BÖLÜM 5

6 0 0
                                    


İkimiz de ölü gibiydik. Sevdiğim bayıldı, babası kendini paraladı, ben bekleme koltuğunun yanına yığıldım kaldım. Şoktaydım. Bir şey diyemiyor, bir şey yapamıyordum. Evine gittiler cenaze vs. bunlardan bahsetmek bile istemiyorum. O süre boyunca hep yanımda oldum. Ne yapabilirsem yaptım, elimden gelen her şeyi. Babası kim olduğumu sorunca özge’nin bir arkadaşı olduğumu söyledim. Hiçbir arkadaşı bu kadar ilgili değil dediğinde bende annemi kaybettim falan dedim. Geçiştirdim. Ölünün ardından mevlit okuturlar 7sinde 40ında falan. 40 gün boyunca yanında olup destek olmak dışında bir şey yapmadım. 40ından birkaç gün sonra konuşalım mı dedi. Beraber odasına gittik.
Her zaman dobra bir kız olmuştur, hiç sakınmamıştır söyleyeceklerini. Direkt yüzüme karşı “ bitirelim” dedi. Anlamadım ilk başta “neyi?” dedim. Ağlamasını bastırmak için derin bir nefes alıp “bizi” dedi. Dünya başıma yıkılsaydı keşke, yıkılsaydı enkaz altında kalsaydım ve bu an yaşanmamış olsaydı. “neden” diyebildim sadece. Gözlerimin içine bakıp “ o gün telefonu sessize almasaydım daha erken gidebilirdik hastaneye, belki de annemle son bir kez konuşabilirdim.” Dedi. O an sanki kazayı ben yapmışım, annesini ben öldürmüşüm gibi hissettim. Acısını yaşamamıştım, pgibolojisini, düşüncesini, hislerini bilemiyordum. “beni suçlu mu görüyorsun” dedim. Bir şey demedi başını eğdi sadece. Ne yapacaktım ki. “ bak hayatım bunu şimdi konuşmayalım, kendini toparladıktan sonra konuşalım” dedim. Ne değişecek dercesine baktı ama ağzından “tamam” çıktı. Bu konuşmaya devam edene kadar hep soğuk kaldı aramız.
Kasım aynına girdiğimizde biraz düzelir gibiydi aramız. Tekrar açıldı konu aynı şeyleri söyledi. Konuşmama fırsat vermeden “ seninle birlikte olduğum her an o günü hatırlıyorum. Hep içimden annemle konuşabilirdim belki diyorum. Ne kadar sevsem de ne kadar sevsen de değişmiyor ki içimdeki düşünce. Olmuyor yapamıyorum.” Dedi. “ gitmemi mi istiyorsun?” dedim. “evet” dedi. Fazla diyecek bir şey bırakmadı bana. Çıktım gittim bende. Ama her gün çabaladım geri dönmek için. Her gün her saat çabaladım, konuştum, yazdım, kapısında bile yattım ama değişmedi. Yolda gördüğünde bakmıyordu, farklı duraklarda inip biniyordu, dershanede sınıfını değiştirmişti. Sevdiğiniz sizi görmüyor, siz yokmuş gibi davranıyor. Çok çabaladım ama yoruldum bende sonunda. ilk önce dershaneden ayrıldım, telefon numaramı değiştirdim, odama kapanmadım içime kapandım, yazmayı bıraktım. Her gün uyanıp evden çıkıyor, boş boş dolaşıyor, parkımıza bankımıza gidip oturuyor sonra eve dönüyordum. Ortak arkadaşlarımızdan haber alıyordum. O bir şeyleri yoluna koymayı başarmıştı. Ben öyle değildim ama.
ene sonuna kadar tak gibi geçti gitti hayatım. O başarmıştı ama atlatmıştı. Sınavı iyi geçmişti yazın babasıyla beraber antalya’ya gitmişlerdi. Ben ne yaptım bilmiyorum. Üniversiteler açıklandığında ankaraya gideceğini öğrendim. Hukuk fakültesi hayaliydi. O ankara’ya ben adana’ya gittim. Sonrası kayıp zaten herkesle bağlantımı kestim. Onu unutamadım unutmak için bir şey yapmadım. Arada Selçuk’a soruyordum. Ona beni hiç sormamıştı. Yazmaya devam ettim. içki ya da sigaraya başlamadım hep yazdım. ikinci yılımda sağlık sorunları nedeniyle bırakmak zorunda kaldım okulu. Döndüm ailemin yanına babamın yanında çalıştım. Arada haber alıyordum ama hiç görmedim görüşmedim onunla ta ki bu yaza kadar.
Evet bu yaz. Temmuz 2013. Selçuk ile uzun zaman görüşmemiştik. Gel falan dedi gittim sitelerine. Özge’nin babası emekli olmuştu. ilçe de yapılan toki evlerine taşınmışlar. Evlerinin önünden geçtim. ilk defa ağlayacak gibi oldum. Selçukla beraber lokale gittik. Yedik konuştuk sohbet ettik. “kaç yıl oldu” dedi. “bilmiyorum” dedim. Aslında biliyordum 3 yıl 8 ay olmuştu. Hiçbir kızla yakınlaşmamıştım bile. Konuşmaya devam ettik. Akşam onlarda kalacaktım. Ailesi yoktu zaten. Akşam eve gittik bizden yarım saat sonra ailesi geldi. Çok ısrar ettiler ama kalmadım, kalsam rahat edemezdim. “ e nereye gideceksin kardeşim kal işte” dedi Selçuk. “yok ya arkadaşım örende kalıyor onun yanına giderim merak etme.” Deyip iyi geceler dedim ve çıktım. Arkadaşım falan yoktu. Sırt çantamla beraber çıktım siteden ve örene giden 8 kmlik yolu yürüyerek aştım. Gecenin kaçı olduğunu hatırlamıyorum çoğu kişi sahildeki şezlongların birinde uyudum. Sabah kalkıp kafelerin birinde kahvaltı yaptım. Küçük termos bardağa soğuk su doldurup yürümeye başladım.
Ören dediğim yer Muğla Milas ilçesine bağlı ören beldesi. Balıkesir değil. Ören’e giden ya da orayı bilen varsa dediğim yeri bilir. Sahil güvenlik var sahilin sonunda onun orası çok boş olur kimse gitmez. Kaldırımdan bir metre aşağısı sahildir zaten. Sonuna kadar gittim sahilin. Orada bir ağaç vardı dibine oturup kitabımı açıp okumaya başladım. Tehlikeli oyunlar. Kaçıncı kez okuyordum bilmiyorum bu kitabı. Kitabı okurken arada termostan su içiyordum. Keyifliydim. Denizin esintisi ya da gürültünün uzakta kalması nedeniyle olabilir. Sonra en sevdiğim cümleyi okudum; “Kelimeler, kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor... ” sonra değişmişsin diye bir ses duydum. Dönüp baktığımda melek kolyesiyle karşı karşıya kaldım.
Güzelleşmişti, kalbim sıkışıyordu. Kaldırımdan inip yanıma oturdu, nefes alamıyordum. Yüzüme bakıp gülümsemeye çalıştı, konuşamıyordum. “özür dilerim” dedi. Bir şey diyemedim. Diyeceğim tüm sözler boğazımda sıralandı, çıkmadı ağzımdan. O an kalkıp gidebilirdim, küfredebilirdim, kitap okuyabilirdim, bayılabilirdim, ölebilirdim ama ben sadece sustum. “ güzelleşmişsin” dedim bir müddet sonra teşekkür etti. “nasıl buldun beni?” dedim. “ derin bir nefes alıp bağdaş kurmuş bacaklarına koydu elini “ Selçuk örene gittiği söyledi, sahilleri seviyorsun, sessizliği seviyorsun. Burada olacağını tahmin ettim ve bildim. “ dedi. Bir şey demedim. “numaranı değiştirmişsin” dedi. Güldüm “yeni mi fark ettin” dedim. “ne zaman değiştirdin ki “ dedi. “ 3 yıl önce” dedim. Bir şey diyemedi. Bu sefer ben konuştum “ neden geldin” dedim. “senden özür dilemek için” dedi. Kolaydı söylemek. Sözcükler ruhtaki yaralara ne kadar tesir edebilir ki? “neler yaptın? Üniversite, askerlik?” diye sordu, anlattım sağlık sorunlarından bahsettim. Üzüldü. Gözleri doldu bir ara galiba ya da ben dolmasını istedim. “senin için kolay olmadı mı?” dedi. Evet dolmuştu gözleri. “sen gittikten sonra her şey farklı olur, yalnızlık bile demiştim sana” dedim. “kafasını öbür tarafa çevirdi, sonra eğdi. Yüzüme bakıp “biliyor musun bana da kolay olmadı. Ama sana kolay olduğunu düşünerek avuttum kendimi. o şekilde kolay oldu. inan istemedim, seninle sonsuza kadar ola..” bu sefer ben kestim sözünü. “kelimeler bazı anlamlara gelmiyor” dedim. O anladı ama ben anlamadım ne dediğimi ne demek istediğimi. Sonra kalktı. “ artık buradayım. Numaram aynı. Görüşmek üzere” dedi ve gitti. Kitabı denize atmadan önce okuduğum son cümle “Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım ? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman.” Kalktım ve bende gittim.
--------
4 yıl boyunca çok uğraştım konuşmak için. ankaraya bile gittim ama geri döndüm konuşamadan. 4 yıl boyunca o hiçbir şey yapmadı. aramadı ya da başkasına sormadı. numaram yakın arkadaşlarımda vardı alabilirdi almadı. gurur falan yapmıyorum zaten pek kalmadı elimde ama o kadar çabaladıktan sonra insanda bir beklenti oluşuyor
-------
yarın sabah güneşin doğup havanın en soğuk olduğu saatte bizim parkımızda, aynı bankta, ağacın altında kahvaltı sözü istedi benden. "bir şeyleri bitirmemiz lazım" dedi.
uyumadım. 9. kahvemi içiyorum. bir yandan da umursamazlığa vurmaya çalışıyorum.
sevindim; demek ki bir şeyler var içinde.
üzüldüm; demek ki bir şeyleri bitirecek.
------
sabahın yedisinde kalktım gittim parka. bizim park, bizim ağaç, bizim park. ortalık sessiz. kimse ortada yok oda yok ortada. ben simidi, çayı, üçgen peyniri aldım. aynı lisedeki gibi. sonra o gözüktü diğer taraftan. benim gibi almış simidi, çayı, çekmiş eşofmanları gelmiş. dedim ya birbirimizi tamamlarız o beyaz giymişti ben siyah. geldi yanıma. bir şeyleri bitirecek olmanın rahatlığıyla "hoşgeldin" dedim sadece. "hoşbulduk" dedi oturdu karşıma. elini sıkmadım. ikimizde yabancı kaldık birbirimize o çıkardı kendi getirdiği simitleri ben çıkardım kendi çıkardığım simitleri. "ben peynir getirmedim" dedi. benimkimden verdim bi tane. "şekerde almamışım" dedi. eskiden bunu dediğinde parmağını batır çaya karıştır biraz derdim. demedim bu sefer şekerden de uzattım. biraz yedik. "anlaşılan ben konuşmaya başlamadan konuşmayacaksın" dedi. "evet, bir şeyleri bitirmek için konuşmaya sen çağırdın." dedim.
tamam o zaman kısa kesicem" dedi. rahattım. biliyordum bir şeyleri bitirmek için konuşacaktık. " ben her şey için sana teşekkür ederim. ve özür dilerim." dedi. sinirlendim ilk defa. "zaten ayrılık konuşmasını 4 yıl önce yaptın, bu ne şimdi? neyin bitmesini istiyorsan söyle, konuş bitirelim gitsin." dedim. eğer o an konuşmasını devam ettirse kalkıp giderdim gerçekten. o yüzden direkt sonuca bağladı konuyu. " bu kadar sinirlenmene, kızmana gerek yok. bak eskiden yaptığım şeyin ne kadar anlamsız olduğunu anladım. çok önceden anladım bunu ama cesaret edemedim. ne diyecektim? ben çok pişmanım salaklık yaptım geri döneyim mi diyecektim. diyemedim işte. ben o kadar yıl boyunca senden başka bir şey istemedim. kolyen hala bende. senden başkada kimse olmadı, olmayacakta. bunu anlatmaya çalışıyorum sana. ben tekrar benim ol istiyorum. olamaz mıyız? bir şans veremez miyiz?" dedi. işte bu kelimeleri hece hece beynime kazıdım o an.
o an hissettiğim şeyi anlatamam. gerçekten anlatamam çünkü ne hissettim bilmiyorum. lise çağıma döndüm. ilk kez ondan hoşlandığımı söylediğim ana döndüm. eskiye döndüm. tüm yaşanılan şeyler, mutluluklar, üzüntüler, kavgalar, barışmalar her şey tekrar tekrar aklıma doldu. bir nevi sistemi geri yükledim gibi oldu. bir kez daha anladım. ondan başka kimse giremiyor kalbime. ve şimdi kasıma ramak kala tekrar biz olduk. tekrar deneme değilde tekrar doğuş oldu bizim için.
Sonrasında tekrar denedik. Ama olmadı. Her zaman bir çekingenlik vardı üzerimizde. Korkardım kırar mıyım, üzer miyim diye. Hep diken üstü oldum 3 ay boyunca. ilk başta ikimizde hemfikirdik zaman lazımdı bize. tekrar omzumda uyuması için, tekrar kokusuyla beni uyandırması için. Ben ona bakmaya korkuyordum o bana dokunmaya. Günler geçtikçe düzelir dedik olmadı. Biraz daha uzaklaştık sona doğru. Gözlerinde gökyüzünü göremedim, saçlarında güneşi hissedemedim. Hislerim aynıydı aslında ama o çekingen davrandıkça bende çekindim. Mallık işte amk.

Bir gün çıktı geldi yine. yemek hazırladım, sofrayı kurduk beraber. Ben plağı yerleştirirken o yemekleri koydu. Oturduk yan yana. Eskiden beri karşısına oturmamı istemezdi. Ne zaman karşısına otursam yemek yemesini seyrederdim çünkü. dudaklarının aldığı şekli, çatalı tutuşunu, ara ara saçlarını geriye atışını.. ben baktıkça utanırdı, kızarırdı öptüğüm yanakları. Gülerken gözleri kısılırdı, öptüğüm gözlerinin içi gülerdi..

Yan yana oturduk yine. Bol bol kokusunu çektim içime. Anladı yine kızardı yanakları dönüp öptü yanağımdan. hiç konuşmadan yedik yemeğimizi. pikabın yanındaki koltuğu geçtik sonra elimizde kadehlerimiz, yanımızda söylüyordu zeki müren;
"Gitme sana muhtacım
Gözümde nursun başımda tacın muhtacım
Beni öldür öyle git
Yaşamak için senin sevgine muhtacım"
sanki özellikle seçmişim gibi şarkıyı.

Başını omzuma yasladı, hiç konuşmadık. Konuşmaya ihtiyaç duymadık öyle gevezeydi sessizliği, öylesine anlamlı. omzumda uyuyakaldı. bende uzattım ayaklarımı sehpaya hareket etmemek için nefes bile almamaya çalıştım. Uyandı sonra, yavaşça açtı gözlerini. sonra başını dizime koydu uzandı koltuğa ben saçıyla oynarken uyudu öylece. Kalbimi ağrıttı. Kalbim sıkıştı resmen, parmaklarım saçlarının arasında dolaştıkça kalp atışımı boynumda hissettim.

