Günbatımını resmederken bir yandan da düşüncelerinin hapishanesinden kurtulmaya çalışıyordu. Dün nasıl güzeldi değil mi? İç sesine gülümsedi. O siyah peleriniyle uyum içinde olan mavi gömleği... Delirmiştin âdeta! Kendi kendine gülümsedikten sonra aklına dün konuştukları ve gülümsemesi geldi, kahkahası yankılandı kulaklarında. Kalbinde hissetti sıcaklığını. 'Bakalım bugün neler olacak.' Kendi kendine düşünürken Isobelle'in sesi böldü onu. 'Bugün sen ona değil o sana hayran kalacak bence.' Onun söylediklerine gülümsedi genç şair. Yine içinden değil, dışından düşünmüştü anlaşılan. 'Sanmıyorum Isobelle, eğer öyle bir şey olsaydı ailesinin onu bu sarayda tutmayacağına eminim. Annesi tam anlamıyla gaddar bir kadın.' Başını önüne eğdi, kendi sözlerine kırılmıştı. 'Onu sevecek olsam bile, biz imkansızız.' Dolu gözleriyle tekrar karşısındaki kadına baktı. 'Bu akşam neler olacağını sadece Tanrı biliyor.' Başını resmine çevirip eksikleri tamamlamaya başladı.
Kasabada her hafta düzenlenen eğlence için şarkı söylemekle görevlendirilmişti Zain. Herkes onun sesine hayrandı, sürekli onun söylemesi isteniyordu. Zain şimdiye kadar hiç reddetmemişti çünkü şarkı söylemek onu rahatlatıyordu. Her bir ritmi kalp atışlarına benzetiyordu. Şarkılar onun için aşk gibiydi. İlk kıtalarında sakin, yavaş ve bir o kadar da naif. Ama işin nakaratı tüm olayı değiştiriyordu. Alev alıyordu kalbindeki çiçekler. Öylesine harlı, öylesine bir alevdi ki bu; yakıp kavuruyordu genç şairin kalbini. İçindeki alev onu yakmaya devam ederken elindeki küçük not kağıdına baktı. Bunu yapmak zorundasın Zain. Hayır değilim seni aptal. Daha ne kadar kaçabilirsin ki? Kaçmıyorum ben. Kaçıyorsun. Aşkından, hislerinden, olduğun kişiden kaçıyorsun. Peki, nereye kadar? 'Benim gitmem gerek.' Isobelle'i arkasında bırakarak salondan çıktı ve kapıyı açarak dışarıya çıktı. Gözleri köpeğiyle oyunlar oynayan küçük Juliana'ya takıldığında şair oğlan gülümsedi. 'Juliana!' Buraya gelebilir misin?' Juliana onun sesini duyduğunda yüzünde koskocaman bir gülümseme ile koşarak Zain'in dibinde bitti. Zain onun önünde diz çöktü, elindeki kağıdı havaya kaldırıp küçük prensesin gözlerine baktı. 'Bu kağıdı ağabeyine vermeni istiyorum ama ne olursa olsun hiçkimseye göstermeyeceksin.' Bakışlarını ondan ayırıp elini cebine götürdü ve içinde çeşit çeşit şekerlemeler bulunan keseyi ona gösterdi. 'Bende sana bu şekerlemeleri vereceğim. Anlaştık mı?' Küçük Juliana'nın şekerlemeleri görmesiyle birlikte Zain'in elinden kağıdı kapması aynı anda yaşanırken ardına bile bakmadan sara koşturdu küçük kız.
'Juliana, Zain sana ne dedi?' Annesini karşısında görmeyi beklemeyen prenses 'Hiçbir şey söylemedi!' diyerek annesinin yanından hızla geçti ve ağabeyinin odasına doğru koşturmaya başladı. Annesi arkasından bağırarak onu yakalamaya çalışıyordu ama küçük Juliana pire gibiydi. Yakalayamazdınız. Merdivenleri aşmış, koridorda ilerleyen ağabeyini bile görmüştü. 'Justin, yardım et!' Ağabeyine seslendiğinde Justin arkasını döndü ve telaşlı gözlerle Juliana'ya baktı. Arkasında beliren annesi her şeyi açıklıyordu. Justin diz çöküp ona doğru koşan kardeşini yakaladığında kucağına aldı, yanağını ufak bir buse kondurduktan sonra başladı sözlerine, 'Neden annemden kaçıyorsun bakalım sen?' Annesiyle gözleri birleşti, sonrasında Juliana'nın sıktığı yumruğuna baktı, 'Ve elinde ne var?' Küçük prenses elindeki kağıdı ağabeyine uzattı, Justin kağıdı elinde aldı ve okuduğu her bir sözcük yüzündeki gülümsemesini genişletmeye sebep oldu;
Bu akşam kasaba meydanında eğlence var, biliyorsundur. Şarkı söylemek için beni görevlendirdiler ve seni orda görmeyi isterim. -Zain.
'Bende isterim, Zain.' Kendine kendine konuştuğunu fark eden annesi söze girdi, 'Neyi istersin?' Justin başını iki yana sallayarak kucağındaki Juliana'yı yere bıraktı ve odasına girerek kapıyı kilitledi. Tüm duvarı kaplayan gardolabının kapaklarını araladı ve ne giyebileceğine baktı. Bu gece iyi görünmek istiyordu. Ama neden? Kendi kendine düşünürken duraksadı. Hakikaten, neden iyi görünmek istiyordu ki? Çünkü onu seviyorsun. 'Saçmalama Justin, onu sevdiğin falan yok.' Dolabındaki koyu yeşil gömleği yatağının üzerine bırakırken söylediklerine kendisi bile inanmıyordu. Hadi ama! Kalbinle mi yarışacaksın cidden. Ona nasıl abayı yaktığını biliyorum. 'Hiçbir şey bildiğin yok!' Kendi kendisine bağırırken kapısı tıklandı, 'Justin, iyi misin hayatım?' Justin kendine gelebilmek için başını salladı. 'Evet anne, iyiyim.' Her zamanki siyah pantolonlarından birisini eline aldı ve kendini gece için hazırlamaya başladı.