Melis uyandığında kahvaltıyı kaçırmıştı, hatta öğle yemeği zamanıydı. Hemen kalkıp hazırlandı. Gözlerinin şişmiş olduğunu fark etti ama umursamadı. Herkesin arkadaş gibi davrandığı ama kimsenin umursamadığı biri olmaya burada da devam edebilirdi. Yani nasıl göründüğünü önemsemeyecekti.
Acıktığını fark ettiğinde birşeyler atıştırmaya karar verdi ama yemekleri görünce midesi bulandı ve ağzına zoraki bir dilim ekmek tıkıştırdı.
Nefes alamıyor gibi hissediyordu. Çok bunalmıştı. Kampın dış taraflarına doğru yürüdü. İnsanları görmek istemiyordu. Sadece yalnız kalmak istiyordu. Her ne kadar kendini doğru olanı yaptığı konusunda ikna etse de aklı akşamki olaydaydı. O kıza gününü göstermek istiyordu.
Fark etmeden kamp sınırına gelmişti. Ama işin tuhafı oranın boş olması gerekirken tüm kamp oraya toplanmıştı. Melis başının ağrımaya başladığını fark etti. Hasta olmuştu galiba. Arkasını dönüp gitmeye çalıştı ama bir şey kendisini burada kalmaya zorluyor gibiydi. Geri dönüp gidemiyordu. Bari ne olduğunu öğreneyim diyerek diğer melezlere yaklaştı.
Daha ağzını açmadan sınırın hemen dışındaki kurtları fark etti. O kadar güzellerdi ki! Ama güzel oldukları kadar korkunçlardı da. Keskin dişleri avını parçalamaya hazırdı.
Kurtlar burada ne arıyordu? Ama o sırada kurtlardan çok daha korkunç olan iskeletleri fark etti.
İskeletlerin nereden geldiğini gayet iyi biliyordu. Ama o sırada düşünemeyecek kadar hastaydı.
Başının ağrısı iyice arttı, görüşü bulanıklaştı, midesi acayip ağrıyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı. Kendini hiç bu kadar kötü hissetmemişti.
Başı o kadar dönüyordu ki dengesini kaybetti ve sınırın dışına düştü. Sınıra o kadar yakın durması zaten bir hataydı. Ölmeyi hak etmişti.
Kurtlardan biri erişebileceği avı fark etti. Bu iskeletlerin arasındaki çocuktan çok daha kolay bir avdı. Diğer kurtlara işaret etti.
Kurtlar üzerine doğru gelirken Melis öleceğine emindi. En azından güzel ve asil bir hayvan yüzünden ölecekti. Bu çirkin bir canavardan çok daha iyiydi.
En yakınındaki kurt tam Melis'in üstüne atlamıştı ki araya giren bir iskelet kurdun Melis'e ulaşmasını engelledi. Melis bu fırsattan yararlanıp doğrulmaya çalıştı. Zar zor ayağa kalkabildiğinde gördüğü şey saldırmaya hazırlanan bir kurdun gözleriydi.
Saldırının hedefi ise Nico'ydu. Az önce iskeletlerinden birini kızı kurtarmak için yollamış, bu da savunmasında bir boşluk oluşturmuştu. Ve kendisi de bunun farkındaydı.
Melis eskiden sadece hayallerinde bulunan bu çocuğun şimdi onun hayatını kurtardığını biliyordu. Bu harekete geçmek için yeterliydi. Mesele onun da meselesiydi ve düşünecek vakit yoktu.
Başının ağrısı, midesinin bulanması, görüşündeki bulanıklık... Hepsi bir anda geçti. Melis kendisini çok iyi hissediyordu.
Kurda gözlerini dikti ve ölmesini istedi. Hiçbir şeyin canını yakmasına izin vermeyecekti. Her bir hücresiyle onun ölmesini istedi. Gözleri nefretle koyulaştı ve sonra yeterince dikkatli bakılmadan fark edilemeyecek sarı çizgiler belirdi gözlerinde.
Nico'ya saldırmaya hazırlanan kurt daha hamlesini yapamadan yere serildi.
Melis'in gözleri eski haline döndü ve Melis acayip bir yorgunluk hisseti. Oracıkta uyuyabilirdi. Yorgunluktan gözleri kapanmadan önce son gördüğü önünde beliren güzel bir kadındı.
...Helena'nın sınırın dışına düştüğünü gören kampçılar artık onun öleceğine emindiler. Üstüne atlayan birkaç kurttan iskeletler onu kurtarsa da kız ölecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Persephone'un Kızı
FanfictionBenim en sevdiğim seri pjo ve hoo idi. Hep gerçek olmasını hayal ediyordum. Ama istediğim şey kesinlikle kendimi bir oyunun, sinsi planların ve ihanetlerin ortasında bulmak değildi. Kesinlikle değildi. ... "Kötü hissettiriyor değil mi? Kullanılmak...