Bir kaç günümüz böyle güzel geçti. Tam eskisi gibi olacağız derken yine izin vermedi hayat. Sevgimiz ne kadar kuvvetliyse sinirlerimiz o kadar hassastı. Bazı olaylarda tutamadık kendimizi. Bağırıp çağırmadık ama bakışlarımız yaraladı içimizi. Sonra da zaten iş için yurt dışına çıkma imkanı geçti eline. Gitme dedim, kal dedim, dil döktüm olmadı gitmem lazım dedi. Derken de doldu gözleri.

Sonra bir gün rakı aldım geldim eve keyif yapayım dedim. hazırladım babagannuş haydari. biraz kavun dildim peynir vs. yana yana plakları aradım bir türlü bulamadım sonra arabada olduğunu hatırladım. onları da ayarladım tam açarken mesaj geldi. "yemeği iki kişilik yap" diye.
biraz sonra kapı çaldı açtım kapıyı. elinde iki poşet, ayakkabıyı çıkarmakla uğraşıyor. aldım poşetleri geçtim içeriye kapıyı kapatıp arkamdan geldi.

bir insanın konuşmadan anlaşabildiği birisinin olması güzel bir şey.

geçtik içeriye konuşmadan beraberce hazırladık her şeyi. konuşmadan oturduk karşılıklı. ben plağı koyarken o rakıları doldurdu. ağır ağır dönerken plak hamiyet yüceses ses verdi. makber başladı. ilk yudum damaklarımızı yaktı. bakıştık. sarı saçlarını omzundan arkaya attı. yavaş yavaş yiyip yavaş yavaş yudumladık hayatı, geçmişi, yaşananları. ara ara plağı değiştirmek için kalktık sırayla, eskiden olduğu gibi. sonra müzeyyen abla başladı söylemeye, fikrimin ince gülü dedi, benzemez kimse sana dedi, akşam oldu hüzünlendim ben yine dedi, zeki müren söyledi birazda. onlar söylerken benim boğazımda çözülmeyen bir düğüm vardı, tıpkı onun gözlerinin dolması gibi anlamsız. hala melek kolyesini takıyordu biliyordum. Gitmeden önceki son akşamdı işte. gidekcekti, başka bir ülkeye kilometrelerce öteye. düğüm çözülmeye başladı. "son kez doğruları konuşalım mı" dedi. sadece kafa salladım.

Döktü içinde ne varsa, korkularını, düşüncelerini, isteklerini, hayallerini.. benimde gözlerim doldu, içim yanıyordu zaten.
sonra içeri geçtik yan yana oturduk. yerinin hala orası olduğunu bilerek sol tarafıma yasladı başını. plak arkada bir yerlerde çalmaya devam ederken gecenin sessizliğinde kaybolmayı istedik. olamadık. zaten bir tak olmayı beceremedik hiçbir zaman. çok zor değildi kokusunu içine çekmem, saçının her telini ayrı ayrı öpmem. sarılıp gitmemesini istemek zor değildi. ama yapmadım. ne kadar çok istense bile bazı şeylerin kolay olması gerekir. kolayca gitmesi gerek. kolayca bir hayat kurması gerek. unutulmam ya da güzel bir anı olarak kalmam gerek. sadece gecenin 3ünde onu evine bıraktım. arabadan inmeden elini tuttum. "hiçbir şey eskisi gibi değil" dedim. "yalnızlık bile" diyerek tamamladı sözlerimi. sonra indi ve gitti

eve dönünce kapıyı açtığımda ilk gördüğüm şey anahtarları astığım askılıkta asılı duran melek kolyesi oldu. hala orada asılı durur orada. evin kapısı açıldığında ilk onu görüyorum şimdi. Beni karşılıyor.

Hala sevmek çok zor, ağır. Umutlarda tükendi içimde bir o tükenmedi.

Birkaç yıl sonra da nişanlandığını öğrendim.
  -SON

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 19, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İlk Öpücük Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin