İstikametim Neratovice kasabasıydı. Prag çemberinin en uç kısmına kadar ilerleyip Boleslav'a, oradan da güneye inecektik. Ana yollardan uzak durarak, tarla ve ormanları geçerek yola devam ediyorduk. Savaşın ortasındaydık ve nerenin kurtuluş olduğunu bilmiyorduk. Bir kurtuluş olduğu konusunda bile şüphe duyuyorduk. Hayatın bir kumardan ibaret olduğu böyle vakitlerde ortaya çıkıyordu. İlerliyorduk, amacımız kurtulmaktı ama hayat bize en korkunç senaryosunu da yaşatabilirdi. Kader, şans, yazgı- ismi her neyse, iyiden yana olmasını diliyordum. İçimdeki değişken ruhu dua ederek yatıştırmak istiyordum. Zerre faydası yoktu bunun. Tanrı bizi duymuyor muydu? Ya da onların Tanrısı mı gerçekti?
İnancı kuvvetli bir insan olamadım hiçbir zaman. Kafamın içinde kurguladığım kurtulma planı benim için tek gerçekti. İnsan, düşünceleriyle güzelleştirdiği bir dünyaya sahip değilse ne kadar insan olabilirdi ki? Hepimiz bir umuda bağlıyız, içimizdeki umuda... Yol aldığımız kasabada bizi ne bekliyordu, bilmiyordum. Ama içimde bu kararın doğru olduğuna dair bir his vardı. İstediğin kadar temkinli ol, hayat seni daima zayıf yerinden vurur...
Düşüncelerimde boğulurken kasabaya yaklaştığımızın farkında bile değildim. Arkama dönerek;
- Mary, ikimizde hiçliğin ortasındayız. Oraya vardığımızda bizi neyin beklediğini bilmiyorum. Eğer olur da kötü şeyler yaşarsak...
Lafımı kesti;
- Kötü şeyler yaşamamak için bu yoldayız, karamsarlığın bize böyle bir durumda ne yararı olabilir ki?
Haklıydı, yola çıkma sebebimiz kurtulmaktı. Karamsarlık, insanı telaşa bürür ve çoğunlukla yanlış kararlar almasına sebep olur. Yapabileceklerinizi görmenizi engeller. Bulunduğumuz durumda hataya yer vermememiz gerekiyordu. Hata yapmanın bedelini az önce iki ruhu, ruhuma katarak ödetmiştim. Bağırarak konuşmaya devam ettim;
- Karamsar demeyelim de, korkuyorum. Seni koruyamamak beni vasıfsız bir et parçasından başka bir şey yapmaz.
- Az önce ikimizi kurtaran şey browning miydi, yoksa senin cesaretin mi?
- Silah bensiz sadece bir araya getirilmiş farklı metallerden ibaret.
- Tamam işte, korkmanın da bir anlamı yok. Gittiğimizde kötü şeylerle karşılaşırsak eğer, namlunun içindeki o küçük metal parçalarına cesaret yüklersin.
- Bundan birkaç saat önce pencerenin önünde donakalan kadındın sen, şimdi ise içimdeki cehenneme tonlarca kömür atıyorsun.
- Tuhaf tuhaf konuşma da yoluna bak lütfen!
- Yarım kilometre sonra durup kasabayı bir izleyelim. Askeri birlik varsa yapacak bir şeyimiz kalmaz, dedim.
Uygun bir yerde durup, kasabayı uzaktan kolaçan ediyorduk. Herhangi bir hareketlilik yoktu. Bunun iyi veya kötü olduğunu anlamanın tek bir yolu vardı; gidip kontrol etmek... Midemde aniden bir çalkantı oluştu. Korku, yüzleşildiğinde insana güç verir. Damarlarıma adrenalin eşliğinde nüfuz eden bu duygu vücudumu da etkiliyordu. Mary'e baktım. Gözlerini kısmış, bir şey görse hemen söyleyecek gibi tetikteydi. Ayrıca ellerinin arasındaki Stg ona olan hayranlığımı ikiye katlıyordu.
- Kalem yerine tüfek tutman daha bir hoş oldu sanki...
- Teşekkürler beyefendi, bunu daha önce yapamadığım için üzgünüm...
- Şaşkın... Şamatayı bırakalım da yavaş yavaş girelim kasabaya artık.
- Ses yapmadan gidersek iyi olur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Koridor
Ficção HistóricaBurada onlarca yıl önce ölmüş, her devirde tekrar doğmuş bir ruhun dünyasına şahit oluyorsunuz. Çeşitli geçitlerden farklı dünyalara açılan kapılara sığınmış, hırslarının tutsağı bir adamım ; ben Suavi. Anlatacak, dinleyecek, açıklayacak çok şey var...