Louis beni öylece bırakıp gideli iki gün oldu. Ne telefonlarıma cevap veriyor, ne de ona ulaşmama izin veriyordu. Bay Drew buraya geldiği gece bizimle kalmış, bizim gece birlikte yatıp yatmadığımızı öğrenmeye çalışmıştı.
Bizde Caitlin ile mecburen aynı oda da ama farklı yerlerde yatmıştık. Yerde yatarken belimin tutulduğunu söylemeliyim. Kendi evimde düştüğüm duruma bak... Bir de Louis'ye açıklamak için peşinden de gidememiştim.
Tanrıya şükür dün gece evimden gitmişlerdi, gerçi yinede Louis'ye ulaşamıyorum ya...
Yatağımdan kalktığım gibi bir şeyler atıştırıp kendimi dışarıya attım. Louis'nin evine doğru. Koca bir aptallık yüzünden onu kaybetmeyi göze alacak değildim. Evine doğru giderken yürümek için uzun yolu kullandım çünkü kısa yoldan giderken çiçekci tarzı bir şey yoktu ve ben Louis'ye bir şeyler almadan gidecek değildim.
Gördüğüm ilk çiçekci dükkanına kendimi attım ve yemin ederim ki bütün çiçeklere baktım. Hiç biri gözüme canlı gelmedi. Louis'ye alacağım çiçekler dünyanın en güzel çiçekleri olmak zorundaydı çünkü... Ah çünküsü olmak zorunda mı?! Bu Louis ve ben onu seviyorum... Yeterli bir sebep bence.
Çiçekcidende çıkıp yol boyunca yürümeye devam ettim. Elim boş özür dileyemezdim ama ne alacaktım ki? Gözüme çarpan oyuncakcı ile yüzüm güldü. Tamam belki klasik bir taktik olacaktı ama bunu daha önce yapmamıştım ve bence sevimli bir hediye olurdu. İçeri girip direkt kendimi ayıcıkların olduğu bölüme attım. Beni gören dükkanın sahibi hemen yanıma geldi.
''Nasıl bir şey bakmıştınız?'' Gülümsüyordu. Müşterilere gülümsemeleri gayet normaldi ama kadın gerçekten içten gülüyordu.
''Ben bir ayıcık bakacaktım.'' istediğim karşısında kafasını salladı ve tekrar gülümsedi.
''Kızlar bu tarz hediyelere bayılır ve kesinlikle doğru yerdesiniz bayım.'' Ah doğru ya, benim alnımda gay yazmadığına göre kadın beni düz sanmıştı.
''Aslına bakarsanız ben bunu erkek arkadaşıma alacağım. Biraz tartıştıkta...'' Yüzündeki içten gülümsemesi silindi. Rahatsız olmuş gibiydi ve artık zoraki gülümsüyordu. Sinirlendim. Bir tezgahtara fikrini soracak değilim ya!
Tekrar nasıl bir şey istediğim konusunda beni sorgulayınca açıkladım.
''Aslına bakarsanız büyük bir ayıcık istiyorum, şöyle elinde bir şey yazabileceğimiz bir şey olsa...'' diye açıkladım kafamdaki oyuncağı. Yakasındaki kartta gördüğüm üzere adı Lousiana olan kadın bir arka tarafa geçti.
Bir dakika , Lousiana mı? Her şey neden bana Louis'i hatırlatmak zorunda?! Bazen kendimi çok kaptırdığımı düşünüyorum ve üzülüyorum. Bir süredir barışamıyor olmamızada ayrı bir sinir oluyordum ama bunu düşünücek
yer burası değildi. Kafamdakilerden kurtulup adını söylemek istemediğim tezgahtara döndüm. -Söylemek istemiyordum çünkü Louis ile çok uyumlu olduğundan kıskanmıştım.-
''Bu kesinlikle istediğiniz model.'' diyerek elinde tuttuğu ayıcığı bana uzattı. Ayıcık elinde yine kumaştan yapma mektup zarfı gibi bir şey tutuyordu ve içine kağıt koyulabilecek haldeydi. Zayfın üstünde de seni seviyorum yazıyordu. Evet, bu hoşuma gitmişti.
Alıyorum diyerek kasaya uzattım. Kadın paket yapmasını isteyip istemediğimi sordu. Ona istemediğimi, sadece şu zarfın içine yazacağımı yazmak için kağıt istediğimi söyledim. O sırada da parasını ödedim ve o da bana bir kağıt ve bir kalem uzattı.
Tamamen yanlış anlasanda, seni kırdığım için özür dilerim BooBear'ım... diye başlayan, biraz uzunca bir yazı yazdım.
Yazdığım kağıdı zarfın içine soktum ve ayıcığıda