Tüm gün odamdan dışarı çıkmamıştım. Bara inmemiştim, gece giyeceğim kıyafetleri seçmemiştim, uyumamıştım daha doğrusu uyuyamamıştım. Bir anlık delilikle annem sandığım hizmetliye parasını fazlasıya verip, bir daha gelmemesini elimden geldiğince nazik bir şekilde söylemiştim. Kelimeler her ne kadar yumuşatsa da anlam yine aynıydı. "Eski anılarımı canlandırıyorsunuz ve bu benim için iyi değil. Buraya bir daha gelmeseniz ikimiz içinde daha iyi olacak. Uğur Abi'ye size bir iş ayarlamasını söyleyebilirim." Kısaca "Bir daha gelme."
Tek başıma kaldığım zaman beni güçlü yapan tüm nedenler de insanların azalmasıyla doğru orantılı olarak azalıyordu. İnsanlar arttıkça duvarlarıma eklenen tuğla sayısı da artıyordu. Etrafımda ki insanlar beni öyle görmeliydi. Daha güçlü. Kendimi öyle hissetmeliydim. Duygusal Abra hiçbir işe yaramazdı. Çabuk kandırılırdı. Etrafında birçok insan olur ve o insanlara bağlanırdı. En iyi yöntemdi, hiç tanımamak. Duygusal olarak bağlandığın kişiler arkadaşın olurdu bir süre sonra. Seni daha iyi tanımak isterler, geçmişine inerler. Öğrenirler de. Bildikleri sayesinde ona kendini daha yakın istersin. Ve bir gün ne olduğunu anlamadan o da gider. Neden tekrar acıyı tadayım? Neden bağlarımın koparılmasıyla boşluğa tekrar düşeyim? Ah, bir de duvarları yıktığında bağlanacakların arasında bir erkek de olacaktı tabi. İstemiyordum. Annemden öğrendiğim en büyük şey onlardan uzak durmam gerektiği oldu. Eğer annem bu düşüncelerimi öğrenseydi kaşlarını çatarak bana bakardı. O hiçbir zaman kendi hayatının kötü olduğunu düşünmezdi. Kendi seçimleriydi ve seçimlerinin yanlışlığını düşenerek saçlarını beyazlatmak istemiyordu. Babam demek zorunda olduğum adam sayesinde ailesi onu istemememişti, babama sinirlenmedi. Annemin hamilelik döneminde onu kovmuştu, babama sinirlenmedi. Maddi sıkıntılar yüzünden aç kaldığımız dönemler olmuştu tekrar sinirlenmedi. Hatta onu öldüreceğini suratına söylediği zaman hâlâ ona aşkla bakıyordu. Seviyordu çünkü. Kalkanlarını indirerek sevmişti onu. Tüm duvarları yıkarak.
Ama ben onun gibi olmayacaktım. Her ne kadar onun kadar iyi bir insan olmak istesem bile onun kadar derinden üzülmek istemiyordum, bir kez daha. Gülüyordu, çünkü acılarını unutturacak tek panzehir oydu. Ben iyileşmeyi hakketmiyordum. Kendi zehirimde boğularak gidecektim. Acılarımı unutmayı da istemiyordum. Her ne kadar canımı yaksa da o acılar annemden kalan tek hatıralar. Unutamam.
Komidinin üstünde ki telefonumun ekranı en az 100. kez parlayınca gözlerimi devirdim. Acele etmeden telefonu kulağıma götürdüğüm anda karşı taraftan bir çığlık sesi kulak zarımı tırmaladı. Telefonu kolum yettiği kadar uzağa tuttuğumda bile ses geliyordu. Miray malı. Tek arkadaşım. Duvarlarımı indirip arkadaş edindiğim yoktu, 7 yaşından beri beraberdik. Çığlık sesleri anırmaya dönünce suratımı buruşturdum.
"Amacın ne Miray?"
Cevap? Daha fazla yükselen çığlıklar...
Kulaklarıma ihtiyacım vardı ve bu ses kulak sağlığıma hiç iyi gelmiyordu. Telefonu kapatmam ile birlikte huzura erişmiştim. Elimdeki telefon tekrar titreyince hazırlıklı olmak için telefonu yatağın üstüne bırakıp açtım.
"Tamam, iyiyim."
"Kulaklarımla alıp veremediğin ne var?"
"Tüm gün seni aradım aptal! Tüm mesaj hakkımı bitirdim senin yüzünden. Sormadığım kişi kalmadı. O muşmula suratlı barmenini bile aradım."
Beni merak eden tek kişi. Bu her ne kadar hoşuma gitse de benden daha iyi arkadaşlar edinmesini istiyordum. Bir arkadaş grubu vardı hatta. Ama önceliği bana vermesi şeytan kılığında ki kısmımı sevindirse de başında halka olan melek Abra onun iyiliği için benden uzak durmasını fısıldıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abra
RandomKendime not: Etkileyici bir konuşma sahnesi çıkarsa buraya yaz. İlgi çekici olur falam... (Şu kitabı okuyan varsa okumasın lan ayda yılda bir bölüm yazıyorum)