3.Bölüm
• Ölüm •
Bölüm Şarkısı: Nicole Dollanganger - Please Eat
Annemin öldüğünü duyalı tam olarak iki dakika, beş saniye geçmişti. Ama yine de şu an dünya etrafımda lanetçe dönmeyi kesmiş, zamanı bir buz gibi durdurmuşum gibi hissediyordum.
Ağrıyan gözlerim yaşla dolarken, kalbimi biri hançerle delik deşik ediyormuş gibi hissettim. Elimdeki şekersiz, sıcak çay ayakkabılarıma düşerken dengemi yitirdim ve bir an bedenimi Steve'in kollarında hissettim. Gözlerim kapanırken hissettiğim son şey karanlık ve acı oldu.
***
New York...
Hayallerimin şehri diye başlamak isterdim ama ne yazık ki tek seçeneğim olduğu için seçmek zorunda kaldığım, öz babamın yaşadığı şehirdi.
Bir kahroluş ve bir bitiş, beraberinde berbat ve yeni bir başlangıcı getirmişti.
Yeni yıkanmış, cilalı bir tahta kadar parlak ve içi keke katılan lezzetli vanilya kokan siyah Cooper'ın kapısını açtım ve indim. Üzerime giydiğim, bacaklarımı saran mavi kot pantolonum, sanki terden nemlenmiş gibi hissediyordum. Ama buna rağmen, esen hafifçe yel yüzünden biraz üşüyordum; asker yeşili yağmurluğuma sarınarak üşümemi engellemeye çalıştım.
Gece buraya yağmur yağdığı, yerdeki nemden belli oluyordu. Babam bagajdan bavullarımı çıkartırken boğazımı temizledim ve geldiğimiz eve baktım. İtiraf etmek gerekirse harikaydı. Beyaz ve kahverengi renkleriyle boyanmış dubleks evin etrafı çimenliklerle sarılıydı. Birkaç tane ağaç vardı ve duvarlar güzelce sarmaşıklarla bezenmişti. Çok büyük bir havuzu yoktu ama babamın burada tek kişi olduğunu varsayarsak bu kadar küçük olması normaldi. Zaten pek de kullanılıyormuş gibi de değildi. Daha fazla bakımlı yer bahçeydi, çimenlikti.
Bu kadar güzel olsa da ben buraya ait değildim. Olamazdım. Benim evim geride kalmıştı ve ben oraya bir daha dönemezdim.
Annemin ölümünün üzerinden epey geçmişti. Belki iki hafta, belki de bir ay. Emin değildim. Günleri saymıyordum ama emin olduğum tek şey, annemin ölümünün benim zihnimi daha perişan yaptığıydı.
Diğer ev, üvey babama ait olduğu için o orada kalıyordu. Beni yanında tutmayı istememişti. Öyle ki ben de zaten onunla kalmak istemezdim. Eğer seçenek hakkım olsaydı zaten tercihimi öz babamdan yana kullanırdım. Tamam, aramız harika mıydı? Hayır, değildi, hatta görüşmeyeli aylar olmuştu ama yine de bu bizim öz baba-kız olduğumuz gerçeğini değiştirmezdi. Ayrıca o da beni istiyordu, üvey babam gibi ikiyüzlülük ve oyunbozanlık yapmamıştı.
Terapiler görüyordum. Ama bunlar bana etki etmiyordu. Yalnızca beni kısa süreliğine de olsa sakinleştiriyordu. Sanırım artık kurtulamayacak kadar batmış durumdaydım.
Yeni bir okula nakil olmuştum. Ama orada mucizevî bir şekilde okulun popüler çocuğuna kitaplarımla çarpmayı ve ilk görüşte âşık olmayı falan düşünmüyordum. O tür şeyler sadece kitaplarda ve filmlerdeydi. Zaten bana onlar hep saçma gelmişti. Neden okulun en popüler çocuğu, okulda o kadar güzel ve kendine güvenen kızlar varken okula yeni gelen, özgüvensiz ve ezik kıza âşık olsundu ki?
Beni derin düşüncelerimden sıyıran şey, babamın sesi oldu: "Mara, hadi içeriye geçelim."
Cevabını, hafifçe bir tebessüm edip başımı sallamakla geçiştirdim. Babam, elindeki iki kahverengi bavulla içeriye doğru gitmeye başladı. Babamın açtığı kapıdan geçip demir kapıyı örttüm. Ardından babamın, elinde bavullar olsa da, son hızıyla giden adımlarına yetişmeye çalıştım. Ellerimi ince yağmurluğumun cebine soktum ve gözümün önüne gelip görüş açımı kapatan uzun saçlarımı omzumla ittirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Ruh
Fantasy(Uzun bir süre devam etmeyecek.) "İkimiz de yaşayan ölüyüz. Aramızdaki tek fark, senin daha önce hiç toprak altına girmemiş olman."