4.BÖLÜM

33.7K 1.6K 44
                                    

DÜZENLENDİ

YAĞIZ'DAN

         Yaz başında okuduğum okulda yangın çıkıp, okul kullanılamaz hale gelince bu yıl okulumuz Üsküdar Lisesi'ne taşınmıştı. Ablam da sırf ben bu okula geçiyorum diye tayinini bu okula aldırmıştı. Tabi bu konuda babamın payı büyüktü. Herkes istediği okula tayin isteyemiyor sonuçta. Müdürün konuşmasını ablamla birlikte arabada dinledik. Ali abi herkes içeri girdikten sonra beni tekerlekli sandalyeme geçirmişti. 

         İki yıl önce geçirdiğim trafik kazası yüzünden bu haldeyim. Bir yılım ameliyatlar ve iyileşme süreciyle geçmişti ki bu bir yıl kaybetmeme sebep olmuştu. Şimdi ise son bir yıldır olduğu gibi fizik tedaviyle iyileşmeye çalışıyorum. Az kaldı başarmama. Sonunda yürüyebileceğim. Bu konu ile ilgili ailem bana çok destek oldu. Babam Selçuk Taşçı çok yetenekli bir mimardır. Dedemden kalan şirketi kendisi yönetiyor. Sanırım onun izinden gideceğim ben de ama yine de bu üniversite işlerinde ablamdan yardım almalıyım. Ablam pdr okudu ve şuan bizim okulda öğretmenlik yapıyor. Onun bu mesleği seçmesinin sebebi de annem. Aslında annem Sedef Taşçı bir doktor. Psikiyatr olur benim sultanım. Gerçekten bu hayattaki en büyük destekçilerim onlar.

          Okula girdiğimizde ablam müdürle konuşmaya gitti ben de sınıfıma geçtim. Sınıfa geçtiğimde herkes tip tip bana bakıyordu. Eski okulumdaki gibi çok arkadaşım olmayacak demekti bu. Orada da zaten pek arkadaşım yoktu ama onlar dalga geçmezdi en azından. En arka cam kenarında bir çanta vardı ve yan sıra boştu. Sanırım benim için en ideal yerdi. Sandalyemi oraya doğru ilerlettim ve oturak sırayı kenara itekledim. Sıraya sonunda yerleştiğimde bir çocuk geldi yanıma ve saçma sapan konuşup dalga geçmeye başladı. Etrafımdaki kalabalık artmıştı iyice. Sinirli bir insandım ben ve sonuç olarak bağırmıştım onlara. Sınıfta kısa bir sessizlik olmuştu ve bu sessizliği ayak sesleri bozdu. Kafasında kapüşonu olan bir kız kafasını eğmiş bize doğru geliyordu. Aramızda bir adım kala başını hafif kaldırdı ama yüzüme çevirmedi bakışlarını. Sonra aniden benimle dalga geçen çocuğa çevirdi bakışlarını ve yumruklarını sıktı. Çocuğun ondan neden korktuğunu ve neden ona şeytan gözlü dediğini anlamamıştım. Çünkü kız bana bakmadan sıraya geçip başını kollarına gömmüştü ve hoca  gelene kadar da kalkmadı bir daha. 

         İlk derse ablam girdi ve önce yoklamayı aldı. Sıra Asya'ya geldiğinde sadece elini kaldırdı, gözünü bile çevirmedi camdan. Adını da böylece öğrenmiş oldum. Ablam sınıfa bakmamıştı ve tekrar okudu Asya'nın adını. Herkes gülüyordu. Asya tam yerinden kalkıyordu ki yanımda olduğunu söyledim. Yine döndü pencereye ve dışarıyı izlemeye devam etti. Göz göze gelmek istiyordum ama bakmıyordu ki bana. Hangi renkti acaba? Ders sonuna doğru yine dalga geçtiler. Ona suskun diyorlardı. Ablam Asya ve beni korumak için sınıftakilere göz dağı vermişti. Ben pek takmazdım kimseyi ki Asya'nın da takmadığını zil çalınca kimseye bakmadan sınıftan çıkmaya çalışmasından anladım. Ablam bizi odasına çağırınca onun peşinden gittik. Asya iki adım önümde gidiyordu. Ne kadar güçlü olsam da tekerlekleri çevirirken zorlanıyordum hala. Ablamın odasına yaklaşmışken yavaşlamıştı Asya, böylece öne ben geçmiştim ama odanın kapısındaki çıkıntıya takılmıştı tekerlek. Zorlasam da geçmeyince ablamla göz göze geldim. Ne olduğunu anlamış olacak ki ufak bir tebessümle ayağa kalkacakken biri sandalyemi içeri doğru iteledi. Başımı kaldırıp yukarı bakınca Asya'yı gördüm. Demek bu yüzden yavaşladın küçük cadı. Ama insan bir bakar bana değil mi? Sandalyemi masanın yanına kadar itti ve ben de onu inceledim. Uzun kahve saçları vardı. Tam çenesinde çok çok küçük bir ben. Bembeyaz bir teni vardı. Yüzünde makyaj olmadığı belliydi ama sanki biraz fondöten vardı. Şu krem rengi yüze sürülen şey. Ablam sürer bazen oradan biliyorum canım bakmayın öyle.

"Oturun çocuklar biraz konuşalım. Asya önce senden başlasak olur mu canım?"

        Ablamın sesiyle kendime geldim ve Asya'ya baktım. Ceplerini kurcaladı ama yüzünde tedirginlik vardı sanki. Sonra masanın oradan bir kağıt ve kalem alıp yazmaya başladı ve kağıdı ablama uzattı. Hala ona bakıyorken ablam konuştu tekrar.

"Canım doğuştan mı konuşamıyorsun?"

      İşte merak ettiğim soru. Yazdığı kağıdı ablama uzatırken eğilip baktım bende.

"3 yıl önceye kadar konuşabiliyordum."

          Ee niye sustu o zaman bu kız?

"Peki neden sustun?"

        Ben bunu sorar sormaz bana dikti gözlerini. Gözleri..Gözleri nefesimi kesti sanki. Derin bir nefes çektim içime. Herkesin şeytan gözlü dediği kızın gözleri bence büyüleyiciydi. Merak ediyordu insan. İçine çekiyordu sanki. Griydi gözleri, açık gri. Araftı o. Ne siyahın içinde kaybolmuş ne de beyazlar içinde sonsuzlaşmış bir ruhtu. Tam arasıydı, araftı. Beyazı yok saymış, siyahı hiç etmişti. 

       Ben düşüncelere dalmışken ablamın çıkabileceğini söylemesiyle kendime geldim. Tam yanımdan geçerken bileğinden tuttum onu. İki adım geriledi birden. Ne yani korkmuş muydu benden? 

"Sadece kapıdan çıkmama yardım eder misin diycektim."

          Hiçbir şey demeden sandalyemi ittirip kapıdan çıkardı ve ardımızdan kapıyı çekti. Sonra da bahçeye doğru ilerlemeye başladı. 

"Asya!"

         Bana döndüğünde gülümsedim ona. 

"Teşekkür ederim."

         O da gülümsedi ve ben eridim. İnsanlar onun ne kadar güzel olduğunun farkında mıydı ki ve ben kendimi özel hissettim. O sadece bana gülümsemeliydi. Annemin anlattığı her şey gerçekleşiyordu. "Bir gün sen de diğer yarını bulacaksın." demişti bana. Bu kadar erken bulunur muydu ki o yarım? Ben bulmuştum işte. 19 yaşımda hayatımdan asla çıkmasını istemediğim kişiyi bulmuştum. Bunları düşünürken öyle mutluydum ki gözlerim parlıyordu eminim. Bundan sonra benden kaçışın yok küçük cadı. Ne kadar beklemem gerekirse gereksin sen artık benimsin...


SUSKUN(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin