Tek parmağıma doladığım ipi hafifçe çekiyorum. Bluzdan ayrılan ip, tereyağından kıl çeker gibi uzuyor, uzuyor, uzuyor; ta ki ben parmaklarımla sıkıca kavrayıp çekinceye kadar. Bluzdan ayrılan ve artık özgür olan ip parçasını parmaklarımdan kurtarıyorum ve yere bırakıyorum. Bir kuş tüyü gibi süzülüyor ve sonunda yere konuyor. Artık kendi başına, bağımsız ve özgür.
"Ezgi? Dinliyor musun beni?" Bakışlarımı özgür ip parçasından ayırıp bana seslenen adama çeviriyorum. Heyecanla anlattığı olayı dinlemediğim için hevesi kaçmış, hayal kırıklığına uğramış. Biraz utanıyorum ilgisizliğimden. Hafifçe boğazımı temizliyorum, ilgili görünmeye çalışıyorum.
"Kusura bakma, dalmışım. Ne diyordun?" Hafifçe iç çekiyor, boşver dercesine kafasını sallıyor. "Sen bugün dalgınsın galiba. Sonra görüşürüz." Arkasından bakakalıyorum. Küçük bir pişmanlık dalgası vücudumu kaplıyor. Sonrasında bir iç çekiyorum ve yoluma devam ediyorum. Ailemin evine, solgun tenimi daha da solduracak, feri sönmüş gözlerimi daha da söndürecek dört duvara gitmeliyim ancak ondan önce yapacak başka bir işim var.
Yol boyunca yürüyorum. Yanından geçtiğim her insan farklı bir ruh halinde. Kimi mutlu, kimi sıkılmış, kimi duygusuz. Kendi ruh halimi kestiremiyorum. Kim bilir ben nasıl görünüyorum onlara karşı? Dışarıdan bir gözle bakıyorum kendime; solgun ve sağlıksız bir teni, mat siyah saçları, hafif kambur bir sırtı olan, feri sönmüş gözlerle etrafını inceleyen bir genç kız. Cadı gibi görünüyor olmalıyım.
Havanın hafifçe karardığını farkediyorum, gök tatlı bir pembeliğe bürünmüş. Kışın ilk günlerini yaşıyor şehir, her yeri soğuk bir hava kaplamış. Tenime dokunan bu soğuk hava hafifçe ürpertiyor beni, dokunduğu yer karıncalanıyor. Montum yanımda değil, el mahkum soğuğa direniyorum. Henüz dört duvara dönemem, önce birini görmem gerek.
"Ezgi?" İçimi ısıtan sesi duyuyorum. Tenimdeki karıncalanma yer değiştiriyor, karnıma kelebek sürüsü halinde uçuyor. Yüreğime esen ılık ses tüm soğuğu unutturuyor.
Bir şey demeden yanına gidiyorum. Onun yanında kelimeler kifayetsiz. Bildiğim her şey, tüm aşk cümleleri aklımdan uçup gidiyor. Saatlerce o güzel yüzünü izleyebilirim.
"Seni çok özledim." Bir şey demiyorum, diyemiyorum. Ben de onu özledim, o kadar çok özledim ki yüreğim her nefesinde heyecanla çarpıyor. Bir nefesini sonsuza kadar saklayabilmek için nelerimi vermezdim ki? Ondan bana kalacak, sadece bana özel olan bir parçayı saklamak dünyalara bedeldi.
"Bir şey demeyecek misin?" İçimi ısıtan sesinde kırgınlık seziyorum. Elimi hafifçe yanağına bırakıyorum, teni havanın soğuğuna inat sıcacık. Sonsuza kadar elimi yanağında tutabilirim, sonsuza kadar yanında kalabilirim.
"Çok vaktim yok." Yüzü asılıyor. Nadiren olan görüşmelerimizden memnun değil, üstelik zamanımın kısıtlı olmasından nefret ediyor.
"Bana biraz daha vakit ayıramayacak mısın? Onca zaman seni görmüyorum ve sonunda gördüğümde bu sadece çeyrek saat oluyor." Ona anlatmak istiyorum, onu bir anlığına bile görmenin bana nasıl dayanma gücü verdiğini; anlatamıyorum. Zamanla orantılı seviyor beni, oysaki ben onu her şeyden bağımsız seviyorum.
"Ben... Yapamam." Tiksintiyle uzaklaşıyor. Bunu yapması beni çok üzüyor. Kesilen temasımızdan içeri soğuk hava doluyor, içimde bıraktığı tüm sıcaklık kanıyor. Yine kızdırdım onu, tek istediğim beni koşulsuz sevmesiyken.
"Beni eskisi kadar sevmediğini düşünüyorum. Sevgiline ayıracak iki saat bulamıyor musun?" Çaresizlik içinde kıvranıyorum. Onu seviyorum, çok seviyorum. Yüreğimdeki sızlama büyüyor, boğazıma sarmaşık misali tırmanıyor. Boğulduğumu hissediyorum.
"Hayır... Hayır ben seni seviyorum. Çok, çok seviyorum. Bunu nasıl diyebilirsin?"
Güzel kaşları, güzel gözlerine doğru eğiliyor. Bana inanmıyor, neden inanmıyor? Onun için şu an canımı vermeye hazır olduğumu nasıl göremiyor?
"Sana inanmakta güçlük çekiyorum. Hep aynısını yapıyorsun." Güzel burnunu kırıştırıyor, daha da sinirlendiğini görüyorum. "Beni sevmiyorsan bu işi burada bitirebiliriz." Boğazımdaki sarmaşıklar birden sıkılıyor. Bir dayanak arayan elim havaya tutunuyor, sendeliyorum. Olmaz, yapmaz... Yapamaz. Ben onsuz nefes almayı dahi düşünemiyorken, beni kendinden mahrum bırakamaz. Dolan gözlerimle güzel yüzüne bakıyorum. Katı, donuk bir ifadeyle bana bakıyor. Ah, bu haldeyken bile çok güzel. Güzelliği gözyaşlarımı arttırıyor.
"Hayır, bana böyle deme. Seni seviyorum, kendimden çok seviyorum. Beni bırakma." Ellerim gayri ihtiyari ona uzanıyor, o ise geri çekiliyor. Benden uzaklaştığı her santim yüreğime saplanan bir hançer gibi. Her uzaklaştığında benliğimden bir parça ölüyor.
"Bana yalan söyleme!" Birden yükselen sesiyle sıçrıyorum. Sesinin tınısı beni öldürüyor. Mükemmelliğin vücut bulmuş hali gibi. Onsuz bir saniye bile yaşayamam, yaşamın tek anlamı o.
"Sensiz nefes almayı bile düşleyemiyorken, nasıl beni suçlayabilirsin? Nolur, nolur affet beni." Tekrar uzanıyorum, geri çekilmiyor. Ellerim ellerini buluyor, sıkıca dolanıyor. İçimi tekrar bir sıcaklık kaplıyor.
"Affet beni sevgilim, sensiz yaşayamam ben." Gözleri yumuşuyor. Hala kızgın, bunu hissedebiliyorum. Ancak beni terk etmeyecek, yanımda kalacak.
"Tek istediğim seni biraz daha görebilmek. Beni de anla, seni çok az görüyorum ve özlem beni yiyip bitiriyor." Kendimi kollarına atıyorum, sıkıca sarılıyorum. Yavaşça etrafıma doladığı kollarının arasında sıkıyor beni. Kokusu yüreğimi yerinden sökecek kadar güzel. Her kalp atımında yayılan kokuyla kendimden geçiyorum.
"Üzgünüm, elimden gelen bu. Sadece özlem gidersek, olmaz mı?" Bir şey demiyor. Birbirine dolanmış kollarımız arasında bir süre bir şey demeden duruyoruz. Nefes alış-verişlerine ayak uyduruyorum. Aynı anda nefes alıp, aynı anda geri veriyoruz. Tüm soğuk yok olmuş durumda, kolları arasındayken yaz sıcağında gibiyim. Zaman durmuş gibi hissediyorum, kendi sonsuzluğumu bulmuş durumdayım.
Hava iyice kararıyor, o tatlı pembelik yerini koyu bir mora bırakıyor. Gitme vaktim yaklaşıyor, son bir defa sıkıca sarılıyorum, kokusunu bir sonraki buluşmamıza kadar saklamak için iyice içime çekiyorum.
"Artık gitmem gerekiyor." İç çekiyor, en sevmediği kısma geldik. Başımın tepesine içimi ısıtan bir buse kondurup geri çekiliyor. Soğuk hava tekrar vücuduma hücum ediyor.
"Bir sonraki buluşmamıza biraz uzun vakit ayır, olur mu?" Derin bir nefes alıyorum, her seferinde aynı şeyi istiyor benden, ancak yapamayacağımı da biliyor. Yine de o güzel kalbini kıramam, kıyamam.
"Olur... Denerim. Seni çok seviyorum." Hafifçe elimi sıkıyor. Bu, elveda deme biçimi. Vedalardan hoşlanmıyor. Son bir defa gözlerime bakıyor ve sonrasında arkasını dönerek soğuğa adım atıyor. Gözden kayboluncaya kadar onu izliyorum, sonra da aksi yöne dönerek dört duvara gidiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzel
Short StoryÖldük, ölümden bir şeyler umarak. Bir boşlukta bozuldu büyü. Nasıl hatırlamazsın o türküyü, Gök parçası, daş demeti, kuş tüyü, Alıştığımız bir şeydi yaşamak. Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok; Yok bizi arayan, soran kimsemiz. Öylesine karanlık ki ge...