Bir insanın ruhsal değişimi birçok açıdan zor görünürdü gözümüze. Belki şans verirdik vermesine fakat çoğunlukla hüsranla sonuçlanırdı her şey. Herhangi bir kişilik özelliğini değiştirmek bağımlılıkla mücadeleye eşdeğerdi, her şeyin bittiğini düşünürken başa sarması an meselesiydi. Bırakmak, değişmek için güçlü sebepler gerekirdi ve hatta bir travma... İşler genelde de böyle yürümez miydi zaten? Elimizdekinin kıymetini kaybedince anlayan, korktuğumuzu yaşayınca önlem alan bir toplumduk. Tam da bu yüzden, ruhsal bir değişim için en kuvvetli sebep bir travma ya da unutulmayan bir korkuydu.
Şimdi kucağında dağılmış beyaza dönük sarı saçları şefkatle okşayan beden, Jeon Jungkook da değişmişti. Onu değiştiren ne bir travma kadar etkilemişti onu, ne bir korku kadar kolayca yenebileceği bir şey değildi. Babasının ona ilk dokunduğu an yanlış olanı yapmış, ondan nefret etmek yerine kendinden nefret etmişti. Derler ya, kendini sevmeyen kimseyi sevemez diye. Yalandı o söz.
Jeon Jungkook, kendinden nefret ederken hem aşık olmuş, hem de aynı adamdan kendini sevmeyi öğrenmişti. Onun söylemiyle "kalbini çaldığı" Min Yoongi, herkesin sandığından çok daha büyüktü onun gözünde. Bu haksızlık, diye düşünmeden edemiyordu. Onun kendindeki değerinin farkında olmaması, asıl hikayeyi üstünkörü bilmesi ve buna rağmen kurcalamaması haksızlıktı. Jungkook, onun canını sıkmak istemese de ilk ve son olacağını umduğu ayrılıklarının sebebini bilmesi gerekirdi. Tam bir aptal gibi davrandığı zamanları ergenliğine vermiş olması ikisine de inandırıcı gelmiyordu, gelmemeliydi.
Yedi kişilik arkadaş grupları arasında verdikleri karar sonucu Jimin'in merkez dışında, sakin yerdeki evine gelmişlerdi. Kıştan yeni çıkmaya başladıklarından rüzgâr hâlâ daha serin esiyor ve önlem almazsanız sizi hasta edebiliyordu. Ev ise her açıdan harikaydı; dekorasyonu, geniş bahçesi ve içine yeterli oda sığacak kadar olan genişliği... Bahçe bu gündüz saati için favorisiydi salıncakta uzanan çiftin.
Yoongi, Jungkook'un bacaklarına kafasını yaslamış, uzanırken saç telleri arasındaki ellerle çoktan mayışmış görünüyordu. Ellerin sahibi ise yüzünden silemediği içten gülümsemesiyle onu izliyordu. Gevşemiş kaşları bu sefer saçları kapatmazken, göz kapaklarının yavaşça aşağı yukarı sallanmasıyla savrulan kirpikleri kalbini titretiyordu Jungkook'un. Böyle bir güzelliği hayatı boyu saklamak ve korumak istemekten alamıyordu kendini.
"Jungkook?" dedi Yoongi soru soran bir ses tonuyla. Kafasını hafifçe çevirip Jungkook ile göz göze gelmelerini sağladı.
Beraberlikleri bir seneyi aşmış, birkaç kere sendelese de sonuç olarak bu salıncakta huzurla baş başa kalmaya kadar gelmişti. Huzur ise, sanılanın aksine etrafın sessizliği ve doğayla baş başa olmaları değil, birbirlerinin kalplerini hissedişleriydi. Aşk denilen duygu bu olsa gerek, diye düşünüyordu Yoongi. Diğer kıza olan duyguları, gerçek aşk sandığı duygu takıntıdan başka bir şey değildi ve bunu anlaması, yaralarını sarması Jungkook sayesindeydi.
O hayatına girdi gireli, acı çekmiş de olsa, gerçek huzuru bulmuştu. Bu duygunun ömrü boyunca kalbinde konaklamasını kim istemezdi ki?
Jungkook bir mırıltıyla karşılık verdiğinde, "Birlikte bir gelecek düşünüyor musun?" diye sordu Yoongi yüzünü tamamen sevgilisine çevirerek. Kollarını hafifçe bükmüş, Jungkook'un kapişonunun ipleriyle oynuyordu. Sorusu siyah saçlı gencin kaşlarını çatmasını sağlarken, bu görüntü yüzüne yerleşen samimi bir tebessüme yol açmıştı. Dudakları hafif aralık ve yanakları yukarıdan daha sıkılası dururken bir kedi edasıyla iplerle uğraşması şirindi.
"Sen düşünmüyor musun?" derken yüzündeki sahte kızgınlıkla yavaşça üzerine eğildi dizindeki suratın. Yoongi gözlerini pek içten olmayan bir şekilde devirirken eğilmiş bedenin tekrar geriye doğru yaslanmasını sağladı ve eski pozisyonuna geri dönüp yüzünü büyük bahçeye çevirdi, ardından mırıldandı usulca, "Neden sorduğumu sanıyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Give it to Me//YoonKook Texting ✓
Fanfiction25/09/2017 MinSuga: Onu bana geri ver, Kalbimi.