İki yorgun insan çimenlere uzanmış gökyüzünü izlerken güneş, can yakan mor rengini alıp batıyor ve dünyadaki sayılı kişinin duyabileceği bir ses çıkarıyordu. Genç kız o sese uygun bir ıslık çaldı ve ıslık, yanındaki çocuğu geçmişine götürdü, hâlâ yaşadığı zamanlara... O zamanlar her şey daha kötüydü ve çok güzeldi.
Uzun zamandır aklında olan konuyu açtı kıza.
"İnsanlar kitabın sonunu daha başındayken öğrenmeyi istemez." Tüm olan bitenler onu acıktırmıştı, uzun bir ölüm geçirmişlerdi.
Kız ise onun fikrinin aksini savunuyordu, bazı yazarların kafalarındaki tahtalar bir değişik olurdu. Kitabın sonu da başı da önemsizdi onlar için.
"Hadi ya, niyeymiş o?"
Çocuk nedenini kendine sakladı, biliyordu ki kız ne yapıp edecek ve kelimeleri kazanacaktı.
"Var mısın iddiaya; bırak sonunu öğrenmeyi, okumaya başladıklarına bile pişman olacaklar?"
Genç kız da ayaklandığı gibi bağdaş kurdu ve elini uzattı çocuğa. Bu kabul etmek demekti. Bir rüzgâr geldi ve iki sene önce ölen bir kedinin sesini yüzlerine çarptı. Bunu umursamadılar, öyle alışmışlardı ki ölenlerin sesine...
"Varım, kaybeden kişi yazarı bizim ve diğer her şeyin hayal olduğuna iknâ eder!"
Çocuk ikilemde kaldı, okuyuculara güven olmazdı ve onlar da yazar gibi kitabın sonu ya da başından çok karakterleri önemseyebilirlerdi! Kendi iddiasını kaybetmesi korkunç olurdu, yazarla ve onun kafasındaki gerçeklikle uğraşmak istemiyordu.
Bir balığın solungacından iki hava kabarcığı çıkana kadar bekledi, sonra 'Aman...' diye düşündü, 'nasıl olsa birimiz uğraşacak yazarla, bu ben olmalıyım. Her şey benim başımın altından çıktı, zaten gerçek olsam bu iddiayla da yaşamakla uğraşmazdım.'
Kızın elini sıktı, maceraları bitiyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnızlığınla Nasıl Savaşıyorsun
Ngẫu nhiênYa ben onu öldüreceğim ya da o beni. Kim? Kim olacak, yalnızlık! Yalnızlığınla mı savaşıyorsun? Bir kez daha söylüyorum, benim değil yazarın yalnızlığı! Anladım, nasıl gidiyor peki? Karakter yorgunluktan ölmüştü, pes etme derecesine gelmişti ama sav...