Belki de geçmişte bırakmalıyız geçmişi. Belki de geçmişle yaşamamalıyız daha fazla acı çekmemek için…
İşte Lily, bunu beceremeyen, eskiden çok güçlü olduğunu düşünüp hep hayata karşı gelen fakat hayatın gücüne yenik düşmüş ve artık kendini hayatın akışına bırakmış olan genç bir bayan. Lily Collins.
Uzun zaman önce kendini her şeyi geride bıraktığına inandırmıştı ama yeniden kendini sırf aşk için o gerilimin içine atmıştı. Uzun zaman önce ayrılmıştı buradan. Daha fazla acı çekmemek için, her şeyin üstüne bir çizgi çekip yeni bir hayata başlamak için… Fakat her şey umduğu gibi gitmemişti. Daha ne kadar kaçabilirdi geçmişinden? Düşüncelerine dalmış düz yolda yürüyorken bir tiz ses Lily’ye yaklaşıyordu. “Lily! Lily Collins!” Lily birden irkildi ve onu düşünceler içinden çekip çıkaran kişinin yıllar önce ki tek ve en yakın arkadaşı olduğunu fark etti. Lily buruk bir sesle o ince kızı elleriyle kavradı. Sımsıkı bir şekilde sarıldı. Sanki hiç bırakmayacakmış gibi sarıldılar birbirlerine. “Tinna Peterson.” dedi ve göz yaşlarına hakim olamadı. Burada onu bekleyen –yeniden- yüzleşmesi gereken bazı doğrular bekliyordu ama artık yaslıyacak bir omuz vardı. Tinna vardı artık. Eskisi gibi olamazlardı belki ama yine de zor günlerinde yanında olabilirdi bu genç bayan. Tinna hala aynı yüz hatlarına sahip ince uzun güzel bir bayandı. Uzun bir süreden sonra buradaydı Lily ama artık bir fark vardı. Evet, hala Lily Collins’ti fakat eskisi kadar güçlü değildi. Her şeyde moralini bozuyordu. Kanadı kırık bir sinek bile görse onu kendi hayatına benzetir, kurgular ve yine ağlardı. O liseli çıtı pıtı her yerde haylazlık yapma peşinde olan Lily yoktu artık. O senelerin sonsuza kadar süreceğini düşünmüştü, taa ki ailesinden bir kişi bile kalmayıncaya kadar. Ailesi 4 kişiden oluşuyordu; annesi, babası, o ve kardeşi. Kardeşi annesi ve babası öldükten hemen sonra kendini içkiye ve uyuşturucuya vermişti. Asıl hayat savaşı veren kişi Lily’ydi. Annesi ve babası hayata veda ettikten sonra hayatla yüzleşti. Ondan önce herkese nazı geçen mızmız bir genç kızdı. Kendi sorumluluklarını üstlenmeye başlamıştı artık. Kendininkileri yetmezmiş gibi bir de kardeşini sokaklardan topluyordu. Kardeşi okulu bırakmıştı. Kardeşine gerçekten çok kızıyordu. Tamam, kardeşi belki ondan daha az vakit geçirmişti ailesiyle ama daha değerli zamanlar geçirmişti. Babası çok severdi oğlunu. Kızını da severdi ama erkek çocuklar onun için daha değerliydi.. Lily’den çok Lionel daha önemli bir yer taşıyordu evde. Lily’de güçsüzdü fakat asla Lionel kadar salak olmadı. Kendine uyuşturucuya vermek yerine günlerce ağladı. Belki acılarını dindirmiyordu ama en azından biraz da olsa rahatlatıyordu. Yeniden bir sesle irkildi Lily. “Los Angeles nasıldı? Beni bıraktığına değdi mi bari?” dedi. “Beni unuttuğunu sanmıştım. Burada istenmiyordum.” Diye karşılık verdi, Lily.
“Sadece kafanda kuruntu yaptın, burada istenmediğin falan yoktu. Ben ve… Kardeşin buradan gitmeni istemezdi.”
“Dışarı her çıktığımda bana acımış bir şekilde bakmalarına daha fazla katlanamazdım.”
“Kimsenin sana baktığı yoktu. Sen kendine acıyordun. Sen böyle bir kız değildin.”
“Artık böyle bir kızım.”
“Hayır değilsin. İçinde bir yerlerde o hırslı, kendine güvenen Lily hâla var.”
“Hayır, o Lily öldü. Annem ve babam ile birlikte öldü.” Belki de böyle düşünmüyordu, sırf Tinna’ya zıt gitmek için yapıyordu belki de bunu. O bile inanmıyordu şuan dediklerine. Biraz çaba sarf etse yeniden eskisi gibi olabilirdi ama tam umutlandığı sırada umutlarının suya düşmesinden ve iyice dibe düşmekten korkuyordu. Gerçekten eskisi gibi olabilir miydi? Bu konuda kendine güveniyor muydu veya kendini bunu yapabilecek kadar güçlü buluyor muydu? Yine düşünceleriyle baş başa kalmıştı. Ortalığı bir sessizlik kapladı. Araba anahtarının sesi sessizliği bozdu. Oturduğu yerden kalkmaya çalıştı. Dizleri tutmuyordu. Bu kadar kötü olamazdı durumu. Bir daha denedi. İkinci seferde kalkmayı başardı. Bir valizini Tinna eline almış arabaya doğru yürümeye koyulmuştu bile. Onun peşinden arabaya bindi ve eski evine doğru yola çıktılar.