"renklerim sana."

75 7 6
                                    

"Benim bildiğim bütün renkler senin sokağına çıktı,"

-Flashback

"Renkleri sayar mısın bana? Ve bir şey daha, hepsinden bir örnek verir misin?"

Sorduğu soru Miraç'ı gülümsetirken renklere ait nesneleri sıraladı aklında. Tarttı, tuttu, gülümsedi, buruk bir hüzün sardı yüzünü. Daha sonra ellerini Meva'nın saçlarına götürdü örmek için.

Elleri saçlarıyla buluştuğunda bu kadar hızlı atan kalbine kızdı öncelikle. Sonra küçük kızın turuncu saçlarına daldı birkaç dakika boyunca. Ne güzel bir renkti bu böyle. Sırf bu renk sayesinde en sevdiği şey mandalinalar olmuştu. Sırf onun saçlarının renkleriyle aynı olduğu için.

Burnuna dolan bu koku, sahi bir koku renk olabilir miydi, anlamlandıramadığı bir renk? Çözümleyemediği bir renk?

Şey gibiydi bu, annesinin ellerinin kokusu. O kadar güzeldi ki, onları koklayıp uykuya dalabilirdi.

"Hmm," dedi düşünür gibi bir ses çıkardığında. "Turuncu mesela, senin saçlarının rengi."

Konuşmaya devam ederken elleri saçlarında geziniyordu hala.

"Yeşil, senin gözlerin."

"Kırmızı, yanakların.

Meva kıkırdamıştı.

"Mavi," dediğinde Meva'nın kıkırdayışı kalbinin teklemesine sebep oldu. "Mavi, benim sana salıncak kurduğum gökyüzünün rengi."

Bu cümle Meva'yı daha mutlu ettiğinde yüzünü Miraç'a dönmüştü bile. Gözlerinin gözlerine denk gelmesine ne hacetti, kalbi kalbine denk gelmişken.

Devam etti Miraç.

"Beyaz, o salıncağın iplerini bağladığımız bulutların rengi."

"Kahverengi ise o ipin rengi Meva."

Meva boşta duran ellerini Miraç'a yönelttiğinde kalbinin üzerine çoktan ulaşmıştı sağ eli.

"Ve burası," diye tamamladı Miraç'ın yarıda kestiği cümlelerini. "Burası da senin bana sunduğun gökkuşağının renkleri."

***

İlk Yara'm: Saçların mesela, hangi renk?

Okuduğu mesajla gülümseyişi kulaklarına varırken Miraç'la konuşması tuhafına gitmişti genç kızın. Oyuna başlayalı daha birkaç gün olmuşken Miraç'ın bu kadar istekli davranması genç kızın kalbini dansa kaldırıyor ve o muhteşem edasıyla dans ettiriyordu. O her yazdığında şükürleri artıyordu bu sevdaya. O her yazdığında hala o salıncakta sallanmaya devam ediyordu. O sürekli yazdığında bulutlara varmasına çok az mesafe kalıyordu.

O soracak, Meva cevaplayacaktı.
Bu sefer genç kızı önceden tanıyacak, sonradan görecekti. Eşit olacaklardı işte. Oyunun en büyük kuralı buydu çünkü. Meva onu tanıyordu ve görmemişti. İkisi de eşit olmalıydılar. İkisi de birbirlerini görmeden tanımış olacaklardı.

Gelen mesajın üzerine tıkladığında elleri klavyeyle buluşmuş çoktan harekete geçmişti bile. Kalbi yönlendiriyor, elleri yazıyordu. O ise sadece olanları izliyordu.

Meva: Onu sen benden daha iyi biliyorsun aslında.

Meva: Benden çok iletişime geçtiğin tek şey onlardı.

Meva: Onlar biliyor bi seni tam olarak,

Meva: Bir onlar çok tattı ellerinin güzelliğini.

Meva: Bir onlardan kıskandım seni.

Meva: Bu soruyu en sona saklasak olmaz mı?

Meva: Senin karşına çıktığımda sende onları ilk defa gör, lütfen.

Yazdığı cümleler kalbinden birkaç damla gözyaşını akıtırken, çok fazla hızlıydı. Her an durabilecekmiş gibi. Her an işlevini yitirecekmiş gibi.

İlk Yara'm: Sahi, nasıl bu kadar özel sevebildin?

İlk Yara'm: Kendi saçlarından bile kıskanacak kadar neyini sevdin şu küçük Miraç'ın.

İlk Yara'm: Sahi ufaklık, neyimi sevdin sen benim?

İlk Yara'm: İlk yarasını hatırlayaman adamın nesini sevdin?

Kayıtlı olan isimle ard arda gelen bu son mesaj zaten her şeyin cevabı değil miydi?

Fazlasıyla.

Meva: Yarasını sevdim, elimle dokunup hissettiğim o kaşının üzerindeki yarasını sevdim ben, elimden tek gelen şeyi yaptım Miraç.

Meva: Yetenekli olduğum tek şeyi yaptım.

Meva: Sesinin kıyılarını,

Meva: Ellerinin, bana her değdiğinde hissettirdiği sıcaklığı,

Meva: Bana ismimi sevdiren o çocuğun bana ev oluşunu sevdim.

Meva: Sevdim işte. Gülüşlerinin renklerini, bana siyahın asıl aydınlık olduğunu öğreten o küçük çocuğu sevdim.

Meva: Bana saçlarımın rengini öğreten çocuğun, saçlarımın rengini soran adama dönüşmesini sevdim.

Oyunbozan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin