Kim Jongin ünlü bir idoldü. Yakışıklı yüzü ile tanınmış, birinci ve ikinci jenerasyon arası çıkış yapmıştı. Sesi her ne kadar bal gibi tatlı olsa da dansı bir baletinki kadar narin ve bir kaplanınki kadar vahşiydi. Otuz yaşına girse bile hala kadınların gönülleriyle oyuncakmış gibi eğlenebilmekteydi de. Lakin onun aklı aslında bunlardan çok uzakta, uzun zamandır görmeyi arzuladığı birindeydi.
Kahverengi ile çevrili bu odada; duvarlar açık kahve, ahşaptan sandalye ve masalar koyu kahve, ünlü tabloların taklitlerinin çerçeveleri ise sütlü çikolata kahvesiydi. Onun bu ufak renk takıntısının yansımadığı tek yer olan saçları belki de tüm bu alanın içinde kendisine zıt olan tek renkti. Aylar önce yönettiği şirket ona bir öneride bulunmuş ve griyi denemelerini söylemişti. Her ne kadar Jongin için düşünmesi zor olsa da karşı çıkamamış, saçlarında yıllar sonra değişikliğe gitmişti.
Şimdi ofisinde çalışırken ise her bir saç telini yoluyor, girdiği sıkıntıyı onlardan çıkarıyordu. Kendi kendine bağırmalarını dışarıdan biri duymuş olacak ki kapı çalındı. Tok sesiyle girilmesine izin verdiğinde gelenin yakın dostu Chanyeol olduğunu gördü. Kahverengi kıvırcık saçları kapının arkasından bedenini uzatmasıyla gözlerinin önüne dökülmüştü.
"Jongin-ah... Senin için endişeleniyoruz. İyi misin?"
İçeri gelmesini işaret etti ona. Çok geniş bir oda kullanmadığından hemen yanında bitmişti genç adam. Gözlerindeki endişe parıltıları belli oluyor, arkadaşı için bir şeyler yapmak istercesine bedeni öne atılıyordu. Ona her şeyin iyi olacağını söylemek isterdi. Chanyeol iyi biriydi ve yıllardır menajerliğini yapıyordu. On yıl boyunca etrafında değişmeyen tek şey oydu ancak onu bile tatmin edecek bir cevabı yoktu. Yalnızca aklındakileri dökmeye karar verdi. Nasıl olsa herkes bir şeylerin peşinde olduğunu anlamıştı.
"Do Kyungsoo'yu hatırlıyor musun?"
İnçe kaşlarını çattı uzun olan. Gözleri hafifçe kısılmıştı sanki çok uzaktaki bir görüntüyü görmeye çalışıyor gibi. Birkaç saniye sonra ağzı kocaman açılmış, kaşları bu sefer yukarı kalkmıştı. Aklına gelen şeyin şaşkınlığı belki de onu hatırlamaktan çok daha önemli bir olaydı.
"Evet! Şarkıcı çocuk. Sektörden ayrılan."
"Çocuk dediğin adam senden üç yaş büyük salak."
"Ve ben de senden iki yaş büyüğüm, düzgün konuş."
Gözlerini devirip kafasını salladı anladığını belirtircesine. "Peki peki."
Fakat Chanyeol anlamamıştı, hem de hiç. Jongin'in delirmesiyle bu olayın ne alakası vardı?
Sol taraftaki yerden tavana kadar uzanan balkon kapısına gitti ve geniş sırtını yasladı oraya. Ardından kollarını göğsünde birleştirmiş, sorgulayıcı bakışlarını artık bir şeyler anlatması gereken kişiye yönlendirmişti. Gri saçlı çocuk onun bu isteğini anladığında gözlerini kısarak gülümsemişti lakin bu öyle yapmacıktı ki saniyeler sonra boğazını temizleyip eski düz suratını geri kazanmıştı.
"20. Çıkış yılı geliyor. Eskiden aynı şirketteydik onunla. Fakat ben çıkış yapınca onu boşladılar ve o da iki sene sonra sözleşmesi gittiği için başka bir şirkete geçti. Orada ise beş yıl dayanabildi ve şu an hiçbir yerde yok. Onu bulup ikna etmek istiyorum şirketime gelmeye. Sonrasında bazı kutlamalar yapılır. Ne dersin he?"
Şaşkınlıkla izliyordu Chanyeol arkadaşının konuşmasını. Ne diyeceğini, ne yorum yapması gerektiğini bilemiyordu. Uzun zaman sonra Jongin'i heyecanlandıran bir şey ilk defa görüyordu fakat aynı zamanda bu korkutuyordu da, ikisini de. Artık yaşını başını almış bir adam olmasını beklerdi küçüğün. Birçok badire atlatmış, her türlü dedikoduyla başa çıkmıştı. Şimdi ise akıllara zarar verecek bir fikrin doğumuna sebep oluyordu. Ellerini sabah kabarttığı saçlarına geçirip dağıttı onları iki yana. Kravatını gevşetti ve balkon kapısını açtı. Kesinlikle soğuk rüzgarın onu kendine getirmesine ihtiyacı vardı çünkü.
"Bana 3 yıldır kayıp olan bir adamı mı bulacağını söylüyorsun? Onun adının geçtiği hiçbir haberi okumadın mı? O görünmez adamın ta kendisi!"
Cama doğru bağırdı Chanyeol. Onun yüzünü görmek istemiyordu, yoksa yelkenleri suya indireceğinden emindi. Oluşturduğu buğuya bir süre bakıp eliyle sildi ardından. Jongin ise her bir hareketini izleyip uygulayacağı stratejiyi tartıyordu kafasında. Çok ama çok uzun süredir bu anın gelmesini bekliyordu ve şimdi ellerinden kayıp gitmesine izin vermeyecekti.
"Onu çoktan buldum bile. İncheon yakınlarında bir köyde yaşıyor. Tek ihtiyacım olan onu ikna etmek."
Hayretle arkasına döndü uzun olan. İşte bugün beklemediği bir şey daha oluyordu.
"Buldun mu? Yıllardır insanların aradığı kişiyi buldun öyle mi? Woah! Jongin-shi cidden inanılmazsınız!"
Aniden saygı ekleriyle konuşup balkona çıktı ve bir sağa bir sola dönerek bağırmaya başladı kendi kendine ama Jongin'e gitmesi gereken sözlerdi bunlar aslında. Öyle hararetle girmişti ki kapı da ardından kapanmıştı. Ve Kim Kai buna dua ediyordu.
***
Gri saçlı çocuk ne yapacağını bilemez halde arabanın içinde bekliyordu. Günlerce uğraşıp kuruldan bu gösteri için izin toplamış, çalmadığı kapı kalmamıştı. Kyungsoo'yu bulmaktan bahsetmiyordu bile. Mahallesindeki herkese, şirketine, bazı arkadaşlarına kadar araştırma yapmıştı. Gazetecilerde olmayan bir şeye de sahipti o: Samimiyet. İnsanlar onun gözlerindeki parıltıyı gördükçe doğrular ağızlarından dökülüyordu. Biraz yönlendirme ve biraz araştırmayla da işte buradaydı. Bir yazlığın önünde.
Arabasını iki soldaki evin önüne park etmiş şüphelenmesinler diye. Şimdi ise onun içinden çıkamıyor, idolünün karşısına geçip ne demesi gerektiğini bilemiyordu. İşin en zor kısmı yeni başlıyordu. Kendisinden on yıl önce çıkış yapmış olan Kyungsoo, Jongin'in hem idolü hem sunbae'siydi. Ona duyduğu hayranlık, sesini ne kadar sevişi, gülümsediğinde kalbinde baharın canlanmasını saymıyordu bile. Bu adam onun için gerçekten özeldi. Jongin'in idol olmak istemesine neden olmuştu, hayallerinin peşinden gitmek istemesine. Artık kendisi onun için bir şeyler yapmak istiyordu. Üç yıldır onu görmemesi bir yana, güzel sesini saklamamalıydı hiç kimseden. Bu çok büyük ve üstü örtülmesi zor bir günahtı.
Sol tarafındaki denize baktı bir süre. Dalgaların kumları alıp götürdüğünü, sonra tekrar yerine bıraktığını görüyordu. Bazen şiddetli olanlar kıyıya vurduğunda bazı taşlar bile takip ediyordu onları. Kyungsoo'nun evinin tam önündeki tarafta büyük bir kaya vardı. Aşınmıştı çoğu kısmı, yosun tutmuştu bazı yerleri. Yine de hiçbir dalganın götüremeyeceği kadar kuvvetliydi. Derin bir nefes alıp kafasını dayadı direksiyona. Burnuna dolan lastik kokusuna rağmen düşüncelerinde kaybolmuştu. En sonunda o kadar çok boğulmuştu ki kafasını vurmaya karar vermişti oraya. Ancak çıkan korna sesiyle yerinde sıçradı. Tutma yerlerine vurup bir yerini kanatmayı ummuştu halbuki. Planının ters tepeceğini aklına getirmemişti.
Birkaç kişinin balkona çıktığını gördüğünde yüzünü saklamaya çalıştı fakat alttan alttan da Kyungsoo'nun bir tepki gösterip göstermediğine bakıyordu. Hiçbir hareket olmamıştı tek katlı evde. Aptallığının onu üzmemesine sevinip bekledi bir süre insanların dağılmasını. Ardından kendine yeter diyip çıktı arabadan. Otomatik kilitle onu kilitlemiş ve bahçesinden girmişti evin. Ufak eskimiş bir demir kapısı vardı bahçe girişinin. Kilitle değil manuel açılıyordu. Bahçenin ortasından ise taşlı bir yol uzanıyordu evin kapısına. Her iki tarafta da yetiştirilen şeyler vardı lakin ne olduklarını anlamamıştı Jongin.
Zaten pek de umurunda değildi.
Kapıyı çalıp açılmasını beklediğinde bağrı açık gömleğinin üstüne giydiği tek şey olan paltosuna sıkıca asıldı. Yine kahverengi tonlarında olan bu kıyafet koleksiyonunun vazgeçilmez bir parçasıydı. Önündeki kocaman üç düğmeden birini eline alıp oynamaya başladı gerginlikle. Karşılaşacağı cevaptan ölesiye korkuyordu. Fakat kapı açıldığında onu pijamaları içinde ufak bir adam karşıladı. Saçları dağılmış, yüzünde saat 12 olmasına rağmen uyanamamış bir ifade vardı.
"Sonunda geldin."
-Azra
Öyle heyecanlıyım ki yerimde duramıyorum. Resmî olarak başlıyoruz~
Beş bölümlük bu ufak ama keyifli olacağını düşündüğüm macerada bana katıldığınız için teşekkür ederim KaDi ile kalın!
Bu hikaye biriciğime, KaiSoo'larımın prensine Kim_Nini