Sıcakladığımı hissediyordum ve nefesimin daraldığını haberdar eden beynimle, gözlerimi açıp kurtulmak istercesine çırpındım. Başım ortadan ikiye ayrılacakmış gibi sızlıyordu. Yumuşak bir yerde yattığımı farketmem çok uzun sürmedi. Elimi alnıma doğru götürürken, elime değen ıslaklıkla kamyon dolusu eşya yüklenmiş gibi ağırlaşan göz kapaklarımı açmaya çalıştım. Kısık gözlerimi rahatsız eden ışığa bir süre alışmaya çalıştıktan sonra, elimi gözlerime siper ederek etrafa baktım. İlk önce ahşap tavan selamladı beni. Sağıma döndüğümde parlayan orman manzarasını gözler önüne seren büyük bir pencere, ahşaplardan uzanan duvarın bitiminde ise şömine vardı. Şömineden yükselen alevler yeterince terlememin sebebiydi. İncelemeyi kestim. O yaratığın nerede olduğunu bilmiyordum. Odada gözlerimi gezdirirken, alnımdaki ıslak bezi beyaz yatağa attım. Onu başıma ne zaman koyduğunu bile bilmiyordum. Buradan hemen çıkmalıydım. Üstüme baktığımda montum üstümde değildi, ince yeşil kazağım ve pantalonumlaydım.Kafam yerinde değildi. Gece olan şeyleri düşündükçe, sıyıracağımı hissediyordum. Böyle bir şey olamazdı.
Yorganı tekmeliyip ayağa kalktım, gözlerim bir an karardığında yatağın yukarı doğru uzanan demirlerine tutundum. Parmak uçlarımla yükselerek yürüyordum. Tek bir ses bile çıkarmamaya özen gösterdim. Odanın içindeki koyu yeşil kapıya ulaştığımda, dikkatlice kulpunu aşağı indirdim. Korkum yine artmaya başlamıştı aynı zamanda deli gibi terlemeye devam ediyordum. Odadan dışarı çıktığmda fazla uzun olmayan bir koridor, koridorun sonunda ise aşağı inen merdivenler karşıladı beni. Derin bir nefes alarak koridorun sağında ve solunda bulunan odanın kapalı kapılarına bakmadan adım atmaya devam ettim. Merdivene ulaştığımda ayağımın altındaki zeminden bir çatırdama yükseldi. Gözlerimi kapatıp bir süre bekledim, en azından evin içinden farklı bir ses duymayı bekledim. Hırıltılı nefes alışverişlerim dışında başka hiçbir ses duymadım. O canavar muhtemelen evde değildi. Belki de suç işlemekten vazgeçip, beni burada bırakarak kaçmıştı.
Merdivenlerden yine de tedirginlikle inmeye devam ettim. Alt kata inen yuvarlak merdivenin son basamağında durup, etrafı kolaçan ettim. Büyük bir salon ve hemen yanında birleştiği mutfak. Evin kapısı hemen karşımdaydı. Hiçbir yerde yoktu. Bu rahat bir nefes almamı sağlasa da hâlâ korkuyordum. Elimi nemlenen saç tellerimden geçirip, hızlı adımlarla kapıya ulaştım. Kapı kulpunu aşağı indirdiğimde, kilitli olabileceği aklıma gelmemişti. Yine de bir umut kola bir kez daha asıldım. Gözlerim aniden dolarken, saçlarımı savuran rüzgarla yavaşca arkamı döndüm.
"Sen hep kaçarken veya korkarken bu kadar tatlı mısın?" Kim Jongin salondaki koltukta otururken, bana parlak bir gülümseme gönderdi. O koltuğun az önce boş olduğuna emindim.
"Bırak gideyim." dedim çatallaşan sesimle. "Yalvarırım, gitmeme
izin ver.""Kyungsoo, bana kendimi kötü adam gibi hissettirmeyi bırak." Ayağa kalktığında, kapı kulpunu açmak için bir kez daha indirdim. "Şu haline bak, öldüremeyeceğim kadar güzelsin." Bana yaklaşmaya başladığında kapı kulpunu bırakıp mutfağa doğru koştum. "Yavru ceylan gibi oradan oraya sekmen hoşuma gitse de, korkudan tekrar bayılmanı istemiyorum."
Mutfağa kendimi attığımda, gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Tezgahın üstünde duran bıçaklardan birini elime aldığımda, kapı pervaza yaslanmış bana yüzündeki gülümseyle bakıyordu.
"Elinde ki bıçakla ne yapacaksın, bebeğim?" Üstüme doğru yürüdüğünde kendimi cesaretlendirmeye çalıştım. Ağlamayı kesmeli ve ona direnmeliydim. "Uzak dur!"
Bağırmam, onun bana doğru gelmesine engel olmadı.
"Eğer yaklaşırsam ne olur?"
"Seni öldürürüm!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
delirmeye çeyrek var
Vampiros"evet, sarhoşsun." dedi kalçalarından kavrayan ellerin sahibi. "bu gece ayrı bir hoşsun."