- Geçmiş -
"Ben geldim!" diye bağırdı çantasını kapı kenarına fırlatırken. "Barbara bugün biraz erken çıkmama izin verdi." Annesinin veya ablasının sesini duymayınca mutfağa bakmayı akıl etti. Önüne düşen buklelerini geriye atarken kafasını mutfaktan içeriye uzattı. İçeride tek kişilik hazırlanmış bir yemek masası ve dolapta ufak bir not kağıdı vardı. Kaşlarını çatarak dolaba doğru ilerledi ve dolaba mıknatısla tutturulmuş kağıdı alıp okumaya başladı "Tatlım biz ablan, sevgilisi ve ailesi ile yemeğe çıkıyoruz. Erken uyu çünkü yarın büyük gün. Gece yarısını çok geçmeden evde oluruz. Bizi bekleme. Seni seviyorum hayatım. -Annen x"
Kafasını kaşıyarak masanın çaprazında duran sandalyeyi duvar dibine çekip sakince oturdu ve sırtını yaslayarak bacak bacak üstüne attı. Büyük gün, büyük gün, büyük.. Aniden yerinden sıçradı ve irice açılmış gözleriyle mutfakta hızla gezinmeye başladı. "Yarın X-Factor seçmeleri var! Aman Tanrım, aman Tanrım, AMAN TANRIM!" Gülümsemesi tüm yüzüne yayıldığında kendini yeniden sandalyeye attı ve başını duvara yaslayarak gülmeye başladı. Ama aniden aklına gelen düşünceler ile duraksadı. Ya başaramazsam? Seslice yutkundu ve sandalyesini masaya doğru çevirip eline çatalını aldı, önünde duran spagetti ile oynamaya başladığında dikkatle duvarda asılı olan saate baktı. Tik tak tik tak. Annesinin onu biraz zorlaması üzerine formu yollayıp göndermişlerdi ve aklından kabul edileceği geçmemişti bile. Şimdi ise yarın sabah elemelere gidecekti. Yarın belki de hayatının değişeceği gündü. Tüm hayatının. İşte bu düşünce bile stresten ölmesine yetebilirdi.
Yarışmacıların arasında beklerken stresten tırnaklarını yiyordu. Biraz endişeli ve aynı zamanda fazlasıyla heyecanlıydı. Bu korku dolu bir heyecandı çünkü hiç bir şey olmamış gibi eve dönmeyi düşünmek bile onu korkutuyordu. Yarışmacılara göz gezdirirken bir çift yeşil göz maviyle buluştu. Karnında hissettiği kıpraşmalar ile sağ elini karnına koydu ve istemsizce gülümsedi. Gülümsemesi bütün yüzüne yayılmış olacak ki çocuk çekingen bir tavırla gözlerini başka bir yöne çevirdi. Utançtan yanaklarının kızardığını hissedip lavaboya koştu. Erkekler tuvaletine girer girmez hızla yüzüne bir kaç kez su çarptı ve aynadaki yansımasına baktı. Böyle tıpkı bir alev topuna benziyordu. Elmacık kemiklerinden boğazına kadar kızarmıştı. Neler oluyor? "Sen düz bir erkeksin Harry kendine gel" diye hırladı aynadaki yansımasına bakarken. Geri çekilip kapıya doğru yöneldiği sırada o çocuk koşarak içeriye ani bir dalış yaptı ve işte şu an şu pozisyon hiçte uygun değildi. Çocuk hızla ona çarpmış ve üstüne düşmüştü. "Oops" dedi çocuk, ve sesli bir şekilde yutkundu. "Merhaba" dedi Harry gülümseyerek. Çocuk aniden üstünden kalktı ve silkelendi. Harry anlam veremiyordu. Anlam veremiyordu çünkü şu an gerçekten garip şeyler hissediyordu. Boğazını temizleyerek ayağı kalktı ve elini çocuğa uzatırken "Harry" dedi en samimi ses tonuyla. "Louis" dedi olabildiğince ciddi olarak. Ve tokalaştılar. Sıcak. Gerçekten sıcak. "Louis..." diye mırıldandı "güzel isimmiş." Louis elini çekerek ceplerine koydu ve omuz silkti. "Sıradan bir isim işte pek fazla özelliği olduğu söylenemez." Güldü. Güldü çünkü bir isim birine ancak bu kadar yakışabilirdi. "Ama senin ismin gerçekten çok hoş. Bir prenses ismini andırıyor." diyerek kıkırdadı Louis. Kaşlarını çatarak buklelerini eliyle karıştırdı ve kollarını göğsünde birleştirdi "Harry bir prenses ismi değil" dedi tek kaşını kaldırırken. Louis başını alaylı bir şekilde salladı. "Pekala prenses, sen nasıl diyorsan" dedi lavabodan çıkmadan önce. Prenses.
- Günümüz -
"Hadi Hazold uyan artık bir kaç saat sonra sahne alacağız!" diye bağıran Zayn'e elime geçen ilk şeyi fırlattığımda arkamı dönerken bağırdım "GİT KENDİNİ BECER ZAYN!" gözlerimi yeniden kapattığımda bir çift elin ayak bileklerimi yakaladığını hisettim. Liam.Beni hızla koltuktan aşağıya çeken Liam'a gelişigüzel tekmeler savurmaya çalışırken bir çocuk edasıyla mızmızlandım "Lütfen, lütfen sadece beş dakika daha!" gözlerim Niall'ı ararken onufark ettim. Louis makyaj masasının yanına oturmuş her zamanki gibi çayını yudumluyordu. Çayı soğumuş olacak ki aniden yüzünü buruşturdu ve ağzındaki çayı geri püskürttü "Sikeyim!" diye inledi memnuniyetsizlikle. Bu haline güldüm. "Bebeğiiiim!" diyen sesi duyduğum anda bütün vücudumun kasıldığını hissettim. Bu onun sesiydi. Eleanor. Dişlerimi gıcırdatırken seslice yutkunan Liam'ı ve Zayn'i elimle iktirerek ayağı kalktım. Üstümü düzeltirken içeriye giren Eleanor'a kaçamak ölümcül bakışlarımdan fırlatıp sessizce hırladım. "Pis fahişe"Gülümseyerek yerinden kalktı Louis ve sarıldı Eleanor'a, belli belirsiz "Hayatım" diye fısıldarken. O an öyle bir bakış attı ki Harry'ye Eleanor'un omuzları üzerinden, Harry ilk kez bu kadar kırılmış hissediyordu. Gözlerinin dolmasını engellemeye çalışırken başını yavaşça öne eğdi ve koltuğu parçalarmışcasına sıktı. Derin bir nefes alarak baş ucundan ayırmadığı defterini alarak iyice köşeye sindi. Eleanor ve Louis'nin mutlu hallerini izlerken sinirle sırıttı. Dışarıdan bakanlar onun bir psikopat olduğunu düşünebilirdi. Elini dudaklarında gezdirirken kalemini eline aldı ve kelimeleri kalemine, kaleminden defterine akın etmeye başladı "Onca kırılmışlığa rağmen hala sevebiliyorsam seni, unutmadıysam, çıkartmamışsam yüzünün tek santimini aklımdan kan gibi ve dört kaburgam sökülmüşse yokluğunun ağırlığından, sen de anla ki artık ben sende göğün biraz ötesine geçmişim.
O yüzden hep yıldızlar söz konusudur gözlerinde..
İncinmiş, eskimiş bir yüzde ne kadar uzun ömürlü olursa gülücük, o kadar korkarak sevmişim, üstüne titreye titreye."Derin bir nefes alarak defterin kapağını kapattığı sırada göz ucuyla Paul'un kapıdan içeriye girdiğini gördü. Başını kaldırarak defterini elinde bir hazine varmışçasına sıkı kavradı. Aslında bu defter onun için bir hazine sayılırdı çünkü tüm kırılmışlıklar, anılar, aşk ve diğer her şey bu defterde yazılıydı. Tabii hepsi tek bir kişi hakkındaydı, Louis. Defteri sırt çantasına sıkıştırırken derin bir nefes aldı ve diğer çocuklara bakarak gülümsedi "Hazırım".
O gün hiç Louis'ye bakmamıştı. Sesi titremişti Over Again söylerken. Hayranlardan özür dilerken hıçkırmamak için Tanrıya binlerce dua etti. Acıyordu. Bu aşk acıtıyordu. Louis'nin Eleanor ile birlikte olması acıtıyordu.Louis'nin bütün dokunuşları unutması acıtıyordu.Aslında uzun süredir yaşamak acı veriyordu.
Kendini yatağa attı kıyafetlerini çıkartmadan. Üşüyordu. Şimdi onu ısıtacak birinin olmamasını bilmek acıtıyordu.Çünkü o kollar şimdi bir başkasını ısıtıyordu. Usulca gözlerini kapattı yaşlar elmacık kemiklerinden boynuna akıp pes ederek dağılırken. Geçmişe dönmeyi isterdi bir çift yeşil gözün mavi ile buluştuğu kadar geçmişe.
"Gerçek aşk, hiçbir şey yapmamaktır. Bir şeyler yapmak kolay; aramak, ağlamak, yalvarmak, kızmak, yalan söylemek, dünyayı yerinden oynatmak.. Zor olan bunların hepsini yapmaya gücün yetecekken hiçbir şey yapmamaktır. Beklemektir zor olan, herhangi bir beklentiye sığınıp yaslanmadan beklemek. Hiçbir şey ummadan, hiçbir şeyi değiştirmeye kalkmadan, gücünü sadece masumiyetten alan ve sabırla beslenen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Green eyes meet Blue.
Fanfiction"Onca kırılmışlığa rağmen hala sevebiliyorsam seni, unutmadıysam, çıkartmamışsam yüzünün tek santimini aklımdan kan gibi ve dört kaburgam sökülmüşse yokluğunun ağırlığından, sen de anla ki artık ben sende göğün biraz ötesine geçmişim. O yüzden hep...