Lorenzo del Rossi

42 1 0
                                    




3.Bölüm
LORENZO DEL ROSSİ

Venedik'te önceden birçok kez kaldıkları ve kaptana atlarını ve eşyalarını tayfasından birkaç adamla getirttikleri büyük hana gelince, hancıdan atlarını hazırlamasını isteyip odalarına çıktılar. İkiside kapüşonlu yeleklerini ve deri kolluklarını hızla giyip, hanın arkasındaki ahıra gittiler. Atlarını çoktan hazırlamış olan hancıya bronz sikke fırlatan Kevin, Phillip ile beraber karşılarına neler çıkacağını bilmeden San Marco Kilisesi'ne doğru hızla atını sürdü.
Gece karanlığının içindeki iki atlı Venedik'in çamurlu zemininde hiç durmadan ilerlediler. Kevin arkasından gelen Phillip'e göz ucuyla baktı. Başlarına ne geleceğine dair hiçbir fikri yoktu ama yinede gidiyorlardı. San Marco Kilisesi'ne geldiklerinde kilisenin önünde onlar gibi başlarında kapüşon olan ve ağızları dışında hiçbir yerleri belli olmayan iki adama doğru yaklaştılar.
Kevin onları uzaktan süzdü. Arkada kalan biraz daha ince ve zayıf gözküyordu. Öndeki ise Phillip'ten bile daha büyük ve atın üstüne oturmuş bir dev gibiydi. Sessizce onlara doğru ilerlediler ve at üzerinden iki tarafta birbirine selam verdiler. Öndeki atlı yüzü kapalı Kevin'a bakarak kısık sesle;
"Lordum sizi bekliyor. Beni takip edin." diyince atını güneye çevirip ilerlemeye başladı. Arkasından diğer kapüşonlu Kevin ve Phillip'in ilerlemesini bekledi. Kevin ısrar etmedi ve atını sürdü. Phillip arkasından ve onun arkasından da ince vücütlu kapüşonlu harekete geçti. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Dört atlı gecenin icinde ilerlerken Kevin nerede olduklarını öğrenmek için etrafa baktı. Venedik'in güneyindeydiler. Yani zengin ve soylu kısmında. Karanlıkta pek fark etmesede atların çamur sıçratmadığını anladı. Belli ki düzgün bir zemindeydiler. Kevin atı Cabbar'ın boynunu okşadı. Bu atı ona kutsal topraklardaki Kudüs kralının başşövalyesi olan dayısı hediye etmişti. İran asıllı bir attı ve diğer atlardan farkı hemen belli oluyordu. Hızlı, kontrollü, iyi ve atik bir hayvandı. Uzun süren beraberlikleri ve maceraları ile Kevin ile adeta bütünlenmişti. Kevin yine ilerledikleri yola baktı. Etrafında yüksek duvarlar ve duvarların arkasından yükselen geniş çatıları seçebildi. Bu büyük evlerin çoğunun bahçesinde üzüm bağları vardı. Venedik halkı şarabı seviyordu. Yukarı doğru tırmandıklarını hisseden Kevin daha ne kadar ilerleyeceklerini düşünürken öndeki atlı durdu ve büyük metal bir kapıya vurdu. Dev kapı gürültü ile açıldı ve dört atlıyı köşkün geniş avlusuna aldı. Yağmur hızlanmıştı. Kapüşonlu adamlar atlarından inince, Kevin ve Phillip'te indiler. Karanlıkta bir anda ortaya çıkmış seyis atları alıp götürürken iki dost köşke giren adamları takip ettiler. Evin işlemeli kapısını hizmetçi açtı ve yağmurdan ıslanmış olan dört kişiyi içeri aldı. Adamlar hala kapüşünlarını çıkarmamışlardı ve konuşmuyorlardı. Merdivenlerden çıkıp geniş bir balkona geldiklerinde aynı anda durdular ve hareketsiz biçimde beklemeye başladılar. Kevin ile Phillip'in ilerlemesi için yol açtıktan sonra önlerindeki demir kapıdan yaşlı bir adam çıktı. Adamın üstünde ince kumaştan yapılmış, koyu renk ve soylulara ait desenlerden oluşmuş bir gecelik vardı. Parmaklarında sadece bir tane gümüş bir evlilik yüzüğü vardı. Zengin olduğu belli olsada sadelikten hoşlandığını aşikardı. Saçı yoktu ama beyaz sakalı onu asil ve ciddi gösteriyordu. Yaşına rağmen kuvvetli ve dik duruyor önündeki iki yabancıyı şahin gibi gözlerle süzüyordu. Kevin bu adamın meyhanedeki kurtardıkları adam olmadığını anladı. Adam derin bir nefes alıp verdikten sonra ortamdaki elle tutulacak olan gerginliği yok edecek şekilde konuşmaya başladı;
"Oğlumu bugün meyhanede koruyan iki adam siz misiniz?" sözleri net ve Kevin'a doğru söylemişti. Kevin yavaşça kapüşonunu kaldırarak;
"Evet bayım. Sadece başının dertte olduğunu gördük ve adil saldırmıyorlardı. Bizde arkadaşımla destek olduk o kadar."
"Her gördüğünüz yardıma ihtiyacı olan yabancılara destek olur musunuz siz?"
"Pek öyle denemez ama o ortamda kesinlikle ihtiyacı vardı."
"Siz ikiniz Venedikli misiniz? Sizi daha önce gördüğümü sanmıyorum." dedi yaşlı adam Kevin ve Phillip'i çatık kaşlarla süzerken. Duyduklarından memnun olup olmadığını anlayamadı Kevin ama sade ve nazikçe konuşmasını sürdürdü;
"Hayır bayım. Buraya Kutsal Topraklardan geldik." Adamın gözleri açıldı.
"Kutsal Topraklar mı? Siz haçlı askeri misiniz? Aman Tanrım. Sizi bana gönderdiği için Tanrı'ya şükretmem gerek. Peki ya neden tekrar buraya döndünüz?"
"Bu uzun bir hikaye bayım. Ancak kiminle konuştuğumuzu bilirsek daha rahat olabiliriz."
Adam hala şaşkın gözlerle Kevin ve Phillip'e bakarken hemen önlerindeki büyük, geniş sandalyeleri gösterdi. Kendiside aralarında ki masanın arkasındaki özel sandalyesine oturup hizmetçilere şarap getirmesi için seslendi ve konuşmaya başladı.
"İsmim Lorenzo del Rossi. Venedik'in saygılı tüccarlarındanım. Buradan Bizans'a, İspanya'ya, Fransa'ya ve diğer Kuzeylilere değerli mallarımı götüren birçok gemiye sahibim. Atalarım soyludur ve bende o asil kanı taşıdığım için Venedik Konseyi'nde söz sahibiyim. Haçlı Seferi'ni gerçekleştirebilmek için atalarım, dedelerim çok uğraştılar ve paralar harcadılar. Bu nedenle Haçlılar ve Papa tarafından ailemize saygı duyulur. Sizde Kutsal Topraklardan geldiğinize göre Papa'nın evladı ve bizimde en önemli misafirlerimiz oluyorsunuz. Haçlı ordusunun komutanları bizim için çok kıymetlidirler." Adamın yüzündeki kuşkulu bakışlar yerini sevinçli ve memnun hali almıştı.
Avrupa'da Haçlı Seferi güzel neticelerde sonuçlanınca ve en önemlisi Kutsal Toprak Kudüs alınınca haçlı komutanlarına saygı çok fazla artmıştı. Onları Tanrı'nın askerleri olarak nitelendirdiklerinden herhangi bir kaba davranışta bulunmaktan kaçınıyorlardı. Kevin, adamın bu uzun tanıtımından sonra, kendisini ve Phillip'i tasdik etti.
"Adım Kevin de Gilles. Kudüs kralının başşövalyesi Hughes de Gilles'ın yeğeniyim. Babam İngiltere kralının derebeyi George de Gilles'tır. Yanımdaki yoldaşım ve yaverim olan Phillip'te haçlı komutanıdır. Onunla Kutsal Topraklarda gösterdiğimiz cesaret ve kahramanlıklardan dolayı kral bize eve gitmemiz için izin verdi. Her ne kadar orada kalmak istesekte dayımında ısrarları ile oradan ayrılmak zorunda kaldık. Kral bizi ordusuna seferberliğe çağırana kadar da memleketlerimizde bulunacaktık. Yolda korsanların saldırısına uğradık ama atlatmayı becerdik. Şimdi de Venedik'te ve sizin köşkünüzdeyiz."
Lorenzo korsan lafını duyunca afalladı. Kevin'a nasıl atlattıklarını sorsada tam bir cevap alamamanın verdiği üzüntüyle onlar tanışırken hiztmetçinin çoktan getirmiş olduğu kadeh içindeki şarabından büyük bir yudum aldı ve arkasına yaslanıp iki değerli adama baktı.
Kutsal Topraklardaki son durumları öğrenmek için eğildi ve kısık gözlerle Kevin'a;
"Kudüs kralı ile o kafir bozuntusu olan Selahaddin arasında ki durum nedir?"
"Kral, Eyyubi Devleti ile ateşkes imzaladı ancak bu Selahaddin'in işine geldi. Çünkü bir yandan bizle diğer yandan asi Şiilerle mücadelesi onu yıpratmıştı. Şimdi ise krala vergi vermesine rağmen isyancı Şiilerin kökünü kazıdıktan sonra gözünü Kudüs'e dikeceğinden hiç şüpheniz yok. Kral da bunun için gerekli önlemleri almaya başlayıp Urfa ve Trablus Kontluğu ile Antakya Prensliği'nin krallarıyla müttefik oldular. Böylece herhangi bir tehdite karşı tek vücud olacaklar." Lorenzo düşünceli şekilde demir tabaktaki çöreklerden bir tane ağzına atıp ardından kadehini diktikten sonra ağzını silip bir süre sessiz kaldı. Sanki söyleceklerini sıraya sokuyormuş gibi gözüküyordu. Yaslandığı sandalyeden tekrar doğrulup ayağı kalktı. Balkonun kenarına gidip, bitmiş olan yağmurun ıslattığı toprağın kokusunu içine çekti. Sonra iki askere dönerek;
Öncelikle Kudüs'te olan herşey için krala minnetarım. Tanrı onun ve komutanlarının yardımcısı olsun. İkinizde benim için çok kıymetli misafirlersiniz. Venedik'te kim olsa sizi evinde ağırlamak isterdi. Tanrıya şükür bana denk geldiniz." dedi sesli şekilde gülerek. Kevin ve Phillip'te dedikleri için teşekkür ettikten sonra sözüne devam etti.

FedaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin