"İnsanlar acımasızdır, acındığı kadar."
İnsanlar, kafalarında bir standart belirler kendilerine. Bir insan tipi belirlerler, yaşam biçimi tasarlarlar ve herkes o düzen -veya düzensizlik- içinde yaşasın isterler. Eğer bu kurgudan şaşan bir insan olursa...
Ve o insanların çevrelerinde ki en popüler insan siz olursunuz. Ama bilin bakalım ne şekilde?
Sizi aşağılarlar, duygularınızı sömürürler, en umursamaz insanı bile çileden çıkarırlar ve yüzlerine o onlara acımanızı sağlayacak kahkahalarını yerleştirirler. Bilin bakalım suçluyu kim ilan ederler? Tabii ki siz! Onlardan fiziksel açıdan, ruhsal açıdan, yaşam biçiminden ve daha bir sürü sebepten dolayı farklı olduğunuz için suçlu tabii ki sizsiniz! Başka kim olacak?!
Onlardan farklı olan insanlar bu hallerine acır sadece. Acımasızlıklarına acırlar ve bu yüzden insanlar acımasızdır, acındığı kadar. En sakin insanı delirtebilecek kapasitede olan bu insanların çevremde bu kadar çok bulunmasıysa evrenin bir oyunuydu sanırım. Buldukları her fırsatta beni gömmeye çalışan bu gereksiz tipler sayesinde kafama bir huni kondurmadıkları kalmıştı!
"Hey, Yıldız! Babana benden selam söylesene, arada bana da uğrasın!" Ne kadar alışsam da yine de herzaman canımı yakıyordu bu sözler.
Benim neyim var bilmiyorum. Saçma bir hastalık ismine büründürülmüş sorunlarım var. Dışarıdan sıradan, okuluna gidip gelen bir genç kız gibi gözükebiliyorum ama öyle değilim. Gerçi, ne kadar dışarıdan gözüküyor bilemiyorum. Tüm okul bundan haberdar, o yüzden adımı şizofrene çıkarmışlardı ya.
Şizofren değildim, o kadar ilerlememişti hastalığım. Küçüklükten gelen bir travma. Babamın intihar edişini gördüğümü hatırlıyorum. Annemin ölümüne dayanamayıp intihar etmişti. Daha on yaşımdaydım ve ne yapılır bilmiyordum. Babamın ölü bedeni gözümün önünde o ipte sallanırken sadece oturup ağlamıştım. Belki de babamı o halde ilk bulduğum zaman hala yaşıyordu, onu kurtarabilirdim. Bu yüzden kendimi hiç affetmedim. Başka insanlar kendini brnim yerime bile koyamazken ben bunu yaşayan kişi olmuştum. Annemi özlemiyordum çünkü beni doğururken ölmüştü. Anne ne demek bilmiyordum bile. Ama babam...
Babamı kaybetmek, hele ki o şekilde kaybetmek ruhumun en içten yerlerine dokunmuştu. Hayallerkmin içinde bulunan tek özne olan kişi boynuna bir ip dolayıp terk etmişti beni ve hayallerimi. O günden sonra bir daha asla eskisi gibi bir çocuk olamadım. Zaten hiç normal bir çocuk olamamıştık. Hani küçük çocuklar ailelerinin resmini çizerler ya. Benim çizdiğim resimlerde hep babamla el ele bir mezarın başında olurduk. Babam benim elimi tutardı ve ben mezara elimi uzatırdım resimde. Böylece resmimiz tamamlanırdı. Dedim ya, hiç normal olamadım.
Babam öldükten sonra bir yetiştirme yurduna verildim. Yurt, hiç öyle dizi ve filmlerdeki gibi acayip aksiyonlu ve heyecanlı bir yer değildi. Hepimizin acısı belliydi, eşittik biz orada. Fazla kimseyle konuşmazdım ama asosyal bir tip değildim. Fakat takdir edersiniz ki benim gibi birinin pekte konuşacağı bir şey olamazdı. Annesi onu doğururken ölmüş, babası karşısında intihar etmiş ve şimdi babasının halüsinasyonlarını gören zavallı bir kızdım. Bu gördükleri yüzünden okulunda başta hoşlandığı çocuk tarafından deli damgası yemiş bir kız.
Şimdi tüm bu yaşadıklarımın ardından bir mektup hayatımı değiştirebilir miydi? Sahiden, bu mektubu yazan kişi ne kadar ciddi olabilirdi ki? Bu mektupla umutlanmak istemiyordum ama eğer bu mektup gerçekten bunları düşünen biri tarafından yazıldıysa, benim oyunumun asıl kahramanı sahneye çıkıyor demekti. Geç bile kalmıştı.
🌟🌟🌟
Hayat sürekli yeni yollar çıkarır karşımıza. Bir yol ayrımı vardır ve seçtiğin yolun sonunda da yine bir yol ayrımı, bir tane daha...
Yolun sonu ölümdür elbet. Ama benim yolumun sonu babamın gidişi olmuştu. Beynimde yolun daha bitmediğini bana anımsatmak amacıyla zaman zaman gözlerimin önüne babamı getiriyordu, seviyordum bunu. Asla hastalıktan saymadım.
Hazırlanıp yurttan çıktım.Okula doğru yürümeye başladığımda kahvaltı yapmadığım için midemde ince bir sızı hissediyordum. Çoğu arkadaşım okula üç kilometre uzaklıktaki yolu sabah akşam yalnız başıma yürürken nasıl sıkılmadığımı soruyordu. Yalnız değildim ki. Babam ara sıra yürürdü benimle. Şarkılar söylerdi o güzel sesiyle, büyülerdi beni.
Dün bulduğum gizemli ve hayat dolu mektup aklıma düşünce tedirgin oldum. Kim olabilirdi ki? Atahan'ın yine benimle dalga geçmek için yaptığı şeylerdendir muhtemelen. Kim benim gibi bir ağlayıp bir kahkahalara boğulan, olmayan bir babayla konuşan korkutucu bir kızı severdi? Bende ki de şans! Sevdiğim çocuktu bunları yapan. Kırık kalbim, ilk defa babamdan başka birine açılmıştı ama o da beni iki günde kendinden soğutmayı başarabilmişti.
Umarım bu mektubun sahibi o yıllardır beklediğim kurtarıcıdır. Beni içinde bulunduğum durumdan kurtarabilecek birisinin olması düşüncesi bile kalbimin heyecanla çarpmasına sebep olurken o kişinin gerçek olması beni kalpten götürmezse, hayatım değişebilirdi.
Evet, bende süslü hayaller kuran bir genç kızdım. Ailemin tek ferdi babamın hayali olsa da sanırım bu kızların doğasında vardı. Bende öyle maceralara muhtaçtım ama kesinlikle bir prense ihtiyaç duymuyordum. Sadece elimden tutup beni kaldıracak biri istiyordum. Kendi başıma kalkamaz mıydım? Hayır kalkardım. Ama artık yalnız olmak beni yormuştu. Birlikte hayal kurabileceğim birine ihtiyacım vardı.
Okula vardığımda yine kapıdan girer girmez o tahammül edemediğim insanların bakışları beni bulmuştu. Allahtan bu insanlar sadece bakmakla yetiniyordu. Benimle şu babana selam söyle muhabbetini yapan tek kişiler Atahan'ın grubuydu. Onlarda beni yakaladıkları zaman ağır sözler söyler, sonra da kahkaha atarak uzaklaşırlardı. En kötüsüde tüm okulun Atahan'a olan duygularımdan -eski duygularımdan- haberdar olmasıydı. Bu ona cesaret veriyordu sanırım...
Ve yine yaklaşan gülüşme sesleri ve abartılı konuşmalar. Kendime yine saklanacak delik aramaya başlamıştım. Korkağın tekiydim evet. Onlara verebileceğim bir cevabım yoktu çünkü. İnkar etmiyordum halüsinayson gördüğümü, saklamıyordum kimseden. Herkesin ortasında olmayan biriyle konuşuyordum evet. Bu yüzden deli diyorlardı işte. Bende ağlanacak halime gülüyordum çoğu zaman.
"Vaay Yıldız Hanımlarda teşrif etmişler. Söylesene baban ne zaman gelecek." Acımasız sözleri Atahan'ı gözümde küçülttükçe küçültüyordu. Daha ne kadar bitebilirdi bilemiyordum.
"Kes şunu! Hergün aynı şeyleri tekrarlamaktan bıkmadın mı?" Yorgun çıkan sesim karşısında dudaklarını büzüp düşünür gibi yaptı ve ardından konuşmaya devam etti.
"Peki, farklı bir şeyden bahsedeyim. Hatta çok çok farklı bir şey olacak. Hazır mısını?"
Topluluğa doğru dönüp söylediği şeyden sonra elin tuttuğu şeyi görmemizi sağlayacak şekilde yukarı kaldırdı. Bu bir mektup zarfıydı. Mektup zarfı?!
"Bakın burada ne var? Bizim Deli Yıldız'a talip çıkmış. Hemde o kadar güzel şeyler söylemiş ki! Ben bile duygulandım valla!"
Ve insanlar böyledirler işte, anlatmak istediğim tam da buydu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ansızın
ChickLit-Bu kapak Loneless Photoshop'a aittir.- Şimdi, saate bak. Bu saatten sonra hiçkimse ve hiçbir şey için aynı oranda üzülme. Sıfırla Hayatı. Bir zamanlar uğruna içinde fırtınalar koparan kişiler, nedenler ve tüm kötü anılara inat yüzüne güzel bir tebe...