Kırmızı kulaklıklarımı takmış yolda ilerlerken çalan şarkıdan dolayı yüzümde oluşan gülümsemenin, bana bakan kişiye bulaştığını gördüm. Benim dudaklarımdan onun gözlerine sonra da onun kırmızı dudaklarına yayılmasını izledim. Ruj sürmemiş. Ya da herhangi bir makyaj yapmamış. Ama yine de çok güzel işte... Gözleriyse masmavi. Geçen akşamüstü kendimi kaybetmişçesine bakakaldığımın aynıları. Akşamki kızın ta kendisi karşımdan gelirken bana gülümseyen şirin varlık. Gülüşü o kadar içten ki! Normalde kaçarım, korkarım, çekinirim bazen karşı cinsle iletişim kurmaktan. Ama bu sefer benden beklenmeyecek bir atak yaptım ve kızın tam önünde durdum. Gülümsemesine hafif bir şaşkınlık eklendi ve konuşmamı bekleyen gözleri yeniden gözlerime takıldı...
"Im, şey pardon. Bana cüzdanımı geri getirdiğin için tekrar çok teşekkür ederim."
Diyecek başka birşey bulamadığım nasıl da belli oluyor! Üstünden günler geçti olayın.
Ve o daha ne cevap vereceğini düşünürken ekledim:
"Sormayı unuttum, acaba iyilik meleğimizin adı ne?"
Tatlı sesiyle ufacık bir kahkaha attı.
"Adım dilayla."
İlginç bir isim. Anlamı ne acaba? Sorsam mı ki?
Karar vermeye çalışan iç sesimi bölerek atıldım:
"Ben de Selami."
Kız gülmeye başladı. Neden ki? O kadar da komik değil ismim.
"Biliyorum ismini. O fotoğraf ne öyle ya!"
Ah! Tabi ya, cüzdanım... Hâlâ gülüyordu. Ben de dahil oldum hafifçe. Ama kızarmıştım da.
"Ne yapabilirim ki? O fotoğrafı çekindiğim gün hava birkaç milyon dereceydi ve fotoğrafçı galiba kördü. Birkaç problem çıkmıştı ve beni yarım saat bekletmişti. Eminim yerimde sen olsan daha kötü çıkardın."
"Galiba haklısın. Vicdan yaptım şimdi. Şartlar eşit olmalı. Ve evet daha kötü bir resmim zaten var."
Dedi ve çantasından cüzdanını, cüzdanından da bir fotoğraf çıkardı.
"Bunu normalde herkese yapmam ama, işte..."
Elindeki fotoğrafı bana çevirdi. Kameraya bütün dişlerini ve diş tellerini göstererek gülen, yuvarlak gözlüklü, saçları iki yandan at kuyruğu yapılmış on yaşında bir kız vardı orada. Beraber gülmeye devam ettik.
"Benim gitmem gerek" deyiverdi birden. Ama neden böyle hissettim? Sanki gitmesini istemiyor gibiydim. Ne oluyordu bana?
"Tamam görüşürüz." dedim. Umarım görüşürüz... Gözlerinin içi güldü yine. Birşey demedi. Kocaman gülümseyip yanımdan öylece geçip gitti.
Yoluma devam ettim. Hafta sonunun tadını çıkarıyordum. Bu gün canım sıkılmış, uyumak yerine yürümek için erkenden dışarı çıkmıştım. Nereye gideceğimi bilmiyordum ve yalnızdım. En iyisi parkta biraz dolaşmaktı. Hava biraz kapalıydı bu gün. Her zamanki neşemin yerinde ufak bir hüzün vardı. Kasvetli ruh halimden beni kurtaran Blondie'den "one way" şarkısı oldu. Kulaklığımda yankılanan şarkı yürürken ritmik bir şekilde dans etmeme sebep olmuştu. Beni izleyen bir kaç esnaf fark ettim, tam dans etmeyi bırakacakken takıldım ve düştüm. Kaldırımla bakışmamız bittiğinde toparlanıp kalktım. Göz ucuyla etrafı süzdüm. O iki esnaf haricinde beni gören olmayınca rahatladım ve insan gibi yürümeye devam ettim. Dilayla'yı düşünmeye başladım istemsizce. O aklıma geldikçe içimde bir kıpırtı oluşuyordu. Okuldan, o kadar da yakın olmadığımız ama kendime en yakın hissettiğim arkadaşım Faruk'u aramak üzere telefonumu çıkardım. Numarasını rehberde bulup aradım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hadi Canım!
Teen FictionBakkala girdiğimde bir süre bakkal amcayla bakıştık. Sonra köşede, kutunun içinde duran şeyi gördüm. Çığlık atmak istedim, atamadım. Herkes bu şeyle çocukluğunu hatırlar birbirine anlatırdı, hep merak ederdim. Bulamazdım. Gözlerim dolacak gibi oldu...