Bir: Tanrı Hırsızı

11 1 0
                                    


Motorumu özenerek kapalı otoparka park ettikten sonra kaskımı çıkarttım ve omzumu geçmiş uzun saçlarımı savurdum. Gülümsedim. Bunu her fırsatta yapmayı seviyordum. Kask elimde otoparkın asansörüne doğru yürürken aynı zamanda kulaklıkları kulağıma takmaya çalışıyordum ama nafileydi, birbiriyle çatışmaya girmiş ve iki tarafta mağlup olarak birbirlerine karışmışlardı.

Kulaklığı çözüp kulağıma takmaya çalışırken elimden telefonun aniden yok olmasına şok oldum kısa bir süre. Birkaç saniye sonra kendime geldiğimde ileriye doğru koşan bir adamı gördüm ve elimde taşıdığım kaskla koşarak adama yaklaştım. Ama ona yetişemeyecektim ve bunun bilincinde olarak onu yavaşlatmak ya da durdurabilmek için bir yol arıyordum. Etrafa hızlıca bakınca fazla zamanım olmadığını hatırlayarak kulaklığı kulağımdan çıkararak birkaç metre önümdeki adama doğru fırlattım ve aptallığıma karşı hırlama benzeri bir ses çıkarınca adam kafasını yavaşça çevirip göz ucuyla baktı bana tam o anda elimde tuttuğum ağır kaskı hatırlayıp adamın kafasına fırlattım.

O sırada kafası hafif de olsa bana dönük olduğu için sağa doğru ilerleyerek koşmaya devam etti ama aynı zamanda önündeki duvara çarpıp yere düştü. Hızlandım, tabi ne kadar olursa, ve hala yerde yatan adama göz attım.

Sol gözünün altı morarmış ve iki kaşından da aşağıya doğru akıp kurumuş olan kanı görünce ağzım şaşkınlıkla açıldı. Gözleri hala kapalıyken başını yere vurmuş olabileceğini düşünüp eğildim ve yavaşça kafasını ellerimle tuttum. Elime değen sıcak sıvının kan olduğundan emin olmak için sağ elimi kafasından çekip elime bulaşan kana baktım. Diğer elimi de kafasının altından çekmeden önce yavaşça kafasını yere bıraktım. Elinde tuttuğu telefonuma yönelip almaya çalıştım ama nafileydi, sıkıca tuttuğu telefonumu almak için sertçe elinden çektim ve hala yanına çömelmiş olduğumdan popom yere çarptı.

''Ah!''

Sinirlendim, ''Ambulansı arayacakmışım bir de! Hırsızın hayatını kurtaracağım da n'olcak?'' ayağa kalktım ve yerden kaskımı aldım. Ayakta durup baygın, belki de ölmüş, bedenine bakarken kocaman bir of çekip, ''Pekala, sadece vicdanım için.'' ambulansı tuşlayıp açılmasını bekledim, birkaç saniye sonra açılınca, ''Alo ben-'' sözümü yerde yatan adam kesmişti, 'hayır. ambulansı aramayacaksın.' gözlerinin içine bakarken kafamı olumsuz anlamda salladım.

Kaşlarını çatarken acımış olmalı ki anında kaşlarını serbest bıraktı. Birbirine karışmış saçlarına bakarken tekrar konuştu, ''Kapat telefonu.''

''Ben şey,'' ambulansı saçma sebeplerinden arayan insanlar aklıma gelince hızla içinden birisini seçip devam ettim, ''Ben havuç çorbası yapacaktım da, yeni evlendim malzemeler neler nasıl yapmalıyım bilmiyorum. Kocamı güzelce doyurmak istiyorum.'' dedim. Telefonun karşısındaki adam bıkmış bir şekilde, ''Bakın, siz böyle gereksiz bir şey yüzünden 112'yi meşgul ederken kaç insan ölümle savaşıyor ve-'' konuşmasını böldüm ve, ''Tarif vermiyorsanız kapatıyorum.'' dedim ve konuşmayı bitirip telefonu cebime koydum.

Ona döndüm, gözleri kendi üzerinde dolaşırken, ''Burada böylece kalıp ölmeni izleyecek değilim, kalkabilecek durumda mısın yoksa destek vereyim mi?'' dedim.

''Gerek yok.'' dedi ve kafasını kaldırmaya çalışamadan otopark onun acı bağırışıyla doldu ve yanına gidip başına ellerimi koyarak yavaşça kaldırmaya başladım. ''Biraz acıyacak, kafanı kıpırdatma.''

''Bana niye yardım ediyorsun?'' sorusunu duymazdan geldim. Gözlerimi saçlarında çekip yüzüne baktığımda bana ters olan yüzünü incelemeye başladım. Çenesine adeta bir gölge gibi düşen kısa ve sık sakalları yine de kemikli çenesini gölgeleyip kapatamamıştı. Yukarı doğru sıklığı azalan sakalları dudaklarının etrafını es geçmişti. Elmacık kemikleri bir kez daha yüzünün kemikli olduğunu hatırlatırcasına belirgindi. Koyu yeşil gözlerinin içi her insanda olanın tersine neşeyle değil, başka bir duyguyla parlıyordu. Bu, bu çok tanıdık gelmişti.. Gözlerimiz buluştuğunda gözlerimi başka yöne çevirdim. Kafamı iki yana salladım. Bunu unutmalısın, Arya.


&


Televizyonun karşısındaki iki kişilik koltukta bacakları dışarı taşmış adama bakıp pişmanlıkla iç çektim. Pişman olacağımı bildiğim halde merhamet duyguma engel olamayıp ona yardım etmiştim. Bir hırsıza!

Telefonumdan bildirim sesinin gelmesiyle cebimden çıkardım. Ekranda görünen Çağdaş'ın yazdıklarını okudum.

Arya? Ne oldu?

Telefonunu aç, seni arayacağım hemen!

Okuduktan birkaç saniye sonra ekranda Çağdaş Arıyor yazısı belirdi. Onun kıpırdanmasıyla düşünmeyi kestim ve aramayı cevapladım.

''Arya! İyi misin?'' endişeli sesinin fonunda araba sesleri ve uğultular vardı.

''Merak etme, iyiyim. Yazdığım gibi, başka bir şey olmadı.''

''Nerede o şerefsiz?''

''Hakaret duymak istemiyorum.'' kısa bir nefes alıp verdikten sonra devam ettim. ''Önümde, uyuyor. Merak etme bir şey yapmaya kalkarsa kendimi savunurum.''

''Az kaldı, geliyorum evine doğru.''

''Saçmalama. Buraya gelmeyeceksin.''

''Bunu söylemek için geç kaldın, sitenin önündeyim.''

''Bu huyundan nefret ediyorum.'' sertçe nefes aldım ve telefonu kapattım. Kısa zamanda dairenin önünde dikilen Çağdaş zile basıp sesin evin içinde dağılmasını sağladı. Volta atmayı bırakıp kapıya ilerledim ve kapıda dikilen biricik arkadaşımı daha fazla bekletmeyip kulpa uzandım. Aralanan kapıdan kendini içeri atıp doğruca yüzüme baktı. Koştuğunu belli eden karışık saçları ve çatık kaşlarıyla bana bakarken benden açıklama beklediğinin farkındaydım. Aldığım nefesi burnumdan sertçe bıraktım ve alt dudağımı dişledim.

''Sana gelme demiştim.'' çatık kaşlarımla çatık kaşlarına bakıyordum.

''İçeride, değil mi?'' en son baktığımda uyuyan yabancıyı tiz zil uyandırmadıysa hala uyuyor olmalıydı.

Önden yürüyerek Çağdaş'ın beni takip etmesini sağladım. Koridordan fazla büyük olmayan salona geçtiğimizde yabancının göz kapaklarının hala gözlerini örtmüş kirpikleriyle süslediğini görmüştüm. Açık camdan içeriye izinsizce giren rüzgar peşinden soğuğu da sürüklemişti. Soğuk, kollarımdaki tüyleri ayaklandırırken titredim. Çağdaş tekli koltuğa oturmuş gözlerini benden yabancıya çevirmişti, ''Üstüne kalın bir şey giy.'' sesi ifadesizdi. Ona bakmaya devam ettiğimde bana tekrar dönüp, ''Bir şey yapmıyorum. Git, Arya.'' sesi bıkmış gibi çıkmıştı.

Onaylamaya gerek duymadan odama girip Yatağın üstüne fırlattığım dağınık hırkayı kollarımdan geçirdim. Hırkanın cebindeki tokayla beni rahatsız edip yüzüme dolanan saçları at kuyruğu yapıp bağladım. Geniş sandalyede duran katlanmış poları kavrayıp salona geçtim.

Sanırım, üzerini örtmeliydim.

Çağdaş'ın anlamaz bakışlarını görmezden gelerek poları açtım ve hala gözleri kapalı yabancının üstüne örttüm. Bana büyük gelen polar onun boyuna tam olmuştu. Hafif dalgalı, dağınık saçlarına bakarken neden otoparkta gözlerinde gördüğüm şey tanıdık gelmişti bilmiyorum. Gözlerimi kapatıp açtım, bir daha, bir daha.. Sanki aklımdaki karışık düşünceleri atabilecekmişim gibi, sanki tüm karmaşa bir düzene kavuşacakmış gibi.

Titreşen göz kapaklarına bakarken sanki o tanıdık gelen şeyi bulabilirmişim gibi dikkat kesildim.

Aniden gözleri açıldı ve odağına sıradan kahve gözlerimi aldı.

Gözlerinin koyu yeşili katılmış kaşlarını tüm güzelliğiyle tamamlarken gözlerini kırpmadan bana bakmaya devam etti.

Ben, tam bir aptaldım.

Tanımadığım, yabancı birini evime almış ve onu incelerken yakalanmıştım.


Bölümü biraz düzenleyip tekrar yayımlamıştım ancak telefondaki uygulamada düzenlediğim kısımlar görünmüyordu. İki üç kez denememe rağmen yine ve yine görünmedi. Ben de yen bir bölüm ekleyip öyle yayımlamaya karar verdim.. 

Çoban YıldızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin