Rıfkı amca son nefesini verirken saçmalamıştı sanırım. Uzaylılar diye birşey olamaz. Olsaydı koca dünyada Ankara'ya mı gelirlerdi? Saçma. Ama olabilirde; o sümükler neydi? Sonra o cıvık ayak sesleri. Basit. Öldürülen insanların organları ve kanları olabilir. Ben buraya inerken yerde ki kandanda aynı ses çıkmıştı. Sümüklerde teknolojik bir kamera sistemi veya silah olabilirdi.
Ayağı kalktım kömürlüğe doğru hareket etmeye başladım. Rahat rahat yürüyordum çünkü yarım saattir hiçbir şey çıkmamıştı karşıma. Kömürlüğün önüne geldiğimde içeriden bir ses geldiğini duydum. Kömürlük kapısının ana maddesi kalasdı. Çok eski olduğundan ara ara kırılmalar ve benzeri dökülmeler olmuş. Yani iki kalas arasında delikler oluşmuş. Deliğin birinden baktım. Ve bir anda geriye atladım. Yere düşmemin peşinden içeriden de gürültü gelmişti. Silahımı sırtımdan indirdim ve elime aldım. İçeride birisi olduğuna göre kapı kilitli değildi. Tek elimle silahı tutarken diğer elimle kapıyı açtım. İçerideki yirmili yaşlarda esmer bir kızdı. Orta boylu ve boyuna oranlı bir kilosu vardı. Taş çatlasın elli beş kilodur. Kızın yeşil gözleri, esmer teni ve kahverengi saçları arasında ışıl ışıl parlıyordu. Elleri havada şaşkın ve korku dolu bir ifade ile bana baktığını fark ettim.
"Dur! Dur! Nolur beni vurma.! Ben düşman veya hırsız değilim. Burada güvenli olacağımı düşündüm. Sadece."
"Kimsin sen?"
"Ben Yıldız. 20 yaşındayım. Okula gidiyordum. Sonra birden önüme iki kişi çıktı. Ortalıkta fazla dolaşmamın iyi olmadığını, bir saldırı olduğunu söylediler. Sanırım askerdi onlar. Evet evet askerlerdi. Senin gibi giyinmişlerdi. Uniformalıydılar. Yoksa sende mi askersin?"
"Hayır. Bunlar babamın. Babam asker."
"Sanırım ellerimi indirebilirim değil mi? Yani ben sana bir tehdit değilim hem silahımda yok."
"Ahh afedersin. İndir ama fazla hareket etme ve gereksiz konuşma."
"Tamam ismin nedir?"
"Soru da yok."
"Tamam ama bir tahmin de bulunmak istiyorum. Adın Turan mı?"
"Bunu nerden bildin?"
"Silahında yazıyor."
"Bak fazla incelenmeyi sevmem. Ayağıma dolanan insanlarıda bir hayli sevmem. Umarım anlamışsındır."
"Sert olduğun kadar kabasında."Kaşlarıma çatarak suratına baktım. Sanırım korkmuştu.
"Tamam tamam. Özür dilerim. Bir daha konuşmak yok. Yeter ki beni burada bırakma."
"Daha önce silah kullandın mı?"
"Evet. Abim ve annem polis. Kendimi koruyabilmem için biraz birşeyler öğretmişlerdi."
"Al bunu o zaman. Bundan sonra yanımdan ayrılma ve ben nedersem onu yap."
"Tamam."
"Şimdi şu kapıyı kaldırmama yardım et."Kapının bir tarafından o bir tarafından ben tuttum. Kapı hafifdi kolaylıkla duvardan kaldırdık.
"Eeee bunun arkası boş."
Anahtarı boynumdan çıkarttım ve renk tonu farklı olan taşı aramaya başladım. Beş dakika geçmesine rağmen aradığım taşı bulamadım.
"Ne arıyoruz. Söylesen de bende yardım etsem."
"Renk tonu farklı olan bir taş."
"Bu mu?"
"Çok hızlı ve dikkatlisiniz hanımefendi."
"Her kız dikkatlidir.Anahtarı taşa dört kez vurdum ve bir kilit sesi geldi. Yıldızla birbirimize bakakaldık.
"Vay canına. Eee ne olacak şimdi?."
"Bilmiyorum buraya ilk kez geldim."Birden deprem olurcasına sallanmaya başladık. Her yer toz toprak içinde kaldı. Yıldızın kolundan tuttum ve arkaya doğru koşmaya başladım ama çıkamamıştık. Sarsıntı taşları dökmüş ve yolumuzu kapatmıştı.
"Burada kısılı kaldık." Ağlamaya başlayan Yıldız endişeliydi. Bense küfürler savurmaya başladım. Babam beni kandırmış olamazdı. Arkama baktım ve bembeyaz çelik bir kapı vardı karşımda. Kenarlarda kalan boşluktan cıvıl cıvıl bir ışık süzülüyordu bize doğru. Yıldızın kafasını dürtükledim ve arkasına döndü. Bir anda ağlaması geçmiş yerini şaşkınlık ve hayretli bakışlar almıştı. Kekeleyerek.
"Bu-bu-burası da neresi böyle? İnanılmaz derecede güzel."
"Hadi gidelim.Anahtarı kapının kilidine soktum ve anahtarı çevirmeden kapı yerin altına doğru inmeye başladı. Muhtemelen burayı bulurlarsa kapının kilidine ateş edip giremesinler diye kapı aşağı inecek şekilde tasarlanmıştı. Gerçekten inanılmaz ve dahiyane.
Elime silahımı aldım ve kıza kafamla işaret ettim. Tabancayı eline almış profesyonel bir duruşla içeri doğru giriyordu. Gerçekten süper eğitim almıştı. Yirmi yaşında bir kızın bu kadar eğitimli olması şaşırtıcıydı.
İçeri tamamen girdiğimizde kapı kendiliğinden kapanmıştı. Karşımızda da üç adam elinde ileri teknoloji hafif makineli silahlar ile bize bakıyordu.
"Kimsiniz siz.! Buraya nasıl geldiniz?"
"Beni buraya babam gönderdi. İsmet abi ile görüşmem gerek."
"Birincisi baban ve sen kimsin? İkincisi bu kız kim? Ve İsmet Bey ile ne görüşeceksiniz?"
"Benim adım Turan."
"Bir dakika. Bir dakika. Sen Aykut Paşanın oğlu musun?"
"Evet ne var ki bunda?"Yanındaki adamlara bakarak silahlarını indirmelerini emretti ardından bana döndü.
"Bizde sizi bekliyorduk efendim buyrun bu taraftan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dokuzuncu Gezegen
Teen FictionKitabı yazarken genel olarak gerçek hayattan serpinti yapmamaya tamamen kurgulamaya kendi hayal dünyamdan yazmaya çalışıyorum... > Ama hiçbir şey bilindiği veya göründüğü gibi değil... Düşmanım bir insan mı? Yoksa başka birşey mi?