Önna'nın Kızı -2-

42 2 0
                                    


Ormanda normalden çok daha hızlı ilerlerken özellikle karışık gitmeye dikkat ediyordum. Buna rağmen inatla peşimden gelmeye devam ediyordu. Bunu herkes kolay kolay yapamazdı. Saatlerdir yürüyorduk ve ben bile bu tempoyla çoktan yorulmuştum. O ise ilk on dakika beni konuşturmaya çalıştıktan sonra vazgeçmiş sessiz ve ciddi bir şekilde beni takip ediyordu. Gerçekten inat etmiş olmasam arkamı dönüp onu tebrik edecektim. Bugüne kadar benden daha inatçı biriyle tanışmamıştım. Ayrıca bir kasabalıya göre oldukça dayanıklıydı.

Orman yavaşça biterken ileride varmak istediğim kasaba görünmeye başlamıştı. Gökyüzüne bakılırsa havanın kararmasına daha çok vardı. Bu da ormanı ne kadar hızlı geçtiğimizin büyük bir kanıtıydı. Üstelik düz bir şekilde gelmediğimizi düşünürsek bu büyük bir başarıydı. Kısa bir an en azından kurtulmak için elimden geleni yaptığım için kendime tatlı ısmarlama sözü verdim. Bu yolculuğu ona zarar vermeden gidersem ikinci bir tatlı daha almalıydım.

Planlarımın bozulmasından dolayı derin bir nefes alıp seslice üfledim. Tatlı bile bu durumu düzeltememişti. Geceyi burada geçirmeyi planlamıştım. Bunu yine yapabilirdim ama bu kadar boş vakti oturarak harcayamazdım. Aslında harcardım ama bir iş aldığımda kendime vakit ayırmayı sevmiyordum. İş bitene kadar geçirdiğim her dakika sonuca yönelik olmalıydı.

"Ne o? Ormanda yolumuzu kaybettiğimizden yanlış yerde mi çıktık Avcı? Ona mı sinirlendin?"

Bıkkınlıkla ona döndüğümde yüzünde herhangi bir alay belirtisi aradım. Yani en ufak bir şiddet için sebep olsun diye. Yine de o sandığımın aksine oldukça ciddi duruyordu. Buraya ilk geldiğimde her ne kadar yolumu kaybetsem de artık çoğu yeri öğrenmiştim. Öğrenmediğim yerleri yakın zamanlarda bulduğumuz taş sayesinde rahatlıkla hallediyordum. Belirsiz kalan yerler ise kimsenin gitmeye cesaret edemediği korkunç efsanelerin olduğu yerlerdi. O yerlere de boş vakitlerimde teker teker gidip inceliyordum. Bazı efsaneler oldukça abartı çıkarken bazıları fazlasıyla gerçekti. Bir daha gitmeyi düşünmeyeceğim kadar hem de. Birçok kez ölüm tehlikesi geçirdiğimi düşünürsek bu oldukça normaldi. O anıları beynimin hatırlamasam daha iyi olur kısmına koyup konuşmama konusundaki inadımı bıraktım.

"Kaybolduğumuz falan yok. Sadece tahminimden daha erken geldik."

Kasabaya doğru hızımı kaybetmeden yürürken eğer durursam bir daha hareket etmenin zor olacağını biliyordum. Nek ise aynı benim gibi hızla yürümeye devam ediyordu. Bir yandan da konuşurken ona attığım sinirli bakışları görmezden geliyordu.

"Ormanda karışık yollardan gidince kaybolduğumuzu ama bana söylememeyi tercih ettiğini düşünmüştüm bende. Meğerse o karışık yollardan gitmenin ve hızlı yürümenin amacı beni başından savmakmış. Ormanı senin kadar bilmeyip bu tempoya alışık olmasam beni orada bırakacakmışsın. Neyse ki bu konuda deneyimliyim. Ayrıca seni konuşturmayı da başardım Avcı."

Kendi rezilliğimi ve dediklerini umursamayıp küçük bir omuz silkmeyle 'her neyse' dedim. En azından benimle gelmesini istemediğimi açıkça göstermiş sayılırdım. Buna rağmen peşimden gelmeye devam etmesi beni sinir ediyordu. Gerçekten bu çocuğun anlamada zoru mu vardı?

Sinirimden aldığım destekle zaten hızlı olan adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Nek bu tutumuma sessiz kalmayı tercih etmişti. Bu şekilde devam ederse peşimden gelmeye devam edecekti. Bunu göze alamazdım. Onu benimle gelmemeye ikna etmeliydim. Kar cadılarının yaşadığı yer birinin elini kolunu sallayarak gidebileceği bir yer değildi. Ucunda ölüm tehlikesi vardı ve ben yanımda bu işle alakalı olmayan birini götüremezdim.

AlezHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin