Sıradan bir gün gibi evden çıkmış ve kasabalarındaki ikinci kez bakmaya değen tek yapı olan kuleye gelmişti. Kendini öldürmek için daha iyi bir yol düşünemiyordu. Ölmeyi hayal ediyordu, ölmeyi istiyordu, ölmeye hazırdı. Kuleye tırmanmaya başladı. Tamı tamına 1072 basamak.Bu kuleyi kimin ne zaman ve ne için yaptığı bilinmiyordu. Kimileri bulutlara bir saray inşa etmeye çalışan deli bir adamdan bahsediyordu. Kimileri ise tanrıların evinin eskiden orada olduğunu fakat insanların yaptıkları yüzünden,umutları da alıp gittiğini ve onları acılarıyla baş başa bıraktığını söylüyordu. 1036, 1035, 1034... Adımlarını hızlandırdı, ölmek için sabırsızlandığından değil de geri dönmekten korktuğu için. Ne kadar yükseğe çıkarsa, geri dönmek fikri o kadar cazip gelecekti. Bu yüzden bir an önce tepeye varmalıydı. 982, 981, 980... Babası ve annesi pek umurunda değildi fakat geride bırakacağı küçük kardeşini düşünüyordu. Bu hayatta onu yapayalnız bırakacaktı.Abisinin yokluğunda ne yapacaktı acaba? O da 18 yaşına geldiğinde, abisini örnek alıp intihar edecek miydi? Şimdi 4 yaşındaydı, belki hatırlamazdı bile onu. Acaba ağlar mıydı arkasından? 600, 599, 598... Basamaklar dikleşmeye mi başlamıştı yoksa ayakları adım atmayı reddetmeye şimdiden mi başlamıştı? Aşağı baktığında köyünün bayağı küçüldüğünü gördü. Hep karanlıktı köy, bulutların dağıldığını kimse hatırlamıyordu. Güneşi görmemeye o kadar alışmışlardı ki,varlığından şüphe etmeye başlamıştı insanlar. Yine de onun orada olduğunu biliyordu, hissediyordu. Belki yukarı çıktığında görürdü güneşi. Belki de vazgeçerdi, hala umut var diye. 102, 101, 100... Bitti işte. Başarmıştı, tepeye gelmek üzereydi, azıcık daha hızlandı ve bir çırpıda bitirdi kalan basamakları.Basamaklar bitince, dümdüz yuvarlak bir alan onu bekliyordu. Hatırladığı gibiydi her şey. Son basamak ise tek başına duruyordu hala yerinde. Boşluğa açılan son. Bulutlar etrafı kaplamıştı, hiçbir şey gözükmüyordu. Son basamağın üstüne çıktı, artık bitmeliydi. Aşağı baktı ama bulutlar o kadar yoğundu ki aşağıdaki basamaklar bile gözükmüyordu. Yüzünü yuvarlak alana doğru çevirdi.Ölüme bakarak atlayabilecek cesareti yoktu. Gözlerinin göreceği son şeyin gökyüzü olmasını istiyordu. Ayaklarını yavaşça iyice kenara getirdi. Artık ayaklarının yarısı dışarıdaydı. Ölümle arasında iki santim vardı. Derin bir nefes aldı ve kendini bıraktı...
Gözlerini açtığında karşısında dazlak bir adam duruyordu. Hayretler içerisinde ona bakıyordu. Ayağa fırladı bir anda. "Öldüm mü?" diye kulağa saçma gelen bir soru sordu. Adam hiç kıpırdamadan, gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde ona bakmaya devam ediyordu, çocuğun sesini duyunca o da tuhaf cümleler kurmaya başladı "Sen buraya nasıl geldin? Yıllardır buradan çıkabilmenin yolunu arıyorum. Buranın kapısı yok. Giriş yok, çıkış yok. Ölemiyorum bile. Nasıl geldin ki buraya? Ben mi öldüm yoksa?" Anlayamayan gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Çocuk bu duruma dayanamayıp gözlerini adamdan kaçırdı ve etrafa bakmaya başladı.Yuvarlak bir odaydı burası, tahminen kulenin genişliğinde. Bir tarafta büyük bir makine vardı. Başka da hiçbir şey yoktu burada. Adama bakmaya başladı tekrar, turuncu bir cüppe giymişti. Saçlarının olmaması dışında hiçbir özelliği yoktu bu adamın. Acaba bu adam Anubis miydi? Onu sorgulayıp, kalbini yarıp, bir tüyle tartacak olan? Çakal başlı olması gerekmiyor muydu? Adam durduğu yerde kendi kendine konuşmaya devam ediyordu. Çocuğa bakıyordu ve hareket ettikçe korkuyordu. Makineden bir ses geldiğinde, adam bir anda hareketlenip makineye doğru gitti ve onu kurcalamaya başladı. Hafif bir vınlama sesi geliyordu makineden. Duvarın içine gömülüydü bir kısmı. Duvardan dışarı uzanıyordu büyük ihtimalle. Bir anda bir tıslama sesi geldi ve bir kapak açıldı. Kapaktan içeriye beyaz bir duman girdi ve camdan bir tüpün içinde doldu. Cam tüpün yanındaki bir çubuk masaya vurmaya başladı. Belirli bir e değildi, mors alfabesi gibi bir şeydi. İki dakika sonra masaya vurma işlemi bitti ve dazlak adam bir vanayı çevirdi. Cam tüpün tepesi açıldı ve başka bir borudan ilerlemeye başladı. Çocuk meraklı gözlerle izlemeye devam ediyordu. Bu sırada bir kapak daha açıldı ve duman başka bir cam tüpe doldu ve duman kararmaya başladı. Aynı anda cam tüpün altından bir su damlamaya ve bir kaba dolmaya başladı. Duman iyice karardığında başka bir kapak açıldı ve kararmış duman gözden kayboldu. Adam günlerdir bir şey içmemiş biri gibi suya saldırdı ve tek bir damlayı israf etmeyecek şekilde içti. Neler olduğunu anlamaya çalışan çocuk, varsayımda bulunamayacak hale gelmişti. Aklı almıyordu. Dazlak adama sormaya karar verdi "Bu da neydi?"Dazlak adam suyu içtikten sonra rahatlamış gibiydi ve sakin bir sesle konuşmaya başladı.
"Sanırım ne sen öldün, ne de ben öldüm. Sen buraya geldin bir şekilde. Nasıl yaptın bilmiyorum ama geldin. Bana buraya nasıl geldiğini anlatırsan her şeyi açıklayacağıma söz veriyorum" dedi ve beklemeye başladı. Çocuk anlattı, adam dinledi ve hikâye bittiğinde duyduklarına inanamadı. Her şey o kadar sıradışı ilerliyordu ki! Adam daha fazla kafasının karışmasına izin vermeyerek, kendi hikâyesini anlatmaya devam etti. "Ben yıllardır burada yaşıyorum. Tam olarak kaç yıl olduğunu bilmiyorum ama çok uzun bir zaman olduğundan emin olabilirsin. Yıllardan beri beslendiğim tek şey az önce gördüğün suydu ve o su, bir insanın hayaliydi. Kendi hayalimi arıyorum içlerinde yıllardır fakat onu henüz bulamadım. Geri kalan hayallerden ise besleniyorum. O duyduğun masaya vuruşlar, özel bir alfabe. O hayalin ne olduğunu anlatıyor bana ve ben umutsuzca kendi hayalimin gelmesini bekliyorum.Bu makineyi kimin yaptığını bilmiyorum. Ben miydim? Bir başkası mıydı? Buraya nasıl geldim hiç bilmiyorum ama yıllardır, hiç yaşlanmadan bu işi yapıyorum.İnsanlar eskiden daha çok hayal kurardı ama şimdi günden güne azalıyor. Bundan önceki hayal bir gün önce gelmişti. Eskiden dakikada iki, üç tane geldiği oluyordu. Güçten düşmeye başladım, bedenimi dinç tutan tek şey bu su." Çocuk şaşkına dönmüş ve neler olduğunu biraz da olsa kavradığını düşünüyordu. "Sen benim kasabamın hayallerini yok ediyorsun! Benim hayallerimi! Onları kendi çıkarların için kullanıyorsun ve biz yıllardır mutsuz ölüyoruz. Senin yüzünden intihar ettim ben. Geçmişimi ve geleceğimi kararttın. Nasıl yapabilirsin bunu? Kasabadaki yüzlerce insan, senin yüzünden sefil bir hayatı yaşıyor. Buna bir son vermeliyim." Makinenin yanına gidip onu parçalamaya çalıştı. Bir parçası bile yerinden kıpırdamıyordu. Alfabeyi oluşturan çubuk bile kımıldamıyordu."Makineyi yok edemezsin. Çok denedim, olmuyor." "O zaman seni yok ederim bende." Çocuk arka cebinden çıkardığı çakısını hızlı bir şekilde açıp, dazlak adamın karnına sapladı. Dazlak adam dizlerinin üstüne düştü. Hiç karşı koymamıştı. Turuncu cüppesi kanla lekelenmeye başlamıştı. Elleriyle yarasına bastırıyordu ama yüzünde korkudan eser yoktu. "Ah, anlıyorum şimdi. Sen benim hayalimi gerçekleştirecek olansın. Teşekkür ederim, teşekkür ederim... Yıllar önce ölen hayatımın aşkını geri getirmeye çalıştım bu kadar yıl boyunca. Onu diriltmeye çalıştım. İnsanların hayallerinde bunu aradım fakat asla bulamamıştım, şimdi anlıyorum sen benim hayalimi gerçekleştirmek için geldin.Benim ona kavuşmam bir tek böyle olabilirdi. Şimdi anlıyorum evet! Teşekkür ederim." Yanaklarından yaşlar süzülerek, öldü. Çocuk elindeki çakıyı atmıştı çoktan. Dazlak adam son nefesini verdiğinde, yer sarsılmaya başladı. Kulenin duvarları yıkılmaya başladı. Efendisini kaybeden kulenin bir amacı kalmamıştı artık. Yıkılmakta olan kulenin bir taşı kafasına çarptı ve kendinden geçti.
Üzerinde bir sıcaklık hissedip gözlerini açtığında, yatağında yatıyordu. Pencereden yüzüne vuran ışığı fark etti. Bu güneş olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1072
Fiksi UmumKafasını kaldırıp karanlık gökyüzüne doğru baktı. Bir an başının döndüğünü hissetti. Bunu yapabilecek miydi? Gözleri daha sonra karşısında duran devasa yapıya kaydı. Döne döne yükselen merdivenleri olan bir kule.Sarmaşıkların istilasında, kararmaya...