Okulun ilk günlerindeki gibi kokan sigara dumanının aksine, hafif bir parfüm kokusunun kapladığı ferah tuvalette, aynanın karşısında kravatıyla uğraşıyordu. Kep töreninin biraz sonra başlayacak olması elinin ayağına dolaşmasını sağladığından bir türlü bağlayamıyordu boynundakini. Pes edermişçesine yorulan zayıf kollarını iki yanına sarkıtırken aynadan gittikçe küçülmüş bedenini seyredaldı bir süre.
Zaten ince olan vücudu, son olanların ardından iştahının kesilmesiyle iyice zayıf düşmüştü, olabildiğince yemeye çalışsa da pek işe yaradığını düşünmüyordu. Ona ihtiyacı vardı ve gururu bir türlü atacağı adıma izin vermiyordu. O günden sonra hayatındaki tek rengin Jungkook olduğunu öğrenmiş ve eski rengine, piyanoya tekrar kendini vererek okuldaki orkestraya büyük katkılarda bulunmuştu. Eh, en azından bir yönden mutluydu.
Aniden açılan kapıyla irkildi ve aynadan kendisine doğru gelene verdi dikkatini. Gelen, son zamanlarda en yakını olan Hoseok'tu.
"Hâlâ burada dikildiğine inanamıyorum, sorun ne Yoongi?" Siyah saçlı, küçük bir çocuk edasıyla dudak sarkıtırken Hoseok'a döndüğünde ona beklentiyle bakan genç, hala bağlanmamış kravatı fark edip ona yönelmişti çoktan. Gözlerini devirerek Yoongi'nin boynundakiyle uğraşırken diğer yandan da yakınmalarını dinledi.
"Halime bak, bitmişim ben Hoseok. Bu kadar mı acınasıyım ben? Birinden sonra böylesine yıkılacak kadar..." Hoseok, Yoongi'yle geçirdiği o kadar zamandan sonra onu gerçekten bir arkadaşı olarak görmeye başlamış ve hatta Jungkook'un bazı isteklerini yerine getirerek ilişkilerindeki o zayıf köprü olmuştu. İkisi de köprünün yıkıldığını sansa da, duyguları ilk günkü gibi tazeydi.
Hoseok burukça gülümsedi, "Biri dediğin, hâlâ aşık olduğun insan, sıradan birisi değil. Keşke şu gereksiz gururun olmasa Yoongi."
Haklıydı ve siyah saçlı olan da bunu gayet iyi biliyordu. Kravatının ardından lavabo tezgâhına özensizce atıldığı belli olan kepi alıp özenle yerleştirdi Yoongi'nin kafasına.
"Hey, gözlerim! Saçlarım gözlerimi acıtıy-" Aniden açılan kapıyla ikisinin de tüm dikkati oraya kesilmişti, gelen kişi anında ortamdaki gevşek havayı değiştirmiş odadaki herkesi farklı duygulara itmişti. Birisi tedirginlik, birisi ise aynı anda onlarca duygu hissediyordu.
"Namjoon hyun- Hoca kep töreni için çağırıyor."
"Tabii, hemen geliyoruz Jungkook." Hoseok telaşla cevapladı. İşte Jungkook'un korktuğu buydu: En fazla güvendiği hyungunu bile kıskanacak duruma gelmesi. Psikolojik gücünü sımsıkı sıktığı yumruklarından alırken her zamanki gibi gözlerini o hariç her yerde gezdiren Yoongi'nin yanından geçip yüzünü yıkamak amacıyla yanlarındaki lavaboya ulaştı. O kadar zaman geçmişti ki onu hissetmeyeli... Yanından geçişi, yakınında hissedişi bile kalbinin yerinden çıkacakmışçasına atmasına sebep oluyordu. Ona dokunmak, kim bilir Jungkook'u ne hale getirecekti?
Kim bilir Yoongi'yi nasıl öldürecekti?
* * *
Saatler sonunda her şey bitmiş ve geriye sadece eğlence kalmıştı. Eğlence... Jungkook o kadar değişmişti ki, artık tek eğlence kaynağı sevgilisiyle olan anılarına bakıp gözlerinden yaşlar akarken, bazen komikliklerine karnını tutarak gülmesi, bazen ise özlemine ağzını kapatarak hıçkırmasıydı.
Deli gibi özlemişti.
Cesaretini topladığı an telefonunu sertçe kavrayıp yine o sahte hesaptan yaptı teklifini. Yüzüne henüz bakabileceğini sanmıyordu, hele bir teklif ölümüne sebep olabilirdi.
SarangMeHyung:
Sözünü tutacak mısın?MinSuga:
Tabii ki, korkak.Hyungunun sandalyesine baktığında kimsenin oturmadığını görmüş ve içini büyük bir korku kaplamıştı. Yoksa sadece başından savmak için mi, diye düşünmeden edemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Give it to Me//YoonKook Texting ✓
Fanfiction25/09/2017 MinSuga: Onu bana geri ver, Kalbimi.