benim için. Ben sadece hayallerine bağlı bir kızdan başka bir şey olamamıştım, elimden geldiğinin en iyisini yapan, müziğim ve sesim ile insanları kendime bağladığım bir birey olmuştum. 
''Hey! Hadi gidip dans edelim ve rahatlayalım. Aşk da neymiş? Elma mı?'' dedim Kwang'ın elinden tutup ayağa kaldırırken. Bana bakıp burukça gülümsedi. 
''Aşk bir meyve olsaydı eğer patlıcan olurdu.'' dedim. 
''Aptal, patlıcan meyve değil sebze.''
''O zaman brokoli. Tadı berbat!'' 
''Sana meyve ve sebzeleri öğreten kim acaba? Gidip kendisini boğarak öldüreceğim!'' 
''Kai öğretmişti küçükken.''
''Desene senin beynindeki tahta eksikliğinin nedeni bu...'' 
''En azından bende tahta eksikliği var; seninki boş bir teneke! ''
''Teneke mı? Benimki en azından ses çıkartıp, müzik yaratabiliyor.''
''Seninki en fazla gürültü çıkartıyor.'' dedim ve karın boşluğuna vurup prova odasına doğru koştum. 

**
*Mezuniyet Sonu

Gitme. Beni burada bırakacağını söylemeBeni bu anıda bırakmaSana tutunamayan gözlerime bakmaSadece gitmeAldanma. Cazibeye kapılmaHer şey sonsuza kadar kalmazKış geçtiği zaman, ilkbahar takip eder, biliyorsunSadece gitme

Büyülenmiş gibi izlemeye devam eden veliler, öğretmenler ve öğrenciler için veda şarkımızı söylemeye başlamıştık. Sahnede on kişinin oturabileceği şekilde uzun, siyah bir dikdörtgen prizma bulunuyordu, hemen on kişinin altında da uzunluğu aynı, on bir kişi alan yarım ay şeklinde bir prizma bulunuyordu. Kalan beş kişi - Kwang, ben LiChan, Chan  - ayaktaydık. Ana vokaller olarak ayakta kalmayı seçmiştik; kızlar beyaz ve açık gri tonlarında elbise giyinmişti, erkekler ise siyah ve lacivertten biraz daha koyu bir mavi tonlarında giyinmişlerdi. 

Bugün geçtiğindeYarın farklı olacakmış gibi hissettiriyorSensiz gidebilmem mümkün olacak mı?


İlk sahneye çıktığımızdan beri insanlar ağızları açık bir şekilde bizleri izliyordu, beklenmedik nota çıkışlarımız, dört ana ses olarak birbirimiz ile olan uyumumuz ve danslarımız ile büyülemeye devam etmiştik. Sahne dekorlarını hep kendimiz hazırlamıştık, kıyafet seçimleri bize aitti. Öğretmenlerimiz sadece şarkıları seçmişlerdi ve geçen her dakika biraz daha büyülenmişlerdi. 

Bir daha görüşeceğimiz güne kadar hoşça kal, hoşça kalBir daha görüşeceğimiz güne kadar hoşça kal, hoşça kalKimse biliyor mu, kimse biliyor mu?Bunun bana nasıl hissettirdiğiniBir daha görüşeceğimiz güne kadar hoşça kal, hoşça kalHoşça kalHoşça kal

Son şarkımız 2Ne1'dan Goodbye'dı. Hem mezun öğrencilerimize, hem de geceye veda etmek için seçilmiş olan bir şarkıydı. 
Mezuniyet törenine kadar olanları anlatacak olursam da; Kwang'ı Cumartesi günü okula kilitlemiştim ve Pazartesi sabahına kadar da okulda kalmak zorunda kalmıştı, Hyun resim kursuna yazılmıştı ve bir aile yemeği daha yapılmıştı. Kwang ile aramız daha da sıkı olmuştu ve benimle alışverişe gelmişti, aldığım her şeyin parasını ödemişti ve bana yemek ısmarlamıştı. İki kere ayağımı burktum ve bir kere de sesimi kullanamayacak kadar hasta olmuştum. Başka ayrıntı varsa bile umurumda değildi. 

Güvenme. Kırık hikayelere güvenmeKaderi kaybetmeBirlikte verdiğimiz sözler akla geliyorGözyaşları düşüyor. UnutmaEğer işler zorlaşsa da, iyi olacakYaslanacak birine ihtiyacın olduğunda bana gelSenle sonsuza kadar kalamasam daSadece bir süre için iyi olacak

Kwang'ın sırtına yaslanıp nakaratı söylemeye başladım. Son sahneye çıkmadan önce Kwang bana bir şey söylemesi gerektiğini bu yüzden de eve beraber yürümek istediğini söylemişti. Kabul ettim, sonuçta ondan zarar gelmezdi. Ah bu arada Öğretmen Li'nin verdiği ödevden; sınıfın içinde en yüksek notu almıştık. Vixx - Memory söylemiştik ve şarkı biter bitmez Öğretmen Li bizi sınıftan kovmuştu ve iki ders boyunca da geri almamıştı. Sınıfa aldığında ise tam puan aldığımızı söylemişti ve konuşmamızı bile izin vermemişti. Kadının sorunu ne hala anlamamıştım ama sanırsam hamile olmaya başlamıştı ve güzel ses duydukça kuduruyordu. Sorunlu karıdan başka ne beklenir ki zaten. 

Hoşça kalHoşça kal


Şarkının bitmesi ile yirmi beş kişi aynı anda selam verip evlere dağılmak üzere üstlerimizi değiştirmiş ve kimimiz ailesinin arabası ile evine gitmişti, kimimiz otobüs veya metro ile ve Kwang ile bende salak gibi gecenin bir köründe yürüyorduk. 
''Dondum beyin yoksulu.'' dedim kollarımı ovarken. Siyah gökyüzünden beyaz ve ince kar taneleri yavaşça yere iniyordu, olmayan yıldızları varmış gibi gösteriyordu. 
''Hadi ne konuşacaksan konuş da eve hızla gidelim.'' diye hayıflanmaya başlamıştım bile. Sokak lambalarının altından geçen kar taneleri minik gölgeler ile manzaraya güzellik katıyordu. 
''Hani... Sana sevdiğim kişiden bahsetmiştim ya...'' dedi tereddütlü bir şekilde. Sesi titriyordu ve üşümeye de başlamıştı bile.
''Evet şu meşhur kız... Ne olmuş ona, ölmüş mü?'' dedim gökyüzündeki karları izlerken. 
''Hayır. O kız şu an tam karşımda, gökyüzünü izleyen masum bir melek gibi görünen kişi.'' 

-xoxo

Evlilik Oyunu 3 ✔| MinahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin