Hiroto'nun evinin önüne vardığımda onu her zamanki gibi itici boş gülümsemesiyle adeta "ben burdayım Yauso ama artık sen yoksun" der gibi elinde piposu ile duman atarken buldum. Oturduğu taştan kalkıp elini uzattı boş kalmasın diye uzattığı eli hemen sıkıp bıraktım oda pek hevesli değilmiş gibiydi anlaşılan.
"Yauso! Bende ne zaman gelecek bu diyordum. Haberi aldın sanırım?"
Ciddi olamazsın ya sen doğduğun günden beri çalış, çabala ve sonra desinler ki "Yauso Adalet Meydanına seni seçtik eşyalarını topla git. Evin mi? Ona biz bakarız." Hayatım boyunca hiç bir zaman şans benden yana gitmedi bundan sonra da gitmeyecek anlaşılan. Dört yaşımda köyümüze yapılan bir baskında annem gözümün önünde kılıçtan geçirildi. Babam ve arkadaşları ne kadar dayanmaya çalışsalarda düşmanın sayı üstünlüğü yüzünden sadece köyümüzü savunmuşlar yakmalarınıa engel olamamışdılar. Bu olaydan sonra babam bana dedemden kalma - Rüzgarın Sesi - tekniğini öğretti. Altı yıl sonra ise babam şeytan öpücüğü ile kendi kanında zehirlenerek öldürüldü kimin yaptığı ise asla bulunamadı. Sonlarda köy halkı benim ve abimin aile özlemi çekmememiz için bize ellerinden geldikleri kadar yardımcı oldular. Bende bu süre zarfında kendimi geliştirip şuna ki halime köyün en iyi dövüş sanatçısı ve - Rüzgarın Sesi - tekniğini kullan tek kişi oldum.
Düşüncelerden sıyrıldığımda Hiroto evinin önündeki taşa çoktan oturmuş piposunu tüttürüyor du. Yanına geçip bende oturdum piposunu bana da uzattı, ben geri çevirdiğimde bana gülüp tekrardan uzun bi çekiş aldı. Ona doğru dönüp:
"Anlayamıyorum bu saçmalık değilde ne? Adalet Meydanı'na neden ben gidiyorum?"
"Ufağım daha sana..."
"Bana ufaklık dememeni söylemiştim! diye hatırlıyorum" kılıcımı kucağıma aldığımda hafiften Hiroto' ya baktığımda az önceki gülüşü yok olmuştu. Hoşuma gitmedi değil. Hiroto korktuğunu belli etmemeye çalışarak konuşmaya devam etti:
"Tamam sakin ol abartacak bişi yok. Bu konuyu önce sana anlattık Yauso, çocuk gibi davranmayı kes. Benim seni o ölüm tuzağına göndermek isteyeceğimi mi sanıyorsun?"
Hiroto böyle konuşunca az önceki yaptığım hareketten dolayı utanıp kızardım. O yaşlı bunak adam, beni oğlu gibi görüyor du, ben ne yapıyordum çocuk gibi davranıp mızmızlanıyordum. Aklımı başıma alıp tekrardan düşüncelere daldım kendimi en güvende hissettiğim yere. Omzuma değen yaşlı el ve bana tebessüm eden bu insandan özür diledim. Özrümü kabul edip beni hazırlık için evime gönderdi. Eve geldiğimde kapımın önünde oturmuş taşları atıp tutmaya çalışan Yang'ı gördüm. Yanına geldiğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Hiroto'ya yaptığım hareket yetmezmiş gibi sabahki Yang'a yaptığım haraket ne kadar zor bir gün dimi?
"Yang neden eve gitmedin?"
Oturduğu yerden kalkıp üstünü silkeledi yüzünedeki gülümseme ile yanıma gelip elime bir şey tutuşturdu. Elime baktığımda köpek dişinden yapılma sarı bir ipe geçirilmiş kolte vardı.
"Geri geleceğini biliyorum. Gittiğin yerde başım derde girerse bu kolye ile beni hatırla, köyümüzü hatırla. Küçük bir şey belki ama...."
Daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladı. Diz çöküp kafasını kalırdım o yaramaz Yang gitmiş yerine bir yakını ölmüş gibi ağlayan Yang gelmişti. Çocuğun göz yaşlarını şalımı silip ellerimi saçlarında gezdirerek:
" Tamam,teşekkür ederim. En çok seni özleyeceğim ufaklık." Ayağa kalkıp yüzümdeki yaşlar yerine hüzünlü bir gülümseme ile geri gönderdim. Sonunda kendimi evime attığımda güneş batmak üzereydi, yavaş yavaş yerini Ay'a bırakmaya hazırlanıyordu. Eşyalarını koyduğum sandığa gidip üç, beş bir şey alıp çantama koydum. Son kez olsa da abimi ziyaret etmek için evden çıktım.
Kardeşimin evine vardığımda onun çiçekleri ile oyalanırken gördüm. Beni gördüğünde yüzündeki yorgunluktan eser kalmamıştı.
"Yauso! Hangi rüzgar attı seni buralara"
"Hiç sorma. Olayları duymuşsundur sanırım? "
"......"
Yuno otuzlu yaşlarında siyah saçlı, vücudu yapılı, hafif uzun boylu biriydi - benden duymuş olmayın ama tam bir çiçek hastasıdır - neyse, kardeşimin benim Adalet Meydanına gideceğim den haberi olmayışı beni çok şaşırtmıştı, sonuçta oda köyün ileri gelenlerinden di. Beni evin önündeki masaya davet ettikten sonra içeri gider yeşil çay ve biraz getirmiş olduğu gyozları* yerken bir taraftan da onu daha fazla merak ettirmeden sabahtan beri başımdan geçen olayları özetleyerek anlatıverdim. Önce bir kaç saniye sessizlik hakim oldu sonra Yuno sessizliği bozarak:
"Bak Yasuo açık konuşacağım. Senin en başında beri seçileceğini biliyordum, sonuçta köyümizdeki en iyi kılıç ustası sensin.."
" Hayır! Sen benden daha iyisini"
" Sözümü kesme! Ayrıca ben Rüzgarın Sesi tekniğini bilmiyor köyde bilen tek sensin."
O an için hayatta en sevdiğim, övündüğüm tekniğimden o kadar nefret ettim ki hiç öğrenememiş olmayı diledim. Yuno beni anlamış olacak ki elini omzuma koyup bana içten bir gülümseme ile:
" Bu senin seçimin değildi Yasuo, sesin değildi. Şu gyozaları yiyicek misin yoksa ben yiyeyim mi?"
Bu konu üzerinde daha fazla durmak istemediğini anladığım için bende fazla uzatmadım. Biraz zaman geçtikten sonra köyün orta yerlerinde bir bağrışma oldu. Arkasında davullar deliler gibi çalmaya başladı. Yuno hemen içeri girip kılıcını alıp geri geldi. Onu öyle sinirli gördüm ki bu yüz ifadesini en son dört yaşımda babam da görmüştüm. İçimi bi korku sardı o an, köyümüz istila altındaydı. Bende hemen kılıcımı alıp ayağa kalktım. Yuno elimi sıkıp:
" Yauso hemen Hiroto nun yanına git, evini koru daha ilk baskın görüşün sakın dışarı çıkma ve Hiroto yu ne pahasına olursa olsun koru."
" Ama Yuno bende..."
" Aması yok Yasuo koş" Ben daha cevap veremeden Yuno daha önce hiç görmediğim bir hızla gözden kayboldu, bende zaman kaybetmeden içine dolan adrenalin ile koşarak Hiroto nun evime gittim nerden bilebilirdim ki bu olayın hayatımın dönüm noktasını olacağını.
*Gyoza: Sebze ve tavuklu içten yapılan hamurşı ara öğün yemeği
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgarın Sesi
FantasyLeague Of Legends oyunun hikayesini kendi dünyamda kurgulayıp sizlere sunmaya çalışıcam.