Peygamber efendimiz, Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Allahü teâlânın yarattığı varlıkların en şereflisi Muhammed aleyhisselâmdır. Her şey O'nun hürmetine yaratıldı. O, Allahü teâlânın resûlü, son peygamberidir. Allahü teâlâ bütün peygamberlerine ismiyle hitâb ettiği hâlde, O'na "Habîbim" (sevgilim) diyerek hitâb etmiştir. Nitekim Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde: "Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım!" buyurdu. Bütün mahlûkâtı O'nun şerefine yaratmıştır. Allahü teâlâ kullarına râzı olduğu ve beğendiği yolu göstermek için çeşitli kavimlere zaman zaman peygamberler göndermiştir. Muhammed aleyhisselâmı ise son Peygamber olarak bütün insanlara ve cinlere gönderdi. Bunun için Peygamberimize "Hâtem-ün-nebiyyîn" ve "Hâtem-ül-Enbiyâ" denilmiştir.
Her peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselâm ise, her zamanda, her memlekette, yâni dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse hiçbir bakımdan O'nun üstünde değildir. Allahü teâlâ her şeyden önce Muhammed aleyhisselâmın nûrunu yarattı. Eshâb-ı kirâmdan Abdullah bin Câbir radıyallahü anh; "Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ her şeyden evvel neyi yaratmıştır, bana söyler misin?" deyince, Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Her şeyden evvel senin peygamberinin yâni benim nûrumu kendi nûrundan yarattı. O zaman ne Levh, ne Kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ' (gökyüzü), ne arz (yeryüzü), ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı." Âdem aleyhisselâm yaratılınca Arş-ı a'lâda nûr ile yazılmış "Ahmed" ismini gördü. "Yâ Rabbi! Bu nûr nedir?" diye sorunca Allahü teâlâ; "Bu, ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed olan senin zürriyetinden bir peygamberin nûrûdur. Eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım." buyurdu. Âdem aleyhisselâm yaratılınca alnına Muhammed aleyhisselâmın nûru kondu ve o nûr onun alnında parlamaya başladı. Âdem aleyhisselâmdan îtibâren babadan oğula intikal ederek asıl sâhibi Muhammed aleyhisselâma ulaştı.
Muhammed aleyhisselâm hicretten 53 sene evvel Rebîülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi, sabaha karşı, Mekke'de doğdu. Târihçiler, bu günün Mîlâdi sene ile 571 senesinin nisan ayının yirmisine rastladığını söylüyor. Doğmadan birkaç ay önce babası, altı yaşındayken de annesi vefât etti. Bu sebepten Peygamber efendimize Dürr-i Yetîm (yetimlerin incisi) lâkâbı da verilmiştir. Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib'in yanında kaldı. Dedesi de vefât edince, amcası Ebû Tâlib O'nu yanına aldı. Yirmi beş yaşındayken Hadîcet-ül Kübrâ ile evlendi. Bu hanımından doğan ilk oğlunun adı Kâsım idi. Bundan dolayı Peygamberimize Ebü'l-Kâsım yâni Kâsım'ın babası da denildi. Araplarda böyle künye ile anılmak âdetti. Kırk yaşında, bütün insanlara ve cinne peygamber olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirildi. Üç sene sonra herkesi îmâna çağırmağa başladı. Elli iki yaşında mîrac vukû buldu. 622 yılında 53 yaşında olduğu hâlde, Mekke'den Medîne'ye hicret etti. Yirmi yedi defâ muhârebe yaptı. 632 (H. 11) senesinde rebîülevvel ayının on ikinci pazartesi günü öğleden evvel 63 yaşında vefât etti.
Mübarek soyu
Muhammed aleyhisselâmın nûru, Âdem aleyhisselâmdan itibâren temiz babalardan ve temiz analardan geçerek gelmiştir. Kur'ân-ı kerîmde Şu'ârâ sûresi 219. âyetinde meâlen; "Sen, yâni senin nûrun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır." buyrulmaktadır. Nitekim Peygamber efendimiz hadîs-i şerîfte; "Allahü teâlâ insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücûda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini (Arabistan'da) seçti. Beni bunlardan vücûda getirdi. Sonra evlerden, âilelerden en iyisini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O hâlde, benim rûhum ve cesedim mahlûkların en iyisidir. Benim silsilem, ecdâdım en iyi insanlardır." buyurmuşlardır.
Yaratılan ilk insan olan Âdem aleyhisselâm, Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşıdığı için alnında O'nun nûru parlıyordu. Bu zerre hazret-i Havvâ'ya, ondan Şît aleyhisselâma ve böylece, temiz erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. Muhammed aleyhisselâmın nûru da, zerre ile birlikte alınlardan alınlara geçti. Melekler ne zaman Âdem aleyhisselâmın yüzüne baksalar, alnında Muhammed aleyhisselâmın nûrunu görürler ve ona salevât okurlardı. Yâni; "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed." derlerdi. Âdem aleyhisselâm vefât edeceği zaman oğlu Şît aleyhisselâma dedi ki: "Yavrum! Bu alnında parlayan nûr, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bu nûru, mü'min, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et! Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyet etti. Hepsi bu vasiyeti yerine getirip, en asîl, en kibâr kız ile evlendi. Nûr, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek sâhibine ulaştı. Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabîle iki kola ayrılsa Muhammed aleyhisselâmın soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda onun dedesi olan zât, yüzündeki nûrdan belli olurdu. O'nun nûrunu taşıyan seçilmiş bir soy vardı ki, her asırda bu soydan olan zâtın yüzü pek güzel ve nûrlu olurdu. Bu nûr ile kardeşleri arasında belli olur, içinde bulunduğu kabîle başka kabîlelerden daha üstün, daha şerefli olurdu. Âdem aleyhisselâmdan beri evlâttan evlâda geçerek gelen bu nûr İbrâhim'e ondan da oğlu İsmâil'e aleyhimüsselâm geçmiştir. Onun da alnında sabâh yıldızı gibi parlayan nûr, evlâdlarından Adnan'a, ondan Me'ad ondan Nizâr'a intikal etmiştir. Nizâr doğunca babası Me'ad, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük ziyâfet vermiştir. "Böyle oğul için, bu kadar ziyâfet az bir şey." dediği için de oğlunun adı Nizâr (az bir şey) kalmıştır. Bundan sonra da nûr sıra ile intikal ederek asıl sâhibi olan sevgili Peygamberimize ulaşmıştır.