Zaman, biz daha ne olduğunu bile anlamadan yanımızdan gülümseyerek geçerken, kırışmış yüzümüzle bile karşılık veremeyecek hale getirir insanı. Tam üç yıl önce geçmişimden kaçıp eş zamanda yeni bir başlangıca adım atarken güzel günlerin çabuk solacağı aklımın ucuna gelmezdi. İnsan hamile olduğunu sevdiği adamdan saklar mıydı? İçimde henüz filizlenen bebeğimi taşırken şimdiden onu kaybetmekten korkuyordum. Hem de öz babasından. Onun yaşadığı bu mide bulandırıcı bataklıkta bebeğim asla büyüyemezdi. Beraber olduğu kadınlara yaptığı aklıma gelince korkum ikiye katlandı. Diğerlerine olduğu gibi benim bebeğime de zarar vericek olursa, işte o zaman buranın soğuk havasını ateşimle söndürür, elimden geldiğince onun hayatını yakar ve küllerini ona yedirirdim. Bunu yapardım çünkü benim hayatımda güzel olan tek şey, şuan karnımdaydı. Ve babası her ne kadar kötü olursa olsun bir aile içinde huzurla yaşamayı hakediyordu. Ve bunu sağlamak için herşeyi yapardım. Sonunda ölsem bile bebeğim hayatta kalacak, sıcacık bir aile hayatı içinde huzurla büyüyecekti.
Kalabalığın arasında ilerlerken bir sürü iğrenç koku birbirine harmanlanmış şekilde yüzüme çarpıyordu. Yüzüm buruşurken midemin bulanmaması için içimden duâ ediyordum. Elbisemin darlığı yüzünden nefes almakta zaten zorlanıyordum bir de bununla baş edemezdim. Adımlarımı hızlandırdım ve sonunda aşinası olduğum görüntüyü görmemle duraksadım. İlk günkü gibi onu süzdüm nedensizce. Hâlâ aynı heyecanı kanımda hissediyorken ona olan sevgimin gram azalmadığını hissettim. Soluk buğday teninin dağınık siyah saçlarına ne kadar yakıştığını düşündüm. Ela gözleri, biçimli dudakları, her yerinde anlamı olan dövmeleri, vücudu, tarzı... O herşeyiyle çok fazlaydı. Özellikle de zekâsıyla. Kalabalık etrafını sarmışken üstüne çıkmak üzere olan striptizci kızı beni görmesiyle üstünden attı. Yere düşen kız utanmadan hala ona sırnaşıyordu. Ama gözü orada aklı bambaşka yerdeydi. Bu aralar çok fazla düşünür olmuştu. Sinirlenmeye başlamıştım ki sonunda benim varlığımı hissetti ve gözlerimizin buluşmasına izin verdi. Gözünde farklı olduğumu biliyordum. Belki bana aşıktı ama gördüklerim ve bana yaşattığı ağır trajik olaylar neticesinde onun bir ruh hastası olduğu kanısındaydım. Uzak durmaya çalışsamda beni kendine mühürlemişti. Bakışlarım vücudunda dolanırken elinde ki birada gözümden kaçmamıştı.
Dar beyaz sporcu atleti ile vücut kasları ön planda olsa bile en dikkat çekiçi yanı çoğu yerine yaptırdığı ve her birinin anlamı olan dövmeleriydi. Koyu kestane kot pantolon ise bacak kaslarını ortaya seriyordu. Yüzüne baktığımda gözlerinin koyulaşırken gördüm ki bu aklımdan geçenleri anlamaya çabaladığının işaretiydi ve anında hamile olduğumu unutmaya çabaladım. Deli gibi korkuyordum anlar diye. O ben daha cümlemi söylemeden yüzüme çarpıyordu. Çünkü o bir avcıydı. Kendi türüne ihanet eden bir avcı. İnsanlardan saklanan bir türdü ama ben bütün sırlarını biliyordum. İçimi, aklımdan geçen her bir harfi benden önce biliyordu. Bazen öldürme girişiminde bulunuyordu ama gözlerini gözlerime diktiğinde vazgeçiyordu. Herkesten sakladı beni, var olduklarını bilen, sıradan bir insanoğluna beslediği duygular yüzünden. Onlara Zekter'lar deniyordu. İnsanlar için tehtid olarak görülüyorlardı ve üst mevkidekiler onları teker teker infaz etmek için 'Avcı' diye isimlendirdiği bir gruba eğitim verip üstlerine salıyordu. İnsanların yönetebilmek ve aklını okuyabilmek normal yetenekleriydi ve daha sınırsız güç yeteneğine sahiplerdi. Aynı gezegen üzerinde var olsak bile onlar yok olmaya mahkum olmuşlardı. İçlerinde kötülük barındıranlar olmasaydı zamanında insanlarla beraber iç içe yaşabileceklerdi. Artık saklanmak zorunda kalarak yaşamlarını sürdürürken Sercan avcı olarak yetiştirildi. Babası onu evlat edinirken herşeyin farkındaydı ve bir Subay olarak onu 'Avcı' yetiştirme kampına göndermişti. Ona kendisinin ne olduğunu anlatmış ama herkesten saklamıştı. Seçme hakkı varken bile o avcı olarak kendi ırkını yok etmeye çoktan karar vermişti. Ona kendi türdeşlerini o kadar kötü anlatmışlardı ki bazen kendinden nefret eder olmuştu.
"Nereye?" sorusu ile afallarken kendime sahip çıkmaya çalıştım. Zihnimi kontrol altına alıp sadece bilmesi gerekenleri yüzeye çıkarttım. Dersimi almış ve bu tür akıl oyunları üzerine çalışmalar yapmış ve başarılı olmuştum. Onun türü benimle baş edemezdi. "Biliyorsun. Esin evleniyor." dedim gözlerimi devirirken. Omuz silkti sadece. 'Bir sene orada olacağım' diye içimden geçirirken kaşları aynı anda çatıldı. "Hayır!" sesini yükseltirken bir kaç göz bize dönmüştü. "Evet!" dedim aynı tonda. İzin vermesi umrumda değildi. Yanına yaklaştım ve tanıdığım o kendine has erkeksi kokusunun burnumu doldurmasına izin verdim. Herşey üçümüzün iyiliği içindi. Boynuna sarılırken o da bana karşılık verdi. Belki gitmemem gerekiyordu. Belki ona baba olacağının müjdesini vermeliyim ama yapamıyordum. Sadece bebeğimi kaybetmekten korkuyordum. Benim gibi aile kavramının ne olduğunu bilmeden yaşamasını istemiyordum. Ne kadar aşık olduğum adamın bebeğini taşısamda onun bir baba olamayacağını da biliyordum.
"Gitmeliydim." dedim ondan bir iki adım uzaklaşırken. Yüzünde daha önce görmediğim bir ifade yer alırken panik duygusu vücuduma yayıldı. Gözlerime doğru odaklandı daha sonra. "Çabuk gel, benim deli sevgilim." dedi git gide kısılan sesiyle. İçimde bir yerin sızladığını hissettim ve dayanamayarak hızlıca yanağından öptüm. Arkamı dönüp giderken sesi kulağıma ilişti. "Dikkatli olun."
*****
Yeşil yakut gibi parlayan gözlerine doğru baktım. Kiraz gibi dudakları kar beyaz teniyle kucağımda ki dünya güzeli, benim kızım mıydı? Kararımdan vazgeçmiş bir şekilde bebeğimi alıp Sercan'ın yanına gitmeyi planlıyordum ama bir yanım hep beni durduruyordu. Bırakamazdım. Ben onun annesiydim. Dokunmaya bile kıyamadığımı bilmediğim bir aileye nasıl teslim ederdim.
-Evet. Bu bölüm güncellenecektir. Daha yarısı yazıldı.