'Daha hızlı gidelim, hadi!' Juliana'nın cırlaması ile kıkırdadı genç prens. Küçük kız kardeşi ile ata binmenin ceremesini çekiyordu ve şimdiden nadim olmuştu bile. 'Daha hızlı gidemeyiz Juliana, seni düşürmek istemiyorum.' Üzerinde oldukların daha yavaş gitmesi için gerekeni yaparken bir yandan da Juliana'yı sıkıca tutmaya çalışıyordu. Ama Juliana'nın yerinde durmak gibi bir arzusu yoktu. Küçük prenses ilk kez ata biniyordu, heyecanlı olması çok normaldi onun için. Justin atı geriye döndürerek yönünü saraya çevirdi. 'Eve dönsek iyi olur ufaklık, annemin misafileri gelecek biliyorsun ki.' Justin, önünde oturan kız kardeşinin saçlarına öpücük kondurduktan sonra Juliana ona dönerek yüzüne sevimli bir tebessüm kondurdu. Prens, onun tebessümünü gördüğünde aslında onu ne kadar çok sevdiğini fark etti. Onu çok sinirlendiriyor, dediklerini ikiletiyor ya da annesiyle birlik oluyor olabilirdi ama o, onun küçük kız kardeşi idi. Canından bi' parçaydı, kılına dahi zarar gelse dünyayı yakabilirdi Justin, yapardı da.
Sarayın bahçe kapıları açılıp bahçeye girdiklerinde, anneleri onları gülümseyerek karşıladı. Gülüşü hiç de samimi değil, diye düşündü Justin içinden. 'Geldiniz demek!' Annesi sevinç nidaları ile Juliana'yı kucaklayıp attan indirdi. 'Nasıl geçti bakalım, ağabeyinle güzel vakit geçirdin mi?' Annesi, güzel prensesin saçlarını okşayarak sorduğunda Juliana ona cevap vermek yerine attan inen ağabeyinin bacağına sıkıca sarıldı. 'O beni seviyor!' Diyerek cırladı. Justin gülümseyerek onu kucağına aldı, 'Elbette seni seviyorum. Aksini düşündüren neydi ki?' Justin ona sorduğunda Juliana bilmediğini belirterek omuzlarını silkti, onun bu şirin hareketine gülümsedi prens, ona sıkıca sarıldıktan sonra yere bıraktı ve küçük Juliana, yerinde duramayarak az ileride kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan Zain'in köpeğine doğru koşmaya başladı.
'Seninle vakit geçirirken çok mutlu oluyor.' Annesi bakışlarında kızından ayırıp Justin'e çevirdiğinde, Justin ona karşı olan soğuk tavrını korudu. Cevap vermeyip atının yanına ilerledi ve atın dizgininden tutarak onu sarayın arkasında olan ahıra götürecekken annesinin cümleleri durmasına sebep oldu;
'Justin, neden bana karşı böylesin?' Justin arkasını dönerek anında dolmuş olan gözleriyle annesine baktı. 'Belki de hayatıma karışıp durduğun ve asla kararlarımı önemsemediğin içindir. Sana gelecek misafirlerinle iyi eğlenceler ama ben atımla ilgilenmeyi tercih ederim.' Sözlerini bitirdiğine arkasını dönerek ahıra doğru ilerledi atıyla birlikte. Annesiyle muhatap olmak istemiyordu. Sonunun tartışmaya gideceğini, kırılan kişinin yine kendisi olacağını biliyordu.
Atı, ahırdaki yerine yerleştirdikten sonra kenardaki çuvalda duran havuçlardan birini alarak atını beslemeye başladı genç prens. 'Çok güzel olduğunu biliyorsun, değil mi kızım?' Atıyla konuştuğunu gören birisi belki deli olduğunu düşünebilirdi. Ama o bunu hep yapardı, onu rahatlatıyordu ve atının onu anladığını biliyordu, buna inanmak istiyordu. Bu sırada genç şairimiz, ahırın kapısında prens'ten habersiz onu dinliyordu. Justin'in ne kadar güzel olduğunu düşündü bir an fakat duraksamasına sebep oldu bir şey. Hadi ama, prens onunla ilgilenecek değildi, değil mi?
'Annem bazen çok canımı sıkıyor, hatta her zaman. Keşke bu saraydan bi kaçış yolum olabilseydi.' Atı, sanki onu anlıyormuşçasına prensi dinlerken Zain daha fazla dayanamayarak konuştu, 'Gelebilir miyim?' Justin duyduğu sesle irkilerek arkasına döndü, Zain'i karşısında görmeyi beklemiyordu. 'E-elbette gelebilirsin.' Zorla gülümseyerek ona cevap verdiğinde Zain karşılık olarak gülümsedi ve prensin yanına ilerledi. 'Atları çok seviyor olmalısınız.' Zain, atın başını okşamaya başlamıştı. 'Ailede benden başka seven yok.' Diye cevapladı Justin. 'Ailenizden bahsetmiyordum efendim.' Justin onun konuşma tarzına sinir olmuştu. Benimle neden böyle konuşuyor ki? Diye düşündü genç prens. 'Efendim, iyi misiniz?' Justin daha fazla dayanamayacaktı ki, öyle de oldu, 'Yapma şunu!' Diyerek sesini yükseltti. Zain şaşırmıştı, fazlasıyla. 'Neyi yapmayayım? Ben ne dediğinizi anlam-' Justin parmağını Zain'in dudaklarına kapatarak onu susturdu. 'Benimle bu şekilde konuşma. Efendim deme veya siz gibi şeyler kullanma. Bana arkadaşmışız gibi davran Zain, benimle böyle konuşmandan daha çok işe yarayacaktır, emin olabilirsin.' Zain başını öne eğerek gülümsedi. Ne kadar güzel gülümsüyorsun, cennet gibi diye düşündü Justin. Öyle güzel gülümsemişti ki Zain, Justin büyükannesinin bahsettiği beyaz ışığı gördüğüne yemin edebilirdi. 'Pekala, siz-' duraksadı, 'Sen nasıl istersen, Justin.' Prens gülümsedi. 'Teşekkür ederim, Zain.' Zain ona geri gülümserken aralarında ne zaman başladığından emin olmadıkları bir sohbet dönüyordu. Ahırdan çıkarak sarayın ön bahçesine doğru ilerlerken Justin fazlasıyla heyecanlı bir şekilde karşısındaki cennet gülüşlü şaire bir şeylerden bahsediyordu. Zain onun ne kadar güzel olduğunu düşündü. Bir prensesi kıskandıracak kadar nadirdi onun kehribar rengi gözleri. Bir ressamı kıskandırabilecek tipteydi yüz hatları. Bir müzisyeni kıskandırabilecek tazelikteydi huzur veren sesi. Ve sanatı kıskandırabilecek kadar güzeldi onun kendisi. Belki de sanatın ta kendisiydi.
Bahçeye vardıklarında, Zain genç prense dönerek son bir kez baktı gözlerine. 'Sanırım içeriye girsen iyi olur. Hava soğumaya başladı.' Justin, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı çünkü hava neredeyse kararmıştı ve bu onu yeni fark ediyordu. 'Seninleyken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.' Ağzından kaçıverdi kelimeler teker teker. Zain şaşırdı ama gülümsüyordu da, duydukları onu mutlu etmişti. Fazlasıyla. 'Şey, vedalaşmanın bu kısmında sanırım sarılmamız gerekiyor.' Gülümsedi güzel şair, 'Arkadaşlar öyle yaparlar, değil mi?' Justin gülümsedi, Zain, onun gülümseyince kısılan gözlerinden öpmek istedi. Ama yapamadı. 'Sanırım öyle yapmalıyız.' Diyerek onayladı onu Justin, ve ilk adımı attı. Kollarını Zain'in boynuna doladı. Zain'de kollarını onun incecik beline sardı sıkıca, kırmaktan korkarak. Başını boynuna götürdüğünde bunun bir hata olduğunu anladı.
Çünkü sigara gibi bir etki bırakmıştı. Önce yaktı ciğerlerini kokusu, sonra uyuşturdu.