bunu çok sevin tamam mı
"Hayatınızdan memnun musunuz?"
Psikoloji hocamızın sormak için sorduğu bir soruyla dersi dinliyor ve dinlemiyor arasında bir yerlerdeydim. Uyku bastırmıştı ve erkek arkadaşımdan mesaj bekliyordum. Dersten sonra kampüste buluşacaktık ve sonra da yemek yemeye gidecektik. Üç ay kadar uzun bir süredir beraber dışarı çıkamıyorduk çünkü ailesi ile çözmesi gereken şeyler vardı. Benden biraz süre istemişti ve ben de ailesine kadar karışamayacağımı söyleyerek nasıl iyi hissedecekse öyle yapmasını istemiştim.
Gözlerim göz kapaklarımla uyum içinde, kirpiklerimi de bu işe alet edip kandırmıştılar ve hep birlikte yavaşça kapanıyorlar bilincimi de ikna edip uyumam için yalvarıyorlardı. Dün gece her hafta yüz sayfa ödev veren Ashley ismindeki, sürekli yaşlı teyze topuzu yapan ama aslında henüz otuzlarında olan öğretim görevlimizin verdiği ödevle uğraşmış ve zor da olsa bitirmiştim ancak sonunda elbette ki uykusuzdum. Gözlerim kapandığında telefonuma gelen mesajın bildirim sesi herkes tarafından duyulmuştu.
Dudağımdaki koyu renk rujun silineceğini umursamadan dilimi dolgun dudaklarımda gezdirdim. Telefonumu açtım ve kampüse geldiğini haber veren Kore asıllı sevgilimin mesajına gülümseyerek cevap verdim. Onunla burada, Kanada'da tanışmıştık. Bilirsiniz, burada iki resmi dil var ve o ikisini de öyle akıcı kullanabiliyor ki, sanırım bu yönüyle etkilenmiştim. Koreli olmasına rağmen ana dili gibi konuşabiliyordu ve bu gerçekten etkileyiciydi.
Benim amerikan, onun koreli olmasından kaynaklanan hiçbir sorun yoktu. Ailem Jungkook'u çok sever ve sürekli onu bize yemeğe davet etmem için uğraşırlardı. Ben bile bu isteklerinden sıkılmışken Jungkook'un sıkılmamış olacağını düşünmek biraz saçmaydı. Jungkook'un ailesi memleketlerinde, Kore'de, yaşıyorlardı. Kore'den dönmüştü ve onu her şeyiyle özlemiştim.
"Cassie, ders bitti gelmiyor musun?"
Pantolonumun dışarı çıkan ön cebinin içine elimi sokup düzelttim, telefonumu üzerimdeki şişme montun cebine koydum. Çantamı omzuma geçirmeden önce içine kalemlerimi ve okumamız için verilen psikoloji kitabını çantama attım. Arkadaşım Betty'e gülümsedikten sonra onunla birlikte buradan çıktık. Tatlı parfüm sıkmayı veya etek giymeyi seven bir kız değildim. Parfümlerim genelde sert ve afrodizyak etkisi bırakacak derecede iddialı olurdu ve benim siyah, düz, omzumun altında kalan saçlarıma; bembeyaz tenimle birlikte iyi sayılabilecek fiziğime uyardı bu parfüm. Yani erkek arkadaşım öyle söylemişti.
Kampüse vardığımızda Betty kuzeninin onu almaya geldiğini söylemiş, bana hoşça kal diyerek yanımdan gitmişti. Telefonumu çıkartıp erkek arkadaşımı aramak için tuş kısmına girdim. Arama tuşuna basacağım an onun beni aradığını görüp gülümseyerek açmıştım. 'Bebeğim,' diye başladığı konuşmasına nerede olduğunu söyleyerek son vermişti.
Her zaman oturduğumuz ağacın orada beklediğini söylemişti ve ben de çok vakit kaybetmeden oraya doğru yönelmiştim. Tanıdık birkaç kişiye selam verip gülümsemiştim ve ağacı gördüğümde elinde iki tane sprite tutan erkek arkadaşımı görüp dişlerimi çıkartıp gülümsedim.
Yanına vardığımda spriteları yere bıraktı, ellerimi boynuna sararak ona sarıldım ve damarlı, büyük ellerini belime sarmasıyla gülümsedim. Kafasını boynuma sokup derin bir nefes aldığında huylanıp kıkırdamıştım.
"Seni özlemişim Cassie."
Oldukça özlememiş gibi söylediği kelimelerle yüzüm biraz düşse de hemen kendimi toparlayıp gülümsedim. Dudaklarına öpücükler kondurdum ve kafamı göğsüne yasladım. "Ben de seni özledim Jungkook."
Ağacın dibine oturduğumuzda spritelarımızı açıp birbirlerine tokuşturmuş ve ayaklarımızı uzatmıştık. Her zamanki gibi bacaklarım onun bacaklarının üzerindeydi ve kafam da onun göğsündeydi. Bir elini omzuma atmış diğer eliyle spriteını tutuyordu. Uzun zamandır görüşmemiş çiftler gibi değildik. Aksine her hafta buluştuğumuz zamanlardaki gibi normal bir buluşmada gibiydik. Bunu belki de ben yanlış anlıyordum fakat emin de olamıyordum.
Telefonu çaldığında kolunu omzumdan çekip saçıma bir öpücük kondurmuş ve cebindeki telefonu çıkartıp aramayı cevaplamıştı.
"Pekala Kevin, yeri belirleyip yazarım sana."
Kevin onun eşcinsel bir arkadaşıydı ve benimle de iyi anlaşan birisiydi. Sanırım bir yerde buluşmak istiyorlardı fakat ben erkek arkadaşımı bırakmak istemiyordum.
"Nereye?"
Gülümsemiş ve tavşan dişlerini meydana çıkartmıştı. Gülüşünden öptüğümde gülen yüzü düşmüş ve beni az da olsa kendinden uzaklaştırmıştı. "Bir daha bunu yapma, Cassie." Kaşlarını çatmış ve beni şaşkına uğratmıştı.
"Akşama Kevin ve erkek arkadaşıyla buluşacağız. Bir otelde."
Otel demek bir akşam yemeği ve sonrasında seks demekti. Bu fikri beğenmiştim. Kafamı sallayıp, bu kez Jungkook'un göğsüne uzanmadan spriteımı dikmiştim.
*
Yemekteydik ve eskisi gibi davrandığımızı düşünmüyordum çünkü sürekli dokunuşlarını benden eksik etmeyen Jungkook elimi bile tutmamıştı ve ben sadece arkadaşlarımla bir yemekteymişim gibi hissediyordum.
Jungkook hafiften sarhoş ve Kevin ile sevgilisinin seks hayatlarından bir muhabbet döndürüyordu. Normalde asla yapmayacağı şeyleri yapıyor gibiydi, Kore'de üç ay geçirmesi onu değiştirmiş gibi.
Şarabı bitiremediğim bardağımı sallayıp şarabı karıştırdım. Önümdeki ete dokunmamıştım bile. Onlar ise yemeklerini yemiş, tatlılarını yemiş üzerine Kevin dondurma bile söylemişti. Benim dışımda herkes mutlu gibiydi. Sıkılmıştım ve değişen şeylerden dolayı korkuyordum.
Bir şeyler vardı, bilmesem bile hissedebiliyordum. Jungkook bana karşı böyle değildi. Daima gülüşünden öpmezdim belki ama daha öncelerde bir kez yapmıştım ve bunu değişik bulup hoş karşılamıştı.
Bu kez benden uzaklaşmıştı ve ben sebebini anlamıyordum. Öpüşü eskisi gibi değildi, öpüşünün tadı da eskisi gibi değildi ya da, ya da ben aklımı kaçırıyor olmalıydım. Bardağımdaki şarabı kafama diktiğimde Jungkook'a baktım ve çoktan uçmuş olduğunu fark ettim. Kaçıncı şampanyayı bitirdiklerinin haddi hesabı yoktu ve Jungkook zaten güçlü bir bünyeye sahip değildi.
Onu durdurmazsam daha fazla içer ve sabaha kadar tuvalette durup kusardı. Kusmaktan nefret ediyordu, karnının çok kasılmasından nefret ediyordu, ve ben kustuktan sonra midesi acığında ağladığını bilecek kadar iyi tanıyordum onu.
Onu gerçekten seviyordum ve bir seneye yakındır birlikteydik, benden daha önce böylesine kaçmamıştı, itiraf etmeliyim ki kırılmıştım.
"Cassie, hadi odamıza çıkalım bebeğim."
Ağzında yuvarladığı kelimeler anlaşılması zor bir hal almıştı ancak beni masadan kaldırmadan hemen önce bir tomar para bırakmış ve hesabı ödemişti. Masadan kaldırıp elimi tutmuş ve otel odasına doğru ilerletmişti.
Odaya girene dek yalpalamış durmuştu ve en son ben omzunun altına girmiştim. Odaya girmek için elindeki kartı okutmuştu ve içeri girdiğimiz gibi beni yatağa itip üzerime çıkmıştı.
Heyecanlanmıştım ancak onunla seks yapmak istediğimi sanmıyordum. Aslında evet istiyordum ancak o bu kadar sarhoşken istemiyordum.
Diliyle önce boynumu sonra göğsümü turladı. Dudakları ve dokunuşları her yerdeyken aynı istekle ona karşılık verdim. Tamamiyle tenlerimizin birbirine geçip, çarpıştı, bir bütün olduğumuz fakat benden uzak gibi olduğu bu iğrenç gece daha ne kadar rezalet bir anı olarak zihnimde yer edebilir diye düşünüyordum.
"T-taehyung."
Jungkook seksimizden sonra uyumuştu ve bir isim sayıklıyor gibiydi. Korece kelimeler söyleyip sürekli Taehyung diye bir şeyi tekrarlıyordu ve bence bu, bir insan isminden başka bir şey; değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
perfect'taekook
FanfictionCassie ve Jungkook farklı dünyaların insanları olmalarına rağmen bir seneye yakın bir süredir birliktedirler ancak ailevi meselelerini çözmek için memleketine giden Jungkook geri geldiğinde eskisi gibi değildir. "T-taehyung." Hiçbir şey, aynı kalma...