Başlayalım;

432 138 39
                                    

Medya: Ferda ve bu kitabın içeriğiyle ucundan benzettiğim bir klip

-Her insan,  hayatında mutalaka ihanet etmiştir. Bir karıncaya bile olsa.

                                ₪

Koştum, ardıma bakmadan.

Koştum, ardımdakilere bakmadan.

Nefessiz koştum, nereye gideceğimi bilmeden, ne istediğimi bilmeden koştum. Ayak tabanlarım sızlayana kadar koştum bu belirsiz yolda. Ne dikenli kaldırımlar, ne de dizlerimde ki yaralar acıtmadı canımı ihanetin acıttığı kadar.

İhanetle başlıyordu benim yolum. Mürekkebim bir kere imza atmıştı o yollara, ufuk görünmeden geri dönemezdim. Sisli bulutlar yoldaşım oldu, sırtımı dayadığım ağaçlar sırdaşım. Kimse yoktu yanımda, ne sağımda ne solumda.

Bunu ben istemiştim.

Bunu ben yapmıştım.

Ben onlara ihanet etmiştim...

Dünyada ihaneti en son hak eden insanlara ben ihanet etmiştim. Hayatım boyunca karşıma çıkan bütün engellerde bana siper olan insanlara ben çukur olmuştum. Düşüp yara aldılar. Sonra tekrar el ele tutuşup çıktılar ordan. Tuttukları eller arasında benim elim yoktu çünkü onlar uzanmadan ben geri çekmiştim ellerimi.

Aynada ki yansımama baktım. Kırışıksız cildime inat buruş buruş ciğerlerim, büyük dudaklarıma inat küçük merhametim. Mavi gözlerime tezat kapkara hissettiğim kalbim...

Ben buydum, değişmek isteyip de değişemeyen o kızdım.

Derin bir nefes alıp burnumu çektim. Son kez aynada ki yansımama bakarak konuştum. "Aylarca bekledin bu anı. Hazırsın artık. Mızmızlanma ve bir yerden başla." sonra kaşlarımı çattım kendime. Dakikalardır aynı yerde, aynı görüntüye, aynı kelimeleri söyleyip duruyordum.

Deri ceketimin yakasını düzelttim ve lavabodan çıktım. Ahşap merdivenleri seri adımlarla inerken çıkan o sese ayar olmamak elde değildi. Dökülmüş pansiyondan çıktığımda yüzüme vuran rüzgarla daha da dikleşti sırtım. Artık kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Elimde olan her şeyi bir kumar masasına yatırmış ve kaybetmiştim. Şimdi kaybettiklerimi geri alma vaktiydi. Her ne kadar her şeyi geri alabilsem de alamayacağım tek şeyin zaman olduğunu adım kadar iyi biliyordum. Gerçi şu durumda adımı dahi bilmiyordum ya, neyse.

Yürürken attığım her adımda cesaretim bir bardak gibi çatlayıp duruyordu. Şuan tek temennim bu bardağın çatlaklıklara dayanamayıp kırılmamasıydı.

Her bir köşe başında bir gülüş, her sokakta bir anı yakalıyordum. Nihayet benim hikayemin başladığı o sokağa girdiğimde kalbim fütursuzca atmaya başlamıştı.

Ne çok kez geçmiştim bu sokağın kaldırımlarından. Bazen gözyaşlarıyla, bazen kahkalara, bazen çatık kaşlarla. Az ileride önüme çıkan dik yokuş mesela. Kışın kar yağınca yaptığımız ilk şeylerden biri altımıza poşet koyup o yokuştan deli gibi kaymak olurdu. Ya da şu kenarımda kalan boş arsa. Defalarca kez şahit olmuştu bizim yalınayak top koşturmalarımıza. Ben bitirmiştim. Bunların hepsini ben hayatımdan çıkarmıştım. Şimdi ise oturup bunları tekrardan hayal edecek son kişi bile ben olamazdım.

Bir kaplumbayı aratmayan adımlarım ne zaman orda durmuştu bilmiyordum. Önümde ki rengi canlanmış tabela, sanki bütün yaşanmışlıklara rest çekmek için yeniden ahenklenmişti. Hem de en sevmediğim renklerlerle. Mor ve beyaz. Çok iyi biliyorlardı. Neyden hoşlanıp neyden hoşlanmadığımı çok iyi biliyorlardı. Bilerek yapmışlardı. Az bile olmuştu...

F E R D AHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin