14.Bölüm
‘Biliyorum, başka yolu yok.’
Jongin hiç ses çıkarmadan onun gösterdiği yönü takip etti.
Geçtikleri çalılıklar ve devrilmiş ağaç kavuklarını sanki aklına kazır gibi ezberliyordu.
‘’ İsmin ne büyük adam?’’
Çocuk önündeki kayanın üstünden tek hamlede zıpladıktan sonra cevapladı.
‘’Do Minhyuk bayım büyük Do Minhyuk.Sizin ki ne ?’’
Önündeki taşı elleriyle taştan destek alarak zıplarken cevapladı Jongin.
‘’Jongin. Sadece Jongin.Yaşın kaç?’’
Hala ormanın bile beklide bilemediği yollardan devam ediyorlardı.
‘’Tam 12 iki gün önce girdim.’’
Çocuk yaşını beline koyduğu elleriyle gururla söylemişti.
Yürü düğü yolda bir anda durdu.
‘’Geldik.’’
Jongin kafasını kaldırdığında, küçük kerpiç evlerden oluşmuş köyle karşılatı.Bulundukları tepeden, kerpiç evlerin bacalarının havaya bıraktığı izler net göyünüyordu.
Biraz daha yürüdükten sonra aşağı indiler.
Tam köyün girişi çamurlu bir yoldan oluşuyordu.
Meydan da elle sayılabilecek kadar az evin bulunduğu ortasında pazar benzeri, bir şeylerin satıldığı bir yerden oluşuyordu.
Meydana girdiklerinde insanların içine karıştılar.Kalabalıkta çocuğu kayıp etmemeye çalışan Jongin, aynı zamanda etrafı anlamaya çalışıyordu.
Çocuğun elini sertçe tutmasıyla sarsıldı. Bir anda kendilerini evlerden birinin arkasında bulmuşlardı.
‘’Şşşş beni bulmamalı ve sende daha ödemeni yapmadığın için benimle durmalısın.’’
Jongin saklanmaya çalıştıkları duvardan kafasını uzattığında orta derecede kalabalık denilebilecek meydan da meraklı gözlerle bakınan şişman adamı gördü.
Sessiz bir şekilde konuşmaya çalışarak küçük çocuğa sordu.
‘’Neden kaçıyorsun?’’
‘’Ona borçluyum.’’
Borçlu? Bu kadar küçük yaşta bir çocuk nasıl birine borçlu olabilirdi.
Jongin hareketlenmeye kalktığında çocuğun bacağına yapışan minik elleri onu engelledi.
Kendilerine dönen adamın, başını fark etmişlerdi. Adam ağır adımlarla kendilerinin bulunduğu aralığa doğru gelmeye başlamıştı. Çocuk bir anda telaşlandı ama sanki buna alışmış gibi Jongin’in elinden tuttuğu gibi arka tarafa koşturmaya başladı.
‘’Hey Sen Minhyuk buraya gel küçük velet !’’
Arkalarından duydukları bağırmayla daha da hızlanmışlardı.
Çocuğun minik ayakları o kadar hızlı koşuyorlardı ki Jongin’in büyük bacakları bile ona ayak uyduramıyordu.
Jongin ‘in beline kadar gelen bir çitten atladılar.Ve Kahve rengi bir evin arkasından dolandılar.Hala koşuyorlardı.
En sonunda adamı atlattıklarını fark ettiklerinde durdular.İkisi de nefes nefese kalmışlardı.
Eğilerek nefes almaya çalıştılar.
‘’Bu da neydi?’’
‘’Bir şey değil bu her zaman olur.Ona parasını ödeyeceğim.’’
Jongin zar zor alabildiği nefesini tutarak konuştu.
‘’Nasıl ödeyeceksin?’’
Çocuk düzene girmiş nefesiyle cevap verdi.Kendinden emin ve dikti.
‘’Senden aldıklarımla.’’
Jongin kafasını anlıyorum anlamında salladı.
Üstündeki montu çıkardı ve çocuğa verdi.
‘’Bana başka kıyafetler bulmalısın ortalıkta çıplak dolaşamam.’’
Çocuk ona uzun uzun baktıktan sonra cevapladı.
‘’Tamam, beni takip et.’’
Çok uzun denemeyecek bir yürüyüşün ardından, gerçekten küçük bir evin önüne geldiler.
Kerpiç evlerin bile arasında en küçüğü denilebilecek kadar küçüktü.
Dışarısında minik bir kuyu vardı.Kurumuş bir uyu.
Sanki uzun süredir kimse buraya yağramamıştı.
Etrafı diğer yerler gibi yağmurun yağmasından dolayı çamura dönüşmüş toprakla kaplıydı.
Çocuk ağır adımlarla yürüdükten sonra kapıyı sanki belli bir ritme uygun şifreymiş gibi tıklattı.
‘iki kısa bir ucun bir kısa’
Yavaşça kapı açıldığında, içerideki manzarayla karşılaştı Jongin.İçerisi iki çökmek üzere olan sandalye ve yine bir çökmek üzere olan masadan oluşuyordu.Kenarda tahta kasalar diziliydi.
Kafasını biraz daha çevirdiğinde, aslında mutfak olması gereken ama hiçte benzemeyen bir lavabo karşıladı.Ve bir şömine yanında da biri sevimli büyük gözleri ve kısacık kesilmiş saçlarıyla bir kız ve diğeri de yüzü kirle dolu bir erkek çocuğu yere atılmış yastık benzeri bir şeyin üstünde üstlerindeki tek yorganla ısınmaya çalışırken karşıladı onu.
Birde kapıyı açan kız çocuğu Minhyuk’tan büyüktü.
Önündeki önlük ve arkadan toplanmış saçlarıyla oynadıkları evcilik oyununda belli ki anneydi.
Kız sorar bakışlarla kendisinden boyca küçük olan çocuğa baktı.
‘’Bu kim?’’
‘’Yabancı bana borçlu.’’
Jongin’e dönen çocuk konuştu.
‘’Bunlar benim kardeşlerim.’’
Önün deki kızı göstererek, ‘’Minhee’’ şöminenin önündekileri gösterekte ‘’Yun ile Dae’’ demişti.
Bir kere daha Jongin’e döndü.
‘’Sana demiştim.En büyük benim, abim gittiğinden beri.Herneyse sana giyecek bir şeyler getireceğim.’’
Jongin’in içi parçalanmıştı.Buradan dönmenin hayalini kurarken bir anda ona burada da ihtiyacı olanları hatırladı.
Savaşın insanları ne duruma getirdiğini biliyordu.Neler yapabileceğini biliyordu.Kendine ne yaptığınıda biliyordu ama daha önce hiç bu kadar küçük bir çocuğun gözünden bakmamıştı.
İçi titredi.Bu savaş hemen bitmeliydi.En yakın zaman da…
Bir anda arkadaki kapının tekmelenmesiyle hızla arkasını döndü.
‘’Aç şu kapıyı çocuk aç ! Orada olduğunu biliyorum.’’
Minhyuk bir anda çocuksu yüzünü saran belirgin korkuyla ellerindeki giysileri bıraktı kaçmaya hazırlanmışlardı ki kapı bir anda devrildi ve büyük adam içeri girmişti.
Çocuğu saçlarından tuttuğu gibi sürüklemeye başladı.
‘’Benimle geleceksin küçük velet.’’
Küçük çocukların bağrışmaları arasında çocuğu sürükleyerek dışarı çıkardı.
Adam çocuğu acımadan sürüklüyordu.
Jongin, arkalarından koştuğundan iri adamın ellerinden çocuğu çekti.
‘’Ne yaptığını sanıyorsun?’’ Sesi net ve sert çıkmıştı.
‘’ Bırak şunu bana borcu var benimle gelecek.’’
Adam çocuğun saçlarını belki bırakmıştı ama şimdide kolundan tutarak sürüklüyordu.Çocuğun tüm debelenmelerine rağmen.
Jongin’de onları takip ediyordu.Yürüye yürüye neredeyse köy merkezine dönmüşlerdi.
‘’Ne kadar borcu var?’’
‘’Ne kadar olduğu önemli mi bu çocuk benim bahçemi deşti ürünlerimi çaldı.’’
‘’Ne kadarsa sana ödeyeceğim.’’
Adam çocuğu bıraktığında ağzından memnuniyet sesleri çıkmaya başlamıştı.
Küçük çocuk bir anda Jongin in bacaklarına sarıldı.Bu sefer gerçekten korkmuş olmalıydı.
Gözlerindeki akmayan yaşlar belirgin bir şekilde varlıklarını gösteriyorlardı.
Adam ellerini çenesini götürerek Jongin’i süzdü.
‘’Buralardan değil gibisin ne kadar paran var ?’’
Jongin bir kere daha kendinden emindi.
‘’Evet buralardan değilim şimdi ne kadar söyle.’’
Tam o sırada bir anda sessizlik oluştu.Tüm köy alanı susmuştu.
Sanki fırtına öncesi sessizlik…
Birkaç dakika o sakinlikte durulduktan sonra önündeki insanların açtığı yolla, gelen askerleri fark etti.
İkili sıra halinde dizilmiş onlara yaklaşıyorlardı.
Bir anda duraksadı.
Ne yapacağını şaşırdı askerler neden buradaydı?
Dizili ikili sıra halinde duran askerler, etraftaki insanlara ağırlıklarıyla göz dağı veriyorlardı.
En başta duran asker, elindeki kâğıdı açıp okumaya başladı.
‘’Milletim ve devletim adına, verdiğimiz bu büyük savaşta sizden yardımlarınızı bekliyoruz.
11 yaşından büyük her çocuk, bize ve milletimize yardımın en büyük borcudur.
Lütfen çocuklarınızı bize teslim edin.Arz ederiz.’’
Bu da neydi? Çocuk asker yaşı bu kadar düşmüş müydü? Ne saçmalık dönüyordu burada..
Bu çocuklar gerçekten asker olmayacaktı değil mi?
Belli ki sadece yetiştirilmek için götürüleceklerdi peki ya sonra?
Minyhyuk Jongin’in bacakları arasında sanki kaybolmuş gibiydi.
Gömüldükçe küçüldü bacaklarında.
Askerlerden biri onlara yaklaştığında Minhyuk’un kolundan tuttu.Çocuğun yakarışları ve yaşlı gözleri altında çekiştirdi , götürmek istiyordu.
‘’Lütfen Jongin izin verme, abim de böyle gitmişti’’
Jongin, gelen askerin kolunu tuttu ve geriye ittirdi.
Güçlü olmalıydı, önündeki manzara karşısında dayanmalıydı..
Tüm eminiyetiyle, etrafında ki insanlara yüksek sesle seslendi.
‘’Bu kadar küçük çocuklarla ne yapacaksınız?’’
Bunda bir terslik vardı.Bu normal değildi.
‘’Savaşa götüreceğiz’’
‘’Bunu kim dedi size baskınız nerde emir mührünüz nerede görmek istiyorum.’’
İnsanların hepsi susmuştu sadece ona ve önünde duran asker kılıklı heriflere bakıyorlardı.
‘’Çocuklarınızı, ne olduğunu bilmeden bu adamlara teslim etmeyin.Ya sadece dolandırıcılarsa?’’
Adama doğru dik bakışlarını döndürdüğünde kafasındaki silahla karşılaştı.
İnsan çığlıkları etrafı sarmıştı.
Minhyuk’u çekiştirerek alan adama baktı.Hareket edemiyordu.
‘’Fazla akıllısın ama bu işe yaramayacak.’’
Bir ses duyuldu.Kafası mı kanıyordu?
Yere yığılmadan önce son hatırladığı götürülen çocuğun, yaşlı gözleriydi ve bağırışlarıydı.
‘’JONGIN!’’
İşte şimdi buradaydı.Uyandığında kendini yine bu dünyada bulmuştu.Kyungsoo’nun olduğu dünyada .
Şimdi onu kollarıyla sararken bile içine aldığı acıyı büyütüyordu.
Gördükleri onu, arkada bıraktıklarını hatırlatmıştı.
İki tarafında ona ihtiyacı vardı iki tarafta da olmalıydı.
Bir kere daha çenesini gömdüğü saçları öptü.
‘’Seni seviyorum.’’
Kyungsoo duyduğu sıcaklıkla aynı cevabı verdi.
‘’Bende seni.’’
‘’Gelecekte geçmişte ve şimdi zamanın var olduğu her ölçüde seni seviyorum.’’
Gözlerinden akan yaşları elleriyle sildiğinde bir anda gözleri büyüdü.
Ellerini denize doğru uzattığında ellerinin olması gerektiği yerde tek gördüğü denizdi.
Elini hareket ettirdi ve diğer elini kaldırdı.O da orada değildi hissediyordu ama görüntü olarak yoklardı.
Ne olduğunu anladığında titredi.
Evet gitmeliydi.
Tanrı’nın onun için verdiği süre belki de bitmişti.Oraya dönmeli ve bitirmesi gerekenleri sonlandırmalıydı.
Arkasında bıraktıklarını korumalıydı.Onun bura da emin ellerde olduğunu biliyordu.
Bu bir seçim değildi hiçbir zaman olmamıştı.Gitmeyi kabullenerek ona karşı diğerlerini seçmiyordu..
Ama bugün yaşadıklarından sonra
Biliyordu, başka yolu yoktu..
Ona elveda diyemeden, titreyen vücudunu önündekine biraz daha yaklaştırdı.
Hareketlenmeyi fark eden Kyungsoo tam arkasını dönecekken Jongin onu kafasını elleriyle iki yanından sararak dönmesini engelledi.
‘’Dönme, arkanı dönme beni böyle görmemelisin..’’
Kyungsoo ‘neden’ demek için arkasını tam dinecekken bir kez daha kafasının iki yanından tutan eller onu engelledi.
‘’Sana birkaç şey söylemeliyim sadece dinle Soo…’’
Sessi titrer gibi çıkıyordu.
‘’Şuandan itibaren ne görürsen yada ne olursa beni dinlemeden asla bir fikre kapılma..
Ben Jongin’im senin tanıdığın Kim Jongin’im seni seven ve korumaya söz veren.
Ne olursa olsun seni bırakmayacak olan.
Sen ondan vazgeçene kadar seni takip edecek olan.
Senin için cehennemin dibine bile gitse geri dönmenin yolunu bulup geri dönecek olan.
Yer gökle birleştiğinde bile burada olacağım sadece etrafına bak görüntü olarak ben olmasam bile ordayım, belki bir bitki belki en sevdiğin hayvanın havaya baktığın da seni güzel olduğu için mutlu eden bulutun ne olursa olsun oradayım
Düşündüğün yerdeyim.
Kar yağdığında, perileri mutlu etmek için bekle..
Seni seviyorum Do Kyungsoo
Sadece bana inan ve inanmaya devam et.‘’
Jongin sözlerini bitirdiğinde, sessizlik ve esen rüzgarla beraber Kyungsoo arkasındaki boşluğu ve üstüne yavaşça düşen montun ağırlığını hissetti.
İşte o an rüzgar sessini yakarırcasına arttırmıştı.Deniz o anda bağırıyordu.
Tüm yıldızlar ışıklarını kapatmışlardı.
Çünkü Kim Jongin! Kyungsoo’nun arkasında tüm sıcaklığıyla oturan Kim Jongin, orada yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Another (Kaisoo)
Fanfiction‘’Farklı zamanlara ait iki beden için atan tek bir kalpti gerçek mucize.’’