Yüzümde gezdirdiğim parmaklarımla hayal gücümü tekrar zorladım. Dudaklarım kalındı, burnum biraz basık ve küçük. Gözlerim Jungkook'un dediğine göre kahverengiydi. Gülümseyince nasıl göründüğümü merak ediyordum. Bazen Jungkook'a sorardım kendimi, uzun uzun anlatırdı. Bana öyle güzel anlatırdıki kendimi, öyle güzel olmadığımı bilirdim ama mutlu olurdum istemsizce. En çok da onu merak ederdim aslında. Beni anlattığı gibi anlatmazdı kendini. Gözlerinin büyük olduğunu biliyordum sadece. O yüzden kendimden çok onu merak ederdim.
Evde yalnız olmanın verdiği boşluk yüzünden daldığım düşüncelerimden kapının sesiyle sıyrıldım. Anahtar sesinden sonra açılan kapıyla kim olduğunu bilsem de seslendim.
"Jungkook? "
İlk tartışmamız değildi bu yüzden sorunlarımızı konuşarak çözmeye çalışmıştık, yine. Onu seviyordum evet ama ona karşı bencil olamıyordum. Defalarca bunun yüzünden tartışmıştık. Bu sefer aramızdaki sorunu çözmemiz daha kolay olmuştu ama bir kaç gündür eskisi gibi değildi. Benden uzak duruyor çoğu zaman yüzüne dokunmama izin vermiyordu, parmak uçlarım üşüyordu ama sesimi çıkarmıyordum. Telefonunun mesaj sesini çok sık duyuyordum. Anlamaya çalıştığımı fark etmiş olsa gerek sonradan ya sesini kapatmıştı ya da mesajlaşmayı kesmişti. Bana söylemiyordu ve ben o söylemedikçe bilemezdim. Bir hayatı olmasını ben istemiştim ama üzülmeden edemiyordum. Ona yansıtmamak için fazlaca uğraşıyordum ama yine de gözlerimin önünde Jungkook yerine koyduğum yüz silinmeye başlamıştı.
Cevap alamadığımda tekrar seslendim.
"Jungkook? "
Kaşlarım çatılırken yerini ezbere bildiğim kapıya doğru döndüm. O sırada tanımadığım seslerin fısıltılarını duyduğumda anlamaya çalıştım.
"Aman tanrım, Jimin mi? "
Bir kaç onaylayan mırıltı duydum. Ellerim gerginlikle titriyordu. Ne olduğunu anlamadığım için korkmaya başlamıştım. Koltuktan destek almaya çalışırken bir kaç kez sendeledim. O sırada başka sesler duydum.
"O çok güzel. Gerçekten güzel. "
Korktuğum için hareketlerimi kontrol edemiyor, panik yaptığım için çevremde ne olduğunu düşünemiyordum. Uzun zaman sonra karanlığım beni bu kadar korkutuyor, nerede olduğumu unutturuyordu.
"Kesin şunu onu korkutuyorsunuz! "
Hafif hiddetli çıkan sesini duyduğumda biraz sakinleşsem de karışan kafamla hareket etmeye çalıştığımda varlığını tamamen unuttuğum sehpaya takılıp dengemi kaybettim. Canımı yakacak bir düşüşün korkusunu yaşarken birden kollarımdan tutulup tanıdığım kokuyla dolu göğse çekilirken rahat bir nefes alabildim.
"Jimin. Özür dilerim. Onları önden gönderip arabayı park etmiştim. Korkacağını tahmin etmem gerekirdi, çok özür dilerim. "
Saçlarımı okşarken ben hala sakinleşemiyordum. Karanlığıma rağmen fark etmeden kocaman açtığım gözlerimle bir işe yaramayacağını bilmeme rağmen görmeye çalışırken hala titriyordum.
"Gel böyle. "
Bir yere doğru çekildiğimde koltuğa oturduğumuzu anlamıştım. Şakağıma bir öpücük kondurduğunda biraz olsun sakinlemiştim. İki elimi de tuttuğunda hafifçe ileri uzattı.
"Biliyorum seni çok korkuttum ama sadece arkadaşlarımla tanış istemiştim. "
Ellerimin arasına yabancı bir yüz konduğunda kaşlarımı çatarak anlamaya çalıştım. Ona dokunmamdan rahatsız olmasından korkarak tanımaya çalışıyordum. Son olarak uzun kirpiklerini hissettiğimde yüz ellerimin arasından çıkmıştı.
"Bu Taehyung. "
İkinci bir yabancı yüz ellerimin arasında yer edindiğinde biraz uzun olan yüzde gezdirdim ellerimi, minik bir burnu vardı.
"Bu da Hoseok. Okuldan arkadaşlarım. "
Kafamı salladım.
"Memnun oldum. "
Sesimde heyecan ve hala kendini hissettiren korkumun karışımıyla bir titreme vardı.
"Seni tanıyabildiğimiz için çok mutluyuz. "
Fazlaca kalın ve erkeksi olan sesi duyduğumda kim olduğunu anlamaya çalıştım.
"Konuşan Taehyung. Sesine aldanma küçücük bir çocuk gibi görünür. "
Başka bir ses konuştuğunda dikkatimi ona çevirdim.
"Ayrıca seni korkuttuğumuz için özür dileriz. "
Fazlaca enerjik gelen bu sesle ben de konuştum.
"Sorun değil. "
Aslında sorundu ama içimde saklayıp ilerleyen günlerde daha iyi şeyler yaşayacağımızı ummayı tercih ettim.