Yıl 1950.Fatih genç ve körpecik bir delikanlı.Yaşı iki ay sonra on yedi olacak.Gariban bir anasından başka kimsesi,birkaç dönüm tarla ve birkaç inekten başka güvencesi maalesef ki yok.(Kore Savaşı yeni patlak vermiş ve BM milletler bünyesinde oluşturulan Türkiye, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Belçika, Filipinler, Kanada, Lüksemburg, Yunanistan, Habeşistan, Güney Afrika Birliği, Hollanda, Kolombiya askerleri bu savaşa katılmıştır.Savaşın ne olduğuna bir bakalım:Savaş teorik olarak Kuzey Kore ve Güney Kore arasında gerçekleşmiştir.Bir nevi iç savaştır.Savaşa ilk önce ABD ve müttefikleri katılmış,Çin Cumhuriyeti'nin müdahil olmasıyla geniş çaplı ve uluslararası bir boyut kazanmış olup Türkiye'de bu savaşta yerini almıştır.Dipnot olarak savaş sonunda Kore hala bölünük durumdadır.)
Fatih anasının beli ağrıdığı için her gün olduğu gibi bugün de tarlayı sürmeye girişmişti.Güneşin alnında alnından akan teri koluyla sildikten sonra güneşin tam tepede olduğunu fark etti ve her zaman karıştırdığı kıbleyi yine Cahit amcasına sorarak öğle namazını eda etti.Anası evde yufkadan gözleme açmakla uğraşırken kendi kendine şöyle yakındı:''Oyyy,belim belim!''Bunu duyan komşu kızı Ayşe Fatih'in anasına seslendi:''Şerife abam senin belinde sorun yok mu?Çağırsaydın biz sana yapıverirdik.''Bunun üstüne Şerife Bacı durur mu:''Oğlan benim için tarlada onca yoruluyor kızım.Sen bana iyilik yapmak istiyorsan babana çıkın götüreceğin vakit benim oğlanın yemeğini de götürüver.Bak bir de ayran kattım testiye.Yayıkta yeni çektim.Bizim Sarıkız pek bir süt veriyor bu zamanlarda.'' ''Aman Şerife Aba üç felak üç nas oku da nazar değmesin.'' ''Tamam kuzum.Annen ne yaptı?Ayağı nasıl oldu?'' ''Anam napsın sağlığına duacı abam.Bu gut mu get mi her neyse hastalığı için hekim başı bir diyet verdi.Abam Allah kimseye vermesin.Valla anama her bakışımda ağlıyor.Geceleri zor uykuya dalıyor.'' ''Nemiş bu got peki Ayşe'm'' ''Bizim vücuttan atmamız gereken ve vücudumuz için zararlı olan atık mekanizması varmış.Kanda ürik asidin birikip eklemlerde kristalleşmesi durumu gibi bir şey dedi bizim Hasan abi.'' ''O neydi gızzzzz (dedi ve bir kahkaha patlattı.)'' ''Abam sen çok yaşa.(o da kendini tutamayarak.)Neyse abam ben gideyim dedem camiye gittiydi belki kahveye uğrarım dedi ama anam yürüyemediği için kapıda kalır ama önce anama bir bakayım bir ihtiyacı var mı?Sonra şu çıkınları bir bırakayım geleyim.''(İçinden sevinen Ayşe sevdiği çocuğa yemek götürüyordu.Bu onu ne kadar çok mutlu etse de Fatih'ten hiç pas alamıyordu.Ama onu görmek yetiyordu ona.Soğuk çocuktu Fatih.İçinde kıyamet kopsa dışarıya rüzgar bile estirmezdi.Canı yansa bile hep gülerdi.Bir dergide okumuştu.Köy yerinde dergi bulunmuyordu ama onun Almanya'daki abıcasının kızları Füsun ve Hayriye gelirken dergiler getiriyordu ve o da okuyordu.Diyordu ki dergi:Bazı insanlar vardır.Acıyı yaşaya yaşaya acı çekmeyi unutur onlar.İçeride travma yaşasa bile belki de dışarıdan hiç derdi yokmuş gibi gösterebilirlerdi kendilerini.Köy yerinde pek kimse okuma bilmezdi ama Ayşe'nin babası muallim olduğu için ve Ayşe'de okumaya hevesli olduğu için okuma yazmayı biliyordu.Kuzenleri sayesinde çat pat Almanca konuşan Ayşe arada annesine ''auch du, Mama ich Liebe'' diyordu.Anasına seni çok seviyorum diyordu ama anası ne diyon gı küfür mü ediyon demekten kendisini alamıyordu.Zaten kadın acıyla uğraşıyordu bir de kızının anlamadığı bir dili aklında tutması olası bile değildi.Zamanla kulağına aşina olan bu sözü kızı her söylediğinde acısı ve ağrısı o anlık duruyor ve kızını dizine yatırıp 'eşşek sıpam' diye seviyordu.Koca kız olmasına rağmen küçük bebeğim dediği bile oluyordu.Annesiyle abla kardeş gibi olan Ayşe her şeyini onunla paylaşıyordu.Hatta annesi kızının Fatih'i sevdiğini bile biliyordu.Ama daha erken olduğu için babasına söyletmemişti.
Dışarıdan biri ' Fikriye huuuu' diye seslendi.Fikriye Hanım:Ayşe hadi bakayım sen artık babanın yanına tarlaya git.Bende galla pazarına erzak yollayayım. Ayşe :Tamam anacım.Ben sel gibi gider yel gibi gelirim.
Fatih soluklanıyordu biraz.Normaldi sabahtan beri kazma kürek sallamaktan kollarında derman kalmamıştı.Kafasını kaldırdığında Ayşe'nin geldiğini gördü ve hoş geldin dedi.Ayşe başıyla karşılık verdi ama içi içine sığmıyordu.Kalbinde kelebekler vardı sanki.Niye kelebek dediğini düşündü.Sonuçta kelebeklerin ömrü bir gündü ama o Fatih'i bir günlük değil bir ömürlük seviyordu.Tam bunları içinden geçiriyordu ki Ceketsiz Nuri namı değer Ayşe'nin babası seslendi:''Huu!Kızım öldük açlıktan.Hadin gayri .'' ''Tamam baba.Hemen veriyorum.Fatih bunları anan yolladı.Beli ağrıyor ya o gelemedi.'' ''Sağ ol komşu kızı.'' (Farklıydı işte.Onu görünce midesi bulanıyordu,karnı ağrıyordu,içinden tanımlayamadığı şeyler oluyordu.Bu aşk değil de ne idi.)
Cepsiz Nuri yine seslendi.''Kızım bugün hafta sonu.Okul yok.Çalışam dedim tarlada emme yemek vemezsen çalışamayacam gayri.Dilim damağım kurudu aloooooo...'' hayalinden sıyrılan Ayşe seri bir hamleyle babasına doğru yeltendi ve dedi:''Baboo tamam babooo yettim babooo.''Babası gülümsedi ve ekledi:''Ha şöyle ya midemiz bayram etsin hele.''
Tam yemek yerlerken mahalle muhtarı yana yakıla bütün gençleri köy meydanına çağırıyordu cami megafonundan.Yemeğini yarıda bırakan Fatih alelacele çıkınını topladı ve hızlı adımlarla meydana doğru harekete geçti.Ağzı açık bakan Ayşe babasına:''Baba ne oluyor?''dedi. "Bilmiyorum ki kızım.Allah hayırlara çıkarsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖRMEYENE GÖZ OLMAK
General FictionÖyle bir aşktı ki bu gözü görmemesine ve onca şey yaşamasına rağmen onu gönül gözüyle seviyordu.