Chapter 1.

97 7 1
                                    

İlk bölüm ile karşınızdayım. Bu wattpad'deki ilk hikayem ve oldukça heyecanlıyım umarım ki okunur ve ben bir kişi bile olsa sadık bir okucu edinebilirsem düzenli yazmayı ve sonuna kadar getirmeyi düşünüyorum. Bu arada adım Sinem. Hikaye hakkında bir kaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle Talia karakteri için belirli bir figür koymayı düşünmüyorum. Tamamen hayal gücünüze bırakıyorum. Bu hikayeyi Umut Işığım filminden esinlenerek yazıyorum ama olaylar tamamiyle birbirinden farklı. Telefondan yazdığım için multimedya gibi şeyleri oluşturamıyorum ya da beceremiyorumda denebilir. Herneyse böyle işte. İyi okumalaaar, beğenilmesi dileği ile..

*

HARRY'NİN GÖZÜNDEN

Çalar saat beni uyandırmadan kendiliğimden kalktığımda büyük bir havayla odamda ki küçük banyoya girdim. Banyonun fayansına adımımı atar atmaz ayağımın hafif kayıp dengemin bozulmasıyla tüm havam kaçtı ve ben sanki birilerine rezil olmuşçasına sinirlenip sağlam bir küfür ettim. Yüzüme soğuk suyu çarptıktan sonra odadaki dolaba sönelip eşofman altını ve beyaz sporcu atletini üzerime geçirdim. Komidinin üstünden mavi renkteki kulaklığımı ve telefonumu alıp aşağı indim. Dış kapının önündeki aynadan saçlarımın ne alemde olduğuna bakıp kapıya yöneldim. Birkaç ısınma hareketi yapıp koşuya başladım.

Sabah güneşi henüz yeni yeni kendini gösteriyordu. Evim birkaç villalardan oluşan özel bir mülk arazideydi ve koşu alanları bakımından tam donatımlıydı. Nezih bir alandı. Saygın kişiler ve daha çok yaşlı insanlar tarafında işgal edilmişti. Sanırım en genç birey bendim. Ve ben burada olmaktan mutluydum. Koşarken karşıdan geçen Grey amcaya başımla hafif bir selam verdim ve ardindan yarım ağız gülümsedim. "Bugün formundasın Harold!" "Sende iyi görünüyorsun Grey!" "Haha sağol evlat!" Koşmaya devam ettim. Emma her zaman spor yapmamı çok severdi. Bunu o öldükten sonra uzun zaman yapmadım fakat psikoloğum Katie bana sabah koşusu yapmamı ve saygın bir vücuda sahip olmamı ayrıca kafamı bu şekilde en güzel biçimde dağıtacağım konusunda bilgilendirdi. Ve bunu seviyorum. Koşmayı.

Londra bugün diğer günler aksine ılık ve tatlı bir hava bahşetmiş gibi görünüyor. Seraya gidip kalan dometes tohumlarını dikebilirim. Buda kafa dağıtıcı bir iş. Elimden geldiğince bu tazr uğraşlar bulmaya çalışıyorum ki şu neredeyse şifozreniye benzeyen hastalığımla başa çıkabileyim. Ne olursa olsun hayata tutunmaya çalışıyorum. Çünkü hikayemin sonu güzel bitsin istiyorum. Buna hayat felsefesi diyoruz.

*

Geri döndüğümde evimin karşısındaki konağa taşınan birileri olduğunu gördüm. Merak etmek bana göre değildi ve bu yüzden direk eve girdim. Uzun bir duşun ardından kahvaltımı hazırladım. Bugün birde dersim vardı. Mila. Küçük ve prenses olduğunu zanneden şımarık ama bir o kadarda tatlı bir kız çocuğu. O küçüğümü seviyordum. Harika bir ses tınısı ve müzik kulağı vardı. Ve piyanonun tuşlarına basarken onun asil görünümüne hayran kalıyordunuz. Nota defterimi aldım ve neler işleyeceğimize bir göz gezdirdim bir yandan da çayımı yudumluyordum.

Öğlen vaktine doğru Mile ve dadısı geldi. İki saatimizi yine verimli ve zevkli geçirdik. Pierra Buolez'in 'Piano Sonata No.1' i çaldık. Bu fransız adam benim idolümdü. Piyanistlik ve öğretmenlik kariyerimde bana ilham veren önemli bir sanatkârdır. Vaktimiz dolduğunda Mila minik bir hanımefendi havasında piyanonun önünden, benim yanımdan kalktı. Ardından bende kalktım. "Nasıldım öğretmenim? Bu parça için oldukça çalışmıştım." Tek nefeste heyecanlı bir şekilde konuştu ve saç bandını düzeltti. "Hakkını veriyorsun güzel Mila'm." dizlerimin üzerine çöktüm ve yanaklarından öptüm. Ve ardından bana sıkıca sarıldı. "Sizi çok seviyorum öğretmenim biliyorsunuz değil mi?" "Bende seni seviyorum küçüğüm. Haftaya görüşürüz" Kollarını çekti ve dadısının elimden tutarak kapıya yöneldi. "No.2'ye çalışmayı unutma." "Unutmam." İçtenlikle karşımdaki küçük boylu kıza güldüm ve dadısına döndüm. Ona da kısaca veda ettikten sonra kapıyı kapattım.

  Günün geri kalanını serada geçirdim ve akşama doğru eve gönüp üstüme temiz birşeyler geçirip dışardan yemek sipariş ettim. Aslında yemek yapmayı becerebiliyorum fakat oldukça üşeniyorum.

*

Koşudan dönmüş soluklanırken bir anda kapının alacaklı gibi çalmasıyla kaşlarımı çattım. Kapıya yöneldim ve açtığımda kocaman gülümsemesi olan, uzun boylu, heyecanlı hali her halinden belli olan hoş bir genç bayanla karşılaştım. Alnımdaki teri boynuma sardığım havluya sildim ve derin bir nefes aldım. "Evet buyrun?" " Günaydın. Koşudan geri döndüğünüzü görür görmez hemen geldim. Ben yeni komşunuz. Karşıdaki -baş parmağı ile karşıyı işaret etti- daireye dün taşındım." "Hoşgeldiniz Bayan..." "Adım Talia." "Bende Harry." " Memnum oldum Harry" Daha sonra elinde tuttuğu üstünü peçete ile kapattığı tabağı bana doğru uzattı. "Nedir bu?" "Çörek. Bu sabah yaptım. Henüz kahvaltı etmediyseniz sıcak sıcak iyi gider." Ve tekrar gülümsedi. Bu kadar yakın davranması hoşuma gitmemişti. Bu Talia ile ilgili bir sorun değil benim Emma'dan sonra hiçbir kızla konuşmayı istemediğim içindi. Peçeteyi çöreklerin üstünden çektim. "Dereotlu. Dereotundan nefret ederim." diyip yüzümü buruşturdum. Talia'nın anında kaşları çatıldı. Söylediğim şeyden pek hoşnut görünmüyordu. "Aslında bende sabahın köründe tanışma faslı çöreği yapmaya bayılmıyorum. Ama ne yaparsınız ingiliz geleneği işte." diyip pişkince sırıttı. Bu ani değişen ruh hali ve çirkefleşmesi sinirlerimi iyice bozdu. "Kuşlar için harika bir kahvaltı olacak. Çörekler için teşekkürler. İyi günler bayan!" diyip hışımla kapıyı kapattım.

Tanrım bu da neydi böyle?

Umut IşığımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin