Güneş patlamasının üstünden iki yıldan fazla bir zaman geçse de iklim hala düzene girmemişti. Kavurucu sıcağın yanında bir de aptal Işıl olunca, hayat çekilmez bir hale geliyordu.
Babasının delirip -bu kelimeyi kullanmak bile ona acı veriyordu- ailesine daha fazla zarar vermemek adına kendini öldürdüğü anı gözleri önünden silemiyor olsa da, onun varlığını ve hastalıktan önceki sözlerini her zaman hissetmeye devam edecekti.
Tuhaf bir şekilde yağmur yağıyordu ve Stephen annesi ile beraber asla açmadıkları kirli camdan dışarıyı izliyordu. Ölü sokağın tahrip olmuş zeminine düşen her bir damla, içine attığı gözyaşlarını temsil ediyor gibiydi. Ama aynı zamanda rahatlatıcıydı da.
Kapkaranlık gökyüzü ise, yüzlerce yıldıza ev sahipliği yapıyordu.
"Uzun zaman sonra yağmuru görmek güzel, değil mi?" diye sordu, saçları kirli olmasına rağmen güzel görünen kadın. Bugün iyi hissediyordu sanki.
"Öyle."
"Yıldızlar hakkında ne düşünüyorsun?"
"Hep böyle net görünüyorlar mıydı?"
"Hayır." Annesi buruk bir edayla söylediği tek kelimelik cümleden sonra iç çekti.
Stephen birkaç saniye daha gökyüzüne baktıktan sonra, "Babam da onlardan birinde olabilir mi?" diye sordu.
Bu soru, kadının yüreğini dağlasa da sesinin titrememesine özen göstererek, "Olabilir tabii, tatlım." dedi. "Bizi her zaman izliyor, b-bunu biliyorsun."
Stephen henüz beş yaşında bile olmadığı için zihnindeki küçük düşüncelere odaklanıyordu sürekli. Ama annesi yaşına göre her zaman daha zeki bir çocuk olduğunu söylerdi.
"O zaman ölen herkesin yıldızlarda buluştuğunu söyleyebilir miyiz?"
Annesi, acısını hafifletmek ister gibi çocuğa sarılırken gözünden düşen bir damla yaş, yanağında iz çizmeye başladı. "Onları her zaman orada bulabilirsin, Stephen. Eğer.. Eğer çok yalnız ve çaresiz hissettiğin günler olursa.. ve ben yanında olmazsam, daima seni izleyeceğimi bil. Tamam mı?.. Tamam mı?"
Stephen bunun ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordu ama kabullenmek istemedi. Yine de annesinin sarılışına karşılık verirken, "Tamam." diyebilmişti.
"Söylemek istediklerin her zaman dilinin ucuna gelmeyebilir, istersen kağıda dök."
Kadın bunu dedikten hemen sonra soğuk bir ifade takınarak çocuktan uzaklaştı, kendi dürtüleriyle başa çıkmaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Gözleri çoktan kanlanmıştı bile.
"Stephen.. Ne yapman gerektiğini biliyorsun." Sesi adeta fısıltıya dönüşmüştü ama acı çeker gibi bir hali vardı.
"Hayır anne.."
"Git. Git. Git. Git. Git." Kadın durmadan aynı kelimeyi tekrar ederken, ellerini başına koydu ve derin nefesler almaya başladı.
Aniden boğazı yırtılırcasına "Git!" diye bağırırken arkasını döndü. İçler acısı bir sesti. Çocuk bu sesi başka bir zaman duysa derisi yüzülen bir insana ait olduğunu düşünebilirdi.
Ama tamamen çaresiz kalan ve korkan Stephen, odadan koşarak çıkarken cebindeki anahtarla kapıyı kilitledi ve kendini annesine en uzak odaya attı. Duvar dibine çöküp kulaklarını elleriyle kapattığında ise, tek bildiği annesinin haykırışlarını hayatı boyunca unutamayacağı gerçeğiydi.
Işıl, yanında olan son insanın hayatını da ele geçiriyordu.
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABİRENT / MEKTUPLAR & HEADCANONS
FanfictionHer şey bittikten ve İsyan yok olduktan sonra, zamanında İsyan için kullanılan Thomas ve arkadaşları silinen anılarını hatırlamaya başlarsa ne olur? - "Duyulan vicdan azabı ve pişmanlıkları kağıda dökmek insanın içindeki yangını da dindiriyor mu?" ...