1. Bölüm

129 9 15
                                    


Edebiyat dersinin bitmesine dakikalar kaldı. Zaten dersi dinlemiyorum ki. Eğer iki yıl üst üste sınıfta kalmasaydım lisenin son yılını değil iki yıllık üniversitenin son yılını bitiriyor olacaktım. Kendinden iki yaş küçük bebeklerle aynı sınıfta olmak berbat. Hepsi tam bir aptal.
Gözümü Bayan Hemmings'in yüzünden alıp tahtanın üzerindeki saate çevirdim. Tam dört dakika kaldı. Bayan Hemmings' in dırdırı dört dakika sonra bitecek ama daha sonra Bay Calloway'in saçma sapan konuşmaları başlayacak. Şöyle bir düşününce hayatım her yönden berbat. Derslerim berbat, işim berbat, doğru düzgün bir ailem bile yok.
"Evet çocuklar toplanabilirsiniz." Bayan Hemmings'in sesiyle tuhaf düşüncelerimden çıktım. Ve işte zil de çaldı. Herkes koşarak sınıftan çıktı. Bense ağır ağır çantamı sağ omzuma astım ve Bayan Hemmings'in dik bakışlarını arkamda bırakarak kapıdan dışarı adımımı attım ancak bilindik o cümle ile durdum.
"Bay Westry, lütfen buraya gelin."
Geçen hafta söylediklerinin aynısını söyleyecek, ben sıkıldım ama bu kadın bir türlü sıkılmadı. Sinirle arkamı döndüm ve Bayan Hemmings'e baktım. Parmağıyla gelmemi işaret etti. Sırıtarak ilerledim.

"Evet Bayan Hemmings."
Gözlüğünü çıkardı ve katlayıp masanın üzerine, ders kitabının sağına koydu. Beyaz saçlarını aşağıdan topuz yapmıştı. Gözlerini gözlerime dikti. Beyaz saçları ve mavi gözleri ile hiç de güzel gözükmüyordu. Derisi kırışmıştı. Pembe rujunu kenarlara taşırdığı dudakları konuşmak için aralandı.
"Bak Jason" Derin bir nefes aldı ve devam etti."Finallere iyi çalışmalısın. Yoksa bu yıl da kalırsın ve üç yıl üst üste sınıfta kalırsan ne olacağını biliyorsun. Okuldan atılırsın. Sadece son sınavlara çalışırsan bile geçebilirsin. Lütfen."Yalvarır gibi bakınca Gözlerimi devirdim.
"Ahh, peki."
"Biliyorsun, senin iyiliğin için."
Tabii, kimse okulun başarısını düşünmüyor zaten. Arkamı döndüğüm sırada yine konuşmaya başladı.
"Hafta sonu için verilen ödevleri de yapmayı unutma."
"Daha perşembe gününden hafta sonu için ödev verilmesi sadece bana mı tuhaf geliyor?"dedim gözlerimi devirerek. Bayan Hemmings bu sözüme karşılık sadece kahkaha attı.
"İyi günler Bayan Hemmings."dedim ve hızla sınıftan çıktım.
Okul binasından çıkarken mart ayı kendini göstermişti. Gökyüzünde güneş soğuk havaya karşın dalga geçer gibi parlıyordu. Finallere bir ay kalmıştı ve geçmem gerekiyor. Bunu biliyorum ancak nasıl yapacağımı bilmiyorum. Gündüzleri okul, akşamları gece mesaisine kalıyordum. Hafta sonları da gece mesai yapıyordum. Sadece hafta sonları dörde kadar tatilim var, onu da uyuyarak geçiriyorum. Açıkçası ders çalışmaya pek vaktim yok.Eh tek başıma evi ve bir de babamı geçindiriyorum.
Kimseyle karşılaşmamak için hep yaptığım gibi binanın arka tarafına dolandım ve okul bahçesinin tellerindeki deliğin içinden geçtim. Paslı tellerden biri kot pantolonuma takıldı ve sol dizimde küçük bir yırtık oluşturdu. Pek umursamadım. Eve gidince sağ bacağımı makasla yırtarsam kimse anlamaz. Kitapevine gitmeden önce eve uğrayıp bir şeyler atıştırmalıyım. Bu yüzden daha hızlı koşmaya başladım. İş çıkışı olduğundan biraz trafik vardı ama Seattle sokakları genellikle olduğu gibi yine sakindi.
Evim, aslında küçük ve pis kokulu apartman dairemiz, okulun birkaç sokak üstünde. Bu yüzden biraz da koşunca eve varmam pek de uzun sürmedi. Binanın kapısı zor açılan metal kapılardandı, bu yüzden zorlanarak açtım. Bu kapıdan ve bu şekilde zor açılan kapılardan nefret ediyorum. Eski evimizin kapısı çok rahat açılıp kapanırdı. Rengini de çok severdim. Açık kahve ve üzerinde altın rengi kaplama bulunan yatay çizgiler vardı. Annemin kapıyı açmasını beklerken parmaklarımı hep o çizgilerin üzerinde gezdirirdim.

Kapı ağır ağır kapanırken ben de merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya başladım. Binanın içi her zamanki gibi sigara, alkol ve ter karışımı bir şey kokuyordu. Apartman on katlı, biz yedinci katta oturuyorduk. Yaklaşık on bir yıldır bu apartmanda kaldığımdan bu uzun merdivenlere alışmış, hiç zorlanmadan çıkar olmuştum. İlk katta küçük oğluyla tek başına yaşayan bir kadın oturuyor. Bazen hafta sonu o çalışırken oğlu Daniel'a bakarım. Diğer katlarda ise sürekli sarhoş, karısını döven iğrenç adamlar yaşardı. Bazen merdivenlerden çıkarken kavgaların seslerini duyarım. Kendi daireme geldiğimde anahtarını bulmak için çantamı karıştırdım. Derinliklerinde metal halkayı hissettiğimde tutup çıkardım. Elimden geldiğince sessiz bir şekilde anahtarı deliğe soktum ve kulpu indirdim. Kapıyı aralık bırakıp hemen içeri girdim. Nasıl olsa birkaç dakika sonra dışarı çıkacağım. Parmak uçlarımda sessizce mutfağa ilerledim. Babam ya evde yoktu ya da uyuyordu. Her zamanki gibi. Çantamı kapının yanına bırakıp buzdolabının kapağını açtım. İçi yine tamtakır, küçük plastik kaplarda bulunan bir parça peyniri, birkaç siyah zeytini ve bir poşetin içinde üç dilim bayat ekmeği kollarımın arasına sıkıştırdım. Ayağımla kapağı kapatıp kucağımdakileri masaya yığdım. Tezgahın altındaki çekmeceden bir çatal çıkardım. Sandalyeyi çekip oturdum. Kapların kapaklarını açtım, bir dilim ekmeği çıkarırken poşet gürültü bir şekilde hışırdadı. Hareket etmeyip etrafı dinledim. Duyduğum şey sadece kornaların ve insanların sinir bozan sesleri ile rüzgardan gıcırdayan pencerelerin sesleriydi. Araya arada bir rüzgarın uğultusu da karışınca içim ürperdi. Aklıma fırtınalı gecelerde gök gürültüsünden korkup annemin kollarına koştuğumda annemin sözleri geldi.
"Sakin ol tatlım, sadece küçük bulutlar annelerini özlemiş, ağlıyorlar. Hem de o kadar üzgünler ki şimşekler çaktırıyorlar."
"Anneleri ne zaman gelecek?"
"Onlar annelerini gerçekten bulmak istedikleri zaman gelecek tatlım. Hadi artık uyumalısın."
"Ama anne, korkuyorum, hem odamda korkunç bir canavar var."
"Odana çıkıp şu canavara bakalım, sonra da sana ninni söylerim."
Yalandan burnumu çeke çeke odama giderdik. Sonra annem bana korkunç canavarın aslında askıdaki yağmurluğum olduğunu gösterirdi. Birlikte yatağımda yatıp bana ninni söylerdi. Sonra babam da gelir benim oyuncak sandalyemde oturur bizi izlerdi.
Büyük bir çatırtıyla yerimden sıçradım. Pencerelerden biri rüzgardan dolayı açılmıştı. Rüzgar aslında o kadar da esmiyor. Bizim pencerelerimiz baya eski. Kalkıp kapattım. Duvardaki saate baktığımda yirmi dakikadır burada oturmuş eski saçma sapan anılarımı düşündüğümü fark ettim. Kalan ekmeğin tamamını ağzıma tıktım ve her şeyi dolaba kaldırdım. Çatalı da yıkayıp geri yerine, çekmeceye bıraktım. Çantamı kaptığım gibi hızla daireden çıktım. Merdivenleri jet hızıyla indikten sonra kapıyı açıp kendimi sokağa attım. Rüzgarın etkisiyle birazcık savrulur gibi oldum ancak dengemi yeniden sağlayıp koşmaya başladım. Kitapevi yaklaşık yirmi bina yukarıda ve karşı kaldırımda. Üşenmedim saydım. Koştukça esen rüzgar saçlarımın arasına doluyordu. Bu beni her zaman özgür hissettirir. Kollarımı iki yana açmaya kalkınca karşı yönden gelen takım elbiseli bir adama çarptı kolum.
"Gerizekalı mısın sen, dikkat etsene!"
Dönüp cevap verirdim ama işe yetişmem gerekiyor. Bu yüzden yaptığım saçmalığa son verdim ve hızımı arttırmaya çalıştım ancak rüzgar buna mani oluyordu. Kısa süre sonra Gökkuşağı Kitapevi yazılı dev tabelayı görünce içimde bir korku oluştu. Ya Bay Calloway beni kovarsa. Kovulmaktansa konuşmasını tercih ederim. En azından para kazanıyorum. Yolun karşısına geçtim ve basamağa adım attım. Giriş kapısı tamamen camdı. Kulpu tuttum ve ittirdim.

İSİMSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin