Şans bu ya Kimya dersinde Kavin'la karşılaşmak ıslak saçlarımı unutmama neden oldu. Ben boş yer ararken, Kevin yanındaki çocuğu, başka bir yere gönderip bana seslendi, “İnci güzeli yanıma gel.” Lafını ikiletmeden hemen yanına geçtim, kimya dersinde iki kişi olarak oturmak süper!
“Saçlarını neden kurutmadın? Üzerin ıslanmış.” “Havlu ile anca bu kadar kurudu,” dedikten sonra omuz silktim. “Saç kurutma makinesinde sıra mı vardı?”
“Anlamadım?” “Banyonun aynalı kısmında, kızlar saçlarını kuruttuğu yerde sıramı vardı?” Sonra aklımda bir anı belirdi, “Sen ellerinde tuttukları, silaha benzeyen ama hava üfleyen aleti diyorsun. Sıra yoktu.” “Peki neden kullanmadım?”
Omuz silkip, “Kafamı uçurmaya hiç niyetim yok,” dedim. Söylediğime kahkahalar atmaya başlayınca, onu mutlu etmiş olduğuma sevindim.
“O aleti bende kullandım, kafam uçmuş mu?” sorusuyla dikkatimi kafasına verdim, ellerimi yüzüne getirip, kafasının her yerini inceledim, “Hasar var gibi görünmüyor,” dedim düşünceli bir şekilde. Acaba içerden mi hasar yaratıyor?
Söylediklerim onu daha çok güldürürken, dersin hocası geldi. Önce genel bilgilendirme yaptı daha sonra hidrojen peroksit ve potasyum iyodür deneyini anlattı.
Önlük giyip, gözlük ve eldivenleri taktıktan sonra o inanılmaz deneyi yaptık. Deney eşim Kevin olduğu için mutluyum, “Şimdi elimdekini, mezürün içine dökeceğim, sende geriye gideceksin yoksa zarar görürsün,” diye uyarıp söylediğini yaptı. Kırmızı renkli köpük birden havalanıp etrafa dağıldı, yaşadığım heyecanla, deney yapan diğer insanlara döndüm.
Deniz altında böyle deneyler yapamayız, ilk defa gördüğüm kimya dersini çok sevdim.
Ders bitiminde Kevin’ın ısrarlarıyla duşları olduğu yere tekrar geldik, “O silahla kafamı vurmana izin vermem.”
“İnci güzeli, bu silah değil, sadece saçlarını kurutmak için bir alet. Saçlarını kurutmazsak hasta olursun, sözümü dinle,” yumuşak bir dille söyleyince söylediğini yapmasına müsaade ettim.
Aynadaki yansımamıza bakıp aleti çalıştırmasını izledim, sıcak hava saçlarımı uçuştururken, elinin saçlarımda bıraktığı hisle mest olmuştum. Kevin kesinlikle kalp atışlarımı hızlandırıyor ve onun yanında olmaktan hiç rahatsızlık duymuyorum.
Gözlerimiz aynada buluşunca, bir an duraksadı, “Saçlarını kurutmamdan rahatsız oluyor musun?” “Hayır, lütfen devam et.”
Kevin saçlarımı kuruttuktan sonra birlikte okul içinde yürüdük. “Nereye gidiyoruz?” “Yemekhaneye, karnımızı doyurmamız lazım.” “Umarım balık vardır.”
“Balığı sever misin?” “Tabi neredeyse hep balıkla besleniriz,” dedim hemen. Denizde yaşadığımız için pek fazla tercihimiz olmuyor ama yine de balıklar müthiş.
“Dün balık vardı bugün çıkmaz. Hadi gel sıraya girelim.” Yemekhanenin girişinde uzun bir sıra oluşmuştu. Önümdekiler ne yaparsa bende aynısını yapıp bölmeli tepsilerden aldım, eskiden tabalarla yemek yerdik, cimriler küçücük yerlere yemek koyuyorlar.
Hakkım olan yemeği alıp, Kevin'ın gösterdiği yere oturdum. Daha önce de pilav yediğim için bu yemeğin tadını biliyordum, bilmediğim şeyleri yedim ve tatlarına bayıldım. Kevin gözlerini üzerime dikip bir süre beni izledikten sonra, “Yavaş ye boğulacaksın,” deyip gülmeye başladı, bu alaydan çok daha güzel bir ifadeydi.
“Ama çok güzel.” “Daha güzelleri de var, okul yemekleri sıradan olur.” Lokmamı yutup, “Ciddi misin?” diye sordum. “Evet ciddiyim, annem burada bir restoran işletiyor istersen oraya gidebiliriz.”
“Çok isterim, şekerli ekmekte var mı?” “Yine başka bir evrende gibi konuşmaya başladın, şekerli ekmekte ne oluyor?” “Hani Fransız ihtilâli zamanında demişlerdi ya ismi aklıma gelmiyor?”
“Pasta mı?” Gözlerim heyecanla parladı, “Evet pasta,” dedim hevesle. “Var mı?” “En güzeli var. Annem harika pastalar yapar, müsait olduğun zaman gidelim. Hatta numaranı ver seni ararım.”
“Ev numaramızı uzun zamandır kullanmadığım için hatırlamıyorum.” “Ev numaranızı istemedim ki cep telefonunu versen daha iyi olur.” “Cep neyi?”
“İnci güzeli, hangi yılda yaşıyorsun, cep telefonunu nasıl bilmezsin? Bari bilgisayardan haberin var mı?” “Ah evet onu biliyorum, 1936 yılında icat edilmişti.” “Evinizde bilgisayar var mı?” “Hiç ihtiyacımız olmadı,” dedim. Elini saçlarının arasından geçirdikten sonra derin bir nefes aldı.
“Şöyle yapalım inci güzeli, evinizin adresini ver, seni almaya geleyim. Nasıl fikir?” “Çok güzel olur, evim denizde.” “Yani sahil kenarındaki evlerden birinde yaşıyorsun?” dedi sorarcasına. Durumu açıklayamayacağım için “Evet, Güneşli sahilinde buluşalım,” demekle yetindim. “Güzel akşam yemeğini birlikte yiyelim, seni altı gibi almaya gelirim, olur mu?” “Olur.”
Günün geri kalanında liseye katlanamaya çalıştım, hem Kevin'la zaman geçirmek için hem de yıllardır yemediğim şekerli ekmeği yemek için bir an önce akşam olsun istiyorum.
Okul sonunda, insanların yeni modalarına uygun kıyafetler alıp, evime döndüm. Uzun zamandır denizden bu kadar ayrı kalmamıştım, günün yorgunluğunu atmak için denize girip evinin yolunu tuttum.
Sadece bir kaç saattir insan olmama rağmen kuyruğumu özlemişim, suyun derinliklerine dalmak kadar güzel bir şey olamaz. Tenime çarpan soğuk su tüm benliğimi kendine getirdi.
Kevin’la buluşma saatimiz gelene kadar yerimde duramadım, nihayet zaman yaklaştığında karaya çıkıp, yakınlarda bir mağarada üzerimi giyindim. Yeni aldığım kıyafetlerle normal insan gibi gözüküyorum.
Sahil kenarındaki banklardan birine oturup Kevin’ın gelmesini bekledim. Saat altıda sahildeydi, “Hoş görünüyorsun,” dedi usulca. “Teşekkürler, gidelim mi?” “Gidelim.”
Kevin beni almaya gelirken mekanik at gibi bir şeyin üzerinde gelmiş, ismine de motor diyor. Arkasına geçip oturduğumda ellerimi tutup belinin etrafında doladı. “Düşmeni istemeyiz değil mi? Kaskını iyi bağladın mı?” Şapkadan daha ağır olan şeyi hemen kafama geçirip tekrar beline sarıldım.
Kesinlikle bir makinenin bu kadar hızlı gideceğini tahmin etmezdim. Rüzgara karşı, “Korkuyor musun?” diye bağırdı. “Hayır, heyecanla doldum,” yanıtını verdim. Başındaki kaska rağmen rüzgarda savrulan kokusunu soluyarak yolculuğumu tamamladım.
Annesinin yeri, sahil kenarında hoş bir restorandı, içeri girdiğimde ağzımı sulandıran kokular hissetmem, heyecanımı daha da arttırdı.
Güzel yüzlü, orta yaşlı bir kadın yanımıza gelip, “Hoş geldiniz çocuklar, sizin için masa hazırladım, yemeklerimizi soğutmayın,” dedikten sonra cam kenarında bir masaya oturmamızı sağladı ve beklemeden gitti.
Hiç tatmadığım muhteşem yemekler yedim, Kevin tatlıyı dışarda yersek daha güzel olur dediği için elimizde tabaklar ve kahvelerle restorandan çıkıp deniz kıyısına geldik.
Sadece restorandan gelen ışıkla ve denizin kayalara vuran sesi eşliğinde şekerli ekmeklerimizi yedik.
“Emma, sence denizde hayat var mıdır?” Sorusu benim için komikti, denizde ne hayatlar var da insanlığın haberi yok. Ne sırlar gizliyor, ne gizemler barındırıyor bir bilinse...
“Milyonlarca balık varken, denizde nasıl yaşam olmaz?” “Sorumun özü o değil, sence balıklar dışında yaşam formları var mıdır?” derken gözlerim en derinine baktı.
“Nasıl yani, denizkızları veya deniz erkekleri gibi mi?” diye sordum şaşkınlıkla. “Evet, onlar var olabilir mi?” Kevin’dan gelen beklenmedik soru, duraklamama neden oldu. Gerçek niyetini bilmeden varlığımızı ifşa edemem, bundan dolayı, “Bence bilmediğimiz çok varlık var, neden denizkızı olmasın ki?” demekle yetindim.
“Emma, sana bir şey söyleyeceğim ama bundan kimseye söz etmek yok, söz mü?” Daha yeni tanışmış olmamıza rağmen kimseye söz etmediği sırrını benimle paylaşacak olması kalbimi kanatlandırdı.
“Söz, ne konuşursak konuşalım ikimizin arasında kalacak.” Tedirginlikle nefes aldı ve elimi tutup,“Emma, belki sana delice gelecek ama ben denizkızı gördüm,” dedi tek solukta.
Biraz tedirgin olup çabucak sordum, “Ne zaman gördün peki?” Acaba klanımızdan kimi gördü? “İki ay önce mercan kayalıklarının ilerisinde gördüm. Turkuaz mavisi kuyruğunu bir görsen, gözlerini alamazsın, sarı saçlarının sudaki dansını izlemeye doyamazsın. Film çekimi falan var sandım ama denizin derinliklerinde film çekmezler, hem hiç bir kostüm o kuyruk kadar dikkat çekici olamaz,” dediğinde Kevin’a kimin yakalandığını biliyordum. Mercan kayalıkların ilerisinde yaşayan ve insan olmak isteyen denizkızı olan ben yakalanmışım ama farkına bile varmadım.
İnsan olabilmek adına aylardır uğraş veriyordum, dalgınlığıma gelmiş demek ki, yüzeye yakın yüzüğümü bile fark etmedim.
İçimi kemiren o soruyu sordum, “Denizkızını görünce ne hissettin?” “Mükemmelliğine hayran kaldım, denizkızını gördüm günden beri onu tekrar görürüm umuduyla mercan kayalıklarına gidiyorum.”
“Belki de çok çirkin biridir, neden uğraşıyorsun ki?” dedim çekingen bir tavırla. “Asla çirkin olamaz, bembeyaz teni, sarı saçları ve göz alıcı kuyruğuyla çirkin olacak biri değil.”
Derin bir nefes alıp, “Ondan korkmuyor musun?” diye sordum. “Denizkızları hakkında anlatılan o hikayelere inanmıyorum, onlar insanları öldürmez. Eğer öldürüyor olsaydı balığa çıkanlar geri dönmezdi, son yirmi yıl içinde açıklanamayan ölümler yaşanmadı. Bu nedenle denizkızlarından korkmuyorum,” dedi kararlılıkla gözlerime bakarken.
Elimdeki bardağı alıp kenara bıraktı, “Sen, insanlardan korkuyor musun?” diye sordu.
Neden böyle bir soru sorduğunu anlamasam da, “Bazı insanlardan korkuyorum,” dedim dürüstlükle.
“Neden korkuyorsun?” “Savaşa neden olup, masum insanların ölümlerine sebep oluyorlar, nasıl korkmam?” “Haklısın. Sence denizkızları ve insanlar birlikte olabilirler mi?” diye sordu hevesle.
“İnsan toprağa bağlıyken, denizkızları suya bağlı, dünyaları farklı bu nedenle biraz zor birlikte olurlar,” dedim ama tam olarak bu konu hakkında açıklama yapamadım.
“Anlıyorum,” dedi düşünceli bir ifadeyle sonra hevesle devam etti, “Eğer denizkızı karaya çıkmışsa bir insanla birlikte olabilir mi?” Boş bulunup, “Duruma göre değişir,” dedim.
Kevin meraklı gözlerini üzerime dikip, “Mesela ne gibi şartları var?” “Eğer denizkızı aşk için karaya çıktıysa ve bunun için izin aldıysa, istediği ile mutlu olabilir,” dedim bakışlarını kaçırırken.
Elini çenemin altına getirip, doğrudan gözlerime baktı, restorandan yansıyan ışık, yüzünü görmem için yeterliydi. “Sen, buraya neden geldin?” diye sorunca sudan çıkmış balık misali çırpınmaya başladım. “Annenin lezzetli ellerinden çıkan yemekleri yemem için beni buraya sen getirdin. Unuttun mu?”
“Emma, ikimizde sorduğum sorunun, yanıtının bu olmadığını biliyoruz. Seni gördüm, hatta bir süre izleme fırsatım oldu. Senin ne olduğunu bilmediğin, cep telefonu var ya onunla görüntünü bile kaydettim. Okuldaki şaşkın davranışlarını fark edemeyecek kadar geri zekalı mıyım?” Korkuyla oturduğum yerden kalktım, insanlığın varlığımızı öğrenmesi klanımın sonu olur, klanımı tehlikeye atmak en son isteyeceğim şey bile olamaz, “Bu söylediklerine kimse inanmaz!” diyerek sert bir şekilde savunmaya geçtim.
Ayağa kalkıp karşıma dikildi, boyunun benden uzun olması normalde iyiydi ama şuan sinirimi bozmaya yetiyor.
“Kimseyi bir şey söylemeyeceğim, söyleyecek olsam videonu haber sitelerine atardım. Benim için kolay mı sanıyorsun? Okula içlikle gelen kız, hakkında ileri geri konuşanlara inat o kıza yakın olmak istemenin kolay olduğunu mu sanıyorsun? Varlığı efsanelere dayanan, denizkızına aşık olmak, onu özlemek kolay mı sanıyorsun?” dedi ve ellerini omuzlarıma yerleştirip biraz daha yakınıma geldi.
Daha önce hissetmediğim duygularla karnım karıncalanırken, ne yapacağımı bilmez haldeydim.
Elini saçlarıma getirip usulca okşadı, “Varlığını kabul etmek, şuan bile çok zor lütfen durumu daha da zorlaştırma inci güzeli,” dedi yumuşak sesiyle.
İnci güzeli derken ne demek istediğini ancak anlayabildim, ilk başta boynumdaki kolye nedeniyle öyle diyor sanmıştım ama işin gerçek yüzü daha başkaymış.
Beni gördüğünü söylediği gün inci topluyordum, okul belgeleri için ödeme yapmam gerekiyordu. Sanırım bu lakap, o günden kalma. Yani beni gördüğü an kim olduğumu anlamıştı sadece konuşmak için doğru zamanı bekliyormuş.
“İnci güzeli, söyle denizi bırakıp, karaya neden geldin?” diyerek sorusunu yineledi. Bana aşık olduğunu söyleyen ve hissettiren birinden gerçekleri saklayamam. “Yosun kokmayan aşkı bulmak için geldim.”
Yüzünde anlayışlı ve oyunbaz bir gülüş belirdi, “Kokla bakalım, inci güzeli yosun kokuyor muyum?” dedi çapkın bakışlar atarken. Hafifçe başımı boynuna doğru getirip, kokusunu içime çektim, kesinlikle kendine has erkeksi kokuya sahipti. Yine de hınzır bir ifadeyle gülüp, “Sanki biraz yosun kokuyorsun,” dedim yandan bakış atarken.
Bir panikle tişörtünü koklamaya başladı, “Denizin yanındayız kesin burnun yanıldı, gel başka bir yere gidelim bir daha kokla. Yosun kokmadığıma eminim,” derken çoktan elimi tutmuş restoranda doğru peşi sıra çekiştiriyordu.
“Kevin,” deyip durdum.
Yüzünde endişeli bir ifadeyle bana döndü, “Efendim inci güzeli.” “Beni sevdiğine emin misin?” “Son iki aydır, seninle yatıp seninle kalkıyorum, bugüne kadar her okul çıkışı denize açıldım, bence aşkım sorgulanmamalı,” dedi ciddiyetle gözlerimin içine bakarken.
Aradığım mis kokulu aşkın o olduğunu, kalbim anlamıştı da, benim anlamam için gerçek anlamda üzerine düşmem gerekti. Biz denizkızları için aşk kolay bulunmaz, kalbimizi heyecanla attırabilen birine kolay rastlamayız.
Denizkızı halimi bilen ve seven beni her şekilde kabul eden, bu adama kalbimi sunuyorum ve onun kalbini kabul ediyorum.
Benden cevap bekleyen, kalbimin sahibinin dudaklarını usulca öptüm ve aşkımızı sonsuza kadar mühürledim.