''Yarasın... Ama kapanmasını istemediğim en özel yaram.''
-Flashback
Bir anda bastırmıştı yağmur ve şehiri esiri altına almıştı. Sokaklar, mahalle araları bomboş olmuştu sadece beş dakikanın içinde.
Kaçışan insanları merak ediyordu küçük kız. Kulaklarına ulaşan sesler sadece insanların yağmurdan kaçtıklarının habercisiydi. Ve tenine çarpan yağmur damlaları ne de güzel hissettiriyordu yaşadığını. Elmacık kemiklerine değen yağmur damlaları sebepsiz gülümsetiyordu onu. ''Görmek şart değilmiş ya bu güzellikleri tatmak için...'' dedi. Küçük bir kızın bu kadar anlamlı konuşması bir büyüğü oldukça şaşırtabilirdi.
Yedi yaşında ufak bir kız çocuğuydu o sadece. Ama bazı cümleleri büyüklere taş çıkaracak cinsten olgundu.
O turuncuya çalan saçları da yağmurdan nasiplenirken mutluydu. Yağmuru göremese de mutluydu. Güneşle buluşamasa da gözleri... O rengarenk gök kuşağını göremese de hayali renkleri vardı onun. Hayali bir gökyüzü vardı mesela. Çeşit çeşit güvercinler uçuyordu. Kelebekleri vardı sonsuz ömürlü. Onunla birlikte yaşamaya söz vermişlerdi güya. O da inanmıştı.
Elinde tuttuğu sopası farkında olmadan düştüğünde ne zamandır yanında olan yoldaşı Çakıl havlamaya başlamıştı. Babası almıştı ona bu değerli hediyeyi. ''Yanında ben olamadığım zamanlar seni Çakıl koruyacak.'' demişti. Bir köpek değildi yani. Bir köpekten daha fazlası. Belki de yoldaşı.
Çakıl havlamaya başladığında içinde bir tedirginlik oluşmuştu. Çakıl oldukça akıllı bir köpekti ve genelde tehlikeli anlarda havlardı. Ve şu an Meva'nın üzerine doğru ilerlemekte olan bisikletli çocuğu yeni fark etmişti. Bisikletli çocuk Meva'yı fark ettiğinde ise çok geçti. Ne kadar zorlasa da frenleri tutmamış ve bisikletiyle ona çarpmıştı. İkisi de çamurun içine düşerken Çakıl hala havlıyordu. Çocuk ayağa kalkıp ellerini küçük Meva'ya uzattığında fark etmediğini sanarak ellerini onun ellerine değdirmişti.
''Kimsin? Kim?''
Meva korkak ve titrek bir sesle konuştuğunda onu korkuttuğunu sanarak içinden kendine kızdı çocuk. 'Ne yapıyorsun Miraç ya.'
''Korkma ufaklık. Ver bana ellerini. Ben zarar vermem sana.''
Meva işittiği cümleye kafasını çevirdiğinde çamurlu ellerini, acısını yeni fark ettiği kaşına götürmüştü. Ve küçük bir acı nidası dökülmüştü dilinden.
''Kaşın, kaşın kanıyor.''
Çamurlu ellerini üstüne çırpıp cebindeki mendili telaşla çıkardığında Meva'nın yaralı kaşının üzerine koymuştu Miraç.
''Sakiin. Küçük bir yara sadece. Sen güçlü bir kıza benziyorsun. Küçük bir yara için ağlamazsın değil mi?''
Meva gözlerinin görmediği fakat kalbinin dünden güvenebileceği çocuğa gülümsediğinde yarasını çoktan unutmuştu bile.
''Ağlamam...''
***
Elleri ondan geriye kalan en özel hatırayla buluştuğunda aynada kendini izliyordu Meva. Hemen kaşının bitişinde sanki onun muazzam dünyasının kapısı açılıyordu. Miraç'tan geriye kalan en anlamlı hediyeydi sanki o yara.
Bir yara izi sahi? Nasıl bu kadar özel olabilirdi.
Uzun uzun izledi kendini aynanın karşısında. Ellerini turuncuya çalan saçlarına değdirdiğinde yine hafızasında küçük bir kız çocuğuyla oğlan çocuğu beliriverdi. Kim bilir kaç defa örmüştü bu saçlarını Miraç. Saçları bile onun muazzam ellerine şahit olmuşken bir gözleri tadamamıştı o güzelliği.
Ama kızmıyordu hiçbir zaman. Görebilmişti ya zaten gökyüzünü. Gökyüzünü izlemekle eş değerdi değil miydi zaten.
Telefonuna gelen mesaj bildirimiyle kalp ritmi değişirken aynanın önünden kalkıp heyecanlı bir şekilde telefona koşmaya başlamıştı ki yerde ki yastığa takılan ayağı yüzünden halının üzerine düşmüştü.
Kocaman gülümserken kendi kendine konuştu yine.
''Ah be çocuk değişmeyen heyecanla, hala ilk gün ki gibi.''
Yerden kalkıp telefona uzandığında küçük bir çocuğun heyecanıyla açtı mesajı.
İlk Yara'm; Özel biri olmalısın? Benim bile yabancı olduğum yaramı tanıyan ilk kişisin çünkü.
Özeldi elbette. Özel biriydi Meva onun için. İlkler hep özel değil miydi zaten? İlk yara, ilk kırgınlık, ilk kızgınlık, ilk gözyaşı...
ilkler kalmaz mıydı geriye?
Anlamıştı işte onun için özel bir kişilik taşıdığını. Sırıttı mesajı on, on beş defa okuduktan sonra ve bağırdı odanın içinde. Deli gibi çırpınan kalbine ise bir selam iletti.
''Özelim tabi oğlum. Ben senin ilkinim. İlk.''
Meva: Çocukluk başlı başına özel değil midir zaten?
Hatırlamadığı halde Meva'yla kırıcı konuşmaması Meva'nın kalbini yumuşatmıştı. Tekrar tekrar şükrediyordu hayatına böyle mükemmel kalpli bir çocuğun girmesine. Çocuk değildi aslında tabi. Kendisinden üç yaş büyüktü. Ve şu an yirmi üç yaşındaydı.
''Küçüktü kalbim seni sevdiğinde. Değişen bir şey yok aslında. Ben buyum ya. Kalbim hala seni ilk tanıdığı zamandan kalma. Kulaklarım, senin o çocuk sesine aşık hala. Ellerim, o benim minik ellerimi tutan kocaman ellerine meftun.
Meva: Aslında çok acıtır sanmıştım biliyor musun? Yine kırılırım sanmıştım. Ama bir defa daha düşsem sen kaldırırsın biliyorum bunu.
Bilinmeyen numara; Hissettiriyorsun biliyor musun?
Meva: Uzakta olsan, yabancı da olsam sana o kalbin diyor ki bana ''Sen üzülme ben tanıyorum ya seni.''
Meva: Sonra yaran bırakmaz hem beni bilirim. ''Sen...'' diyor bana ''...Sen bu koca çocuğun ilk yarasısın.'' diyor.
Meva: Şimdi söylesene be ben senin için nasıl özel olmayayım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyunbozan
Short Story"Mavi," dediğinde Meva'nın kıkırdayışı kalbinin teklemesine sebep oldu. "Mavi, benim sana salıncak kurduğum gökyüzünün rengi." Bu cümle Meva'yı daha mutlu ettiğinde yüzünü Miraç'a dönmüştü bile. Gözlerinin gözlerine denk gelmesine ne hacetti, kalbi...