Yıllanmış iskemlede otururken elinde tesbihi bir sağa, bir sola gidip geliyordu. Gözleri Pencerenin ahşap çerçevesinden bahçeyi süzerken; kuşların söylediği şarkılar bir hüzün kütlesine dönüvermiş, bu güzel bayram sabahında içine oturmuştu.
Ne zaman bu pencereden dışarı baksa böyle olurdu. Ama bugün bir başkaydı yakasına yapışan acı... Sahip olduğu kuvvet bu yükü taşımaya yetmiyor, yaşı da yük taşımaya el vermiyordu. Kolları iki yana düşerken gözünden de iki damla yaş düştü Salim Amcanın...
Koca salonda bir başına oturmuş, yalnızlığıyla türlü türlü iç geçiriyordu. Dış kapıda bir şenlik havası hükümran iken evlerine giden arkadaşlarının yüzlerinden okunan mutluluk yıllardır alışmaya çalıştığı buevinde oğlunu ve torunlarını hatırlatmıştı bir kez daha.
Kim bilir torunları şimdi bayramlıklarıyla ne kadar güzel olmuşlardı. Bayramlarca gittiği caminin avlusunda oğluyla bayramlaştığı, eve giderken yol üzerinde şekerlemeci Hamdi'den aldıkları fıstıklı lokumlarla eve gelişini, ailece yaptıkları bayram kahvaltılarını hatırladı. İçine oturan hüzün gözlerinden taşmıştı.
Derken tahta kapı gıcırdadı. Salona birinin geleceğini anlayan Salim Amca toparlanmaya çalıştı. Elinin tersiyle gözlerini sildi. Yüreğinin acılarını göstermelik bir tebessümün ardına gizledi. Ne de olsa bugün bayramdı.
İçeriye yirmili yaşlarda genç bir delikanlı girmiş, şaşkınlığını gizlemekten aciz kalmıştı. Salim Amca hafif bir öksürükle boğazını temizleyerek: "Hayırdır delikanlı, kime baktın?" diye sorarken, genci baştan aşağı süzmeyi de ihmal etmedi. "Amca ben üniversite öğrencisiyim. Adım Ali. Bu şehirde kimim kimsem yok benim. Bu bayram ailemin yanına gidemedim. Kendimce bir program yapmıştım. Bayram namazından sonra huzur evine gelecek, burada bulunan amca ve teyzelerin elini öpüp; bayramlaşacaktım." dedi.
Salim Amca pencerenin önünden kalkarak Ali'ye doğru yavaş adımlarla geldi: "Evladım, bu bayram herkes ailesinin yanına gitti, bir tek ben kaldım burada. Çocuklar gelecekti beni almaya. Gözlerim, saatlerdir bekliyorum gelmelerini ama bu vakitten sonra gelmezler."
Salim Amca bu sözleri söylerken, Ali fark etmişti Salim Amcanın ses tonundaki değişimi. Ortamı yumuşatmak için "Amcacığım, bayramlaşmadık." diyerek Salim Amcanın eline uzandı. Salim Amca yılların derin çizgiler nakşettiği elini hafifçe kaldırarak, Ali'nin mütebessim çehresini seyretti kısa bir süre.
Şahsi dolabına yönelip pembe çiçek desenleriyle bezenmiş şekerliğiyle bir şişe de limon kolonyası çıkardı. Genç misafirine ikram ederken: "Kusura bakma evladım, fıstıklı lokumum yok." dedi, hafifçe başını öne eğerek.
Ali ikram edilen şekerlemelerin tadına bakarken Salim Amca ile saatler sürecek bir sohbete oturmuşlardı. Ali arada dinliyormuş gibi yaparak Salim Amcanın bu güzel bayram gününde insanın yüreğini burkan hali için yapabileceği bir şey olup olmadığını düşünüyordu. Yapabileceği bir şeyler muhakkak olmalıydı.
Akrep ile yelkovan birbirlerini takip ededursun, saatler geçtikçe sohbet koyulaşmıştı. Ali ile Salim Amca sanki yıllardır tanışan iki dost gibi muhabbet demliyorlardı. Ali ile Salim Amca arasında bu ahval sürüp gider iken; telefon çaldı. Arayan Ali'nin ev arkadaşıydı. Nerde kaldığını soruyordu. Çünkü bayram namazı için evden çıkan Ali, hala eve gelmemişti. Ali geciktiğini anlamıştı. Artık gitmesi, Salim Amca'sına veda etmesi gerekiyordu. Salim Amca'yı burada tek başına bırakıp gitmeye de gönlü razı değildi.
Bu düşünceler zihnini işgale yeltenirken Salim Amcanın tok sesi böldü dünyanın en uzun cümlesi olan sessizliği: "Ali evladım; işin gücün vardır şimdi senin, saate bak; epey geç olmuş. Sen gidiver artık. doyum olmuyor."
Ali oturduğu yerden kalktı, başı hafifçe önüne eğildi: "Salim Amcacığım, ne olur sıkmayın canınızı. Ben sizi yine ziyarete gelirim. Hem fıstıklı lokum da getiririm size..." dedi. Son cümlede sesi titremişti. Salim Amca'nın elini öpmek için eğildi. Bir an çocukluğunda kaybettiği dedesini hatırladı. Bu koku dedesinin kokusuydu. Gözleri doldu.
Dedesi yıllar önce bir trafik kazasında kendisini bırakıp gitmişti. Bir akşam vakti, bahçede oynarken babası çağırmıştı içeri... Annesi ağlıyor, hıçkırıklara boğuluyordu. Bir şey söylemelerine gerek yoktu, anlamıştı anne babasının her daim mütebessim yüzlerindeki derin kederin kötü bir habere işaret olduğunu. Yine de "deden" demişti annesi... "deden kaza geçirmiş, oracıkta vefat etmiş. Hastaneye bile yetiştirememişler."
Yıllar geçmiş, Ali'nin yarası kabuk tutmuştu. Dedesinin kokusu ise hep kalmıştı canında... Hatırlayınca anıları yeniden tazelendi... Başını kaldırarak: "Rahmetli dedemin adı da Salim'di amcacığım" diyebildi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyazlamış Saçlar
KurzgeschichtenEğer hayatından,yaşantından mutlu değilsen bu hikayeleri okuduktan sonra bir daha düşün derim dostum.