"Güneş.."
"Of anne n'olur, beş dakika dahaa..."
Omzumda hissettiğim parmaklar ve yanımdan gelen kıkırdamayla, gözlerimi kırpıştırarak uyandım.
Deli gibi parlak gün ışığı gözlerime hücum etti, inleyerek ellerimi gözlerime siper ettim. Güzel uykum bölündüğü için huysuzlukla esniyordum. Gözlerimi kırpıştırıp etrafa göz gezdiridim, son bıraktığım gibi, annemin jipinin içinde yolcu koltuğunda oturuyordum. Pencereden dışarı baktığımda bana gülümseyen kalın dudakları ve ela gözleri gördüm.
Annem benden binlerce kat güzeldi.
Kahverengi saçlarını ensesinde toplamıştı, kollarında, içi lambalarla dolu bir koli taşıyordu. Bu yakıcı sıcağa uygun şekilde bir şort ve kolsuz bir gömlek giymişti. Bembeyaz teni yaz güneşinin altında elmaslarla döşenmiş gibi parıldıyordu. Gülümsemeye devam ederek söze girdi.
"Güneş, uyan hadi! Alanya'ya varalı bir buçuk saat oldu ve sen hala uyanmadın. Çoktan eşyaları eve taşımaya başladık bile.."
Uyuşuk bir şekilde başımı salladım ve dikiz aynasından kendi yansımama baktım. İlk gördüğüm şey elbette ki açık yeşil gözlerimle tezat oluşturan bronz tenimdi. Annemden daha çok babama çekmiştim galiba, onun gibi daha güneyli bir görüntüye sahiptim. Aynadaki yansımam içler acısıydı. Gerçekten berbat durumdaydım, uykudan sonra hep darmadağın olurdum zaten. Başımın üstünde yaptığım topuzumdan kurtulup yanaklarıma süzülen kum rengi- sarı tutamları kulaklarımın ardına sıkıştırdım ve kapıyı açıp dışarı çıktım.
Ayağa kalkmamla üzerime bir sıcaklık dalgasının çarpması bir oldu. Ankara'dan buraya kadar mükemmel klimamızla gelmiştik, şimdi ise Alanya sanki benimle dalga geçiyordu. Etrafımda döndüm ve gördüğüm manzarayla gülümsedim. Evimizin içinde olduğu sitenin denize sıfır olduğunu biliyordum ama bu kadar güzel bir görüntüyle karşılaşmayı beklemiyordum. Kumsal ve evim arasında sadece uzun palmiyelerden bir sıra vardı. Kumların üzerinde, şemsiyelerin altında oturan genç gruplar ve eline gazetesini ve çayını almış yaşlı teyzeler günün tadını çıkarıyordu. Tek kötü yanı, şu anda öğle güneşinin altında benim beynimin ciddi anlamda pişiyor olmasıydı. Sinirle başımın üzerindeki güneş gözlüklerini taktım ve evimize yürüdüm.
Ev üç katlı, kardeş bina tarzında tasarlanmış bir evdi. Yandaki evle aramızda bir veya iki metre vardı, bahçelerimiz de ortaktı zaten. Antalyadaki çoğu evde olduğu gibi dış duvarlar arsenik beyazıydı. Yan evle garajımızı paylaşıyorduk ama sorun olacağını düşünmüyordum. Annemin mesleği dolayısıyla Ankara'dan Alanya'ya taşınmak zorunda kalmıştık. Bu sene lise 3'e geçiyordum ve açıkçası okulumu ve bütün arkadaşlarımı terk etmek beni üzmüştü. Hele ki en iyi dostum Masal'ı, tam bir manyaktı. Tıpkı benim gibi.
Evin kapısını ayağımla ittim ve içeri girdim. Herkes büyük bir telaşla oradan oraya koşuşturuyor, kimi temizlik yapıyor kimi eşyaları yerleştiriyordu. Aslında sadece annem ve bendik, babamla boşanmışlardı. Ama kadın başımıza koskoca evin işini halledemeyeceğimizi düşünüp, ta Ankara'dan buraya nakliye şirketini getirmiştik. Annemin ela gözleri benimkileri bulunca uzun parmaklarıyla merdiven başındaki kolileri işaret etti, her birinin üzerinde büyük harflerle "GÜNEŞ" yazıyordu.
"Hadi bakalım küçük hanım, bu kadar uyku yeter. Hemen eşyalarını odana görürüp yerleştirmeye başlıyorsun."
Başımı salladım ve kolileri kucağıma alıp beyaz mermer basamakları çifter çifter çıkmaya başladım. Şükürler olsun ki içerisi klimalıydı ve beynim artık orta pişmiş et kıvamında değildi. Ev çok büyüktü. Bizim için biraz fazla büyüktü; ama annem o kadar beğenmişti ki alma da diyememiştim.