6. Bölüm

2.8K 184 40
                                    


"Gerçekten de o on saat içinde gerçeğe dair edindiğim bilgi ve deneyim kırk yıldır sürdürdüğüm burjuva hayatında gördüklerimden çok daha fazlaydı.

Fakat onun bu günah çıkartmasında yine de beni korkutan bir şeyler vardı, o da, kumar tutkusundan bahsederken yüzünün tüm sinirlerini elektrik gibi titreten gözlerindeki o ateşli parıltıydı. Yaşadıklarını anlatmak bile onu heyecanlandırıyordu ve o yumuşak yüzü korkunç bir netlikle, her gerilimi neşe ve acıyla ortaya koyuyordu. Elleri, o çok güzel, ince kemikli, sinirle kaplı elleri tıpkı kumar masasında olduğu gibi istemdışı, vahşi hayvanlar gibi, kovalayan ve kaçan varlıklar olmaya başladı: O anlatmaya devam ederken eklemlerden yukarıya doğru titremeye başladığını, bütün gücüyle büküldüğünü, yumruk gibi sıkıldığını, sonra yine gevşediğini ve birbiri içine girdiğini görüyordum. Broşları nasıl çaldığını anlatırken, elleri (burada gayriihtiyarı irkildim) şimşek gibi öne doğru –hırsızların yaptığı gibi– ani bir atak yaptı: Parmakların nasıl da mücevherin üzerine atladığını ve aceleyle onu avucunun içine aldığını görür gibi oldum. Ve adlandıramayacağım bir korkuyla bu insanın kanının son damlasına kadar tutkusundan zehirlendiğini gördüm.

Onun öyküsünde beni o denli sarsan ve dehşete düşüren şey, genç, pırıl pırıl, aslında kaygısız bir doğası olan bir insanın acınası bir şekilde saçma bir tutkunun esiri olmasıydı yalnızca. Bu nedenle ilk görevim olarak beklenmedik bir anda himayeme aldığım bu insanı dostça ikna etmeye çalışacaktım, ona derhal Şeytan'a uymasını kolaylaştıran Monte Carlo'dan ayrılmasını, broşların kaybolduğu fark edilmeden ve geleceğini tehlikeye atmadan bugünden ailesinin yanına dönmesi gerektiğini söyleyecektim. Ona, seyahati ve mücevherleri rehinden kaldırması için para vereceğime dair söz verdim, ancak elbette bir şartım vardı, bugün hemen buradan ayrılacak ve bir daha asla kartlara el sürmeyeceğine ya da herhangi bir şekilde kumar oynamayacağına dair bana söz verecekti. Bu yabancı ve yolunu kaybetmiş insanın beni önce alçakgönüllü minnettarlıkla, sonra ise yavaş yavaş parıldayan bir tutkuyla dinlediğini, ona yardım edeceğime söz verdiğimde, sözlerimi adeta içtiğini asla unutmayacağım. Birden ellerimi masanın üzerinden uzatarak unutamayacağım bir hareketle hayranlığını belirtirken yeminler etti. Açık renkli ve başka zamanlar biraz da huzursuz olan gözlerinde yaşlar vardı, bütün vücudu mutlu bir heyecanla titriyordu. Onun hareketlerindeki eşsiz ifade gücünü çok defa size tasvir etmeye çalışmıştım, fakat bu hareketini anlatamam, çünkü bu normal olarak bir insanın yüzünde hemen hemen hiç göremeyeceğimiz türden bir kendinden geçiş ve olağanüstü mutluluk ifadesiydi. Bu ancak o beyaz gölgeyle karşılaştırılabilir, hani insan bir rüyadan uyanır da karşısında bir meleğin kaybolan yüzünü gördüğünü sanır ya, işte böyle bir şey.

Saklamak boşuna, bu bakışlara dayanamadım. Minnettarlık mutlu ediyor, çünkü insan ender yaşıyor bu duyguyu, nezaketli davranış da insana iyi geliyor ve benim gibi ölçülü, mesafeli insana böylesi bir duygusallık hoş ve mutluluk verici yeni bir şey. Ayrıca: Tıpkı bu sarsılmış, çiğnenmiş insan gibi olan manzara da dünkü yağmurdan sonra büyüleyici bir şekilde uyanmıştı. Restorandan çıktığımızda tamamen sakinleşmiş deniz pırıl pırıl parlıyordu, gökyüzüne kadar uzanıyordu maviliği, ancak biraz ilerisinde başka, daha mavi olan yerlerde beyaz martılar uçuşuyordu. Riviera'nın kıyılarını bilirsiniz. Her zaman güzeldir, fakat düz kartpostallar gibi canlı renklerini gözler önüne serer, kendini seyreden bakışlara aldırmayan, uyuklayan, ağır bir güzelliktir, o sonsuz bereketli haliyle neredeyse Doğu'yu çağrıştırır. Fakat bazen, çok ender de olsa öyle günler vardır ki, bu güzellik ayaklanır, coşar, çeşitli ve parlayan renklerle insana seslenir, rengârenk çiçeklerini zafer edasıyla uzatır, kor gibi yanar, duyuları coşturur. İşte o gecenin fırtınalı kaosundan böylesi coşkulu bir gün doğmuştu, tertemiz yıkanmış caddeler pırıl pırıl parlıyordu, gökyüzü firuze rengindeydi ve her tarafta suya doymuş yeşilliklerden, renkli ışıklar gibi fundalıklar yanıyordu. Bunaltıcı havanın terk ettiği dağlar, güneşli havada daha aydınlık, daha yakın görünüyordu. Temizlenmiş ve parlayan kente sürüler halinde yaklaşıyordu sanki, insanların bakışlarında doğanın ısrarcı ve davetkâr çağrısı hissediliyordu ve bu çağrı, ister istemez her yüreği fethediyordu: 'Bir faytona binelim,' dedim, 've Corniche boyunca gezelim.'

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört SaatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin