Lilith'in açıklamasından sonra üçlü o gece o evde kalmıştı. Ertesi sabah kimse gittiklerini fark etmeden geri döndüler. Aradan iki hafta geçti. İki hafta boyunca Melis, Anna'yı bir kere bile görmedi. Lilith'in de sesini hiç duymadı. Ama uyarısı hala aklındaydı.
Melis iki haftadır hiç ara vermeden çalışıyordu. Eskiden de sıkı çalışıyordu ama artık uyumuyordu bile. Günde iki saat uykuyla durmadan kendini zorluyordu. Artık yüzünün rengi solmuştu. Nico dinlenmesi gerektiğini defalarca söylemişti ama Melis umursamıyordu. Çünkü korkuyordu. Hazırlıksız yakalanmaktan, zamanı geldiğinde yeterince güçlü olamamaktan korkuyordu.
Bir tur daha, dedi içinden. Bir tur daha koş. Daha fazla, daha fazla, daha fazla... Kendini zorluyordu. Artık içindeki karmaşa da zihnindeki karmaşa da gitmişti. Sadece daha fazla diyen korku vardı. Turunu bitirdiğinde nefes nefeseydi. Bu bugünkü kaçıncı turuydu bilmiyordu. Şimdi kendine izin verebilirdi. Sadece beş dakika, diye geçirdi içinden.
-Kendini çok zorluyorsun.
Bu sesin sahibini de uzun zamandır görmemişti. Sadece gülümsemekle yetindi. Bu çocuk onca zamandır tek kelime etmemişken şimdi neden umursuyor, diyen Melis'i susturdu. Gülümse geçsin. Diğeri dinlendiği zamanlarda artık çok daha baskındı. Ama Melis kontrollüydü. Pek fazla insanla karşılaşmaması kontrolü kolaylaştırıyordu tabi. Antrenman zamanlarında kontrol diğerindeydi ama. Gerçek ve tehlikeli olanda.
Melis daha yerinden kalkmadan kendine doğru gelen kılıcı gördü ve yana yuvarlandı. Jade kılıcını çekmiş hadi bekliyorum dercesine bakıyordu. Melis ayağa kalktı ve kılıcını çekti. Çalışmalarının sonucunu görme zamanıydı.
Kılıçlar havada çarpıştı. Melis sanki dans ediyor gibiydi. Jade'inki kadar güçlü olmayan bedeninin çevikliğinden faydalanıyordu fakat Jade de yavaş değildi. Kısa süre sonra Melis yavaşlamaya başladı. Bedeni söylediklerini dinlemiyordu sanki. Nefesleri iyice hızlanmıştı. Vücudu bir hız savaşı için fazla yorgundu. Melis daha ne olduğunu anlamadan kendini yerde buldu. O sırada ağlamak istedi. Ama ağlamadı. Çünkü ağlamak o noktada pes etmekti. Ve Melis bu defa tüm sahteliği bıraktı ve gözyaşlarını geri yollayıp ayağa kalktı.
-Git biraz dinlen. Kendini bu kadar zorlamanın hiçbir faydası yok. Neden bu kadar ileri gidiyorsun ki?
Melis, Jade'in haklı olduğunu fark etti. Vücudu yorgun olduğu için kaybetmişti.
-Çünkü korkuyorum.
Melis gerçeği söyedi. Jade'in önemli biri olduğunu hissediyordu. Yalan söylemek istemedi. Ama korktuğunu itiraf etmek, duygularını saklayıp ağlamak ya da gülmek dışında bir duygu belirtisi bulundurmayan Melis'e ters düşüyordu.
-Kaybetmekten mi?
-Geri kazanamamaktan.
Melis arkasını döndü ve gitti. Sözcükler ağzından öylece çıkıvermişti. Verdiği cevap kendisini bile şaşırtmıştı. Bu dünyada kaybedecek pek bir şeyi kalmadığını o ana kadar fark etmemişti. Sadece her şeyi aşacak kadar güçlü olmaya odaklanmıştı. Koruyacak bir şeyi olmamasına rağmen. Kampı önemsemiyordu. Şurada konuştuğu kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu ve onlar da kendilerini koruyacak kadar güçlüydüler. Yanlarına gitmediği sürece ailesini bile koruması gerekmiyordu.
Melis ne kadar bencil olduğunu fark etti. Başından beri sırf kendi için çalışıyordu. Ve ilk defa evet dedi. Ben bencilim. Zaten kim değil ki? Kim kendini önemsemez ki? Melis'in yüzünde şimdiye kadar hiç olmadığı kadar parlak ve zehirli bir gülümseme vardı.
..............
Nico bir ağacın gölgesine oturmuş Helena'yı izliyordu. Kıza dinlenmesini defalarca söylemişti ama Helena dinlememişti. Neden hala kızla ilgileniyordu bilmiyordu. Ruhundaki fazlalığın sebebini öğrenmişti ama yine de kızı bırakmak istemiyordu. Hem hala sakladığı bir şeyler olduğunu hissediyordu.
Aslında tek nedeni bu değildi. Ona değer veriyordu. Onu önemsiyordu.
Yanına oturan birini hissettiğinde kim olduğuna baktı.
- Çok çalışıyor değil mi?
dedi Will Solace Helena'yı işaret ederek.Nico cevap vermedi.
- Sana benziyor.
Nico bunu duyunca şaşırdı. Hiç böyle düşünmemişti. İlgisinin devam etmesinin nedeninin de bu olup olmadığını merak etti.
- Neden?
Nico Will'in kendisini ne kadar tanıdığını merak etti.
- Her ne için çabalıyorsa tek başına halledemeyecek ama yine de sınırlarını zorluyor.
Nico sessiz kaldı. Güneş batana kadar ikili ağacın altında sessizce oturdular.
...........................
Anna iki haftadır yatağından çıkmıyordu. Yemek yemeye bile gitmiyor, kardeşlerinin kendisine getirdiği şeylerle idare ediyordu. Sürekli savaş yıllarını düşünüyordu. Ve öncesini... Bir şakaya kahkahalarla gülen Lilith, yeni projesinden gözleri parlayarak bahseden Lilith, bilmiş konuşan Lilith, kitaplarını kazara düşürünce sinirlenen Lilith... Anna'nın zihni tamamen onunla doluydu.
Anna gözlerini kapatıyor ve saatlerce hayal ediyordu.
Anna Lilith'in ölümü için hep Nico'yu suçlamıştı. Ama artık suçlamıyordu. Zihninde tek bir cümle dolanıyordu: "Onu ben öldürdüm.". Eğer, diyordu, eğer gitmesine izin vermeseydim, onu koruyabilecek kadar güçlü olsaydım... Suçluluk Atlas'ın taşıdığı gök kadar ağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Persephone'un Kızı
FanfictionBenim en sevdiğim seri pjo ve hoo idi. Hep gerçek olmasını hayal ediyordum. Ama istediğim şey kesinlikle kendimi bir oyunun, sinsi planların ve ihanetlerin ortasında bulmak değildi. Kesinlikle değildi. ... "Kötü hissettiriyor değil mi? Kullanılmak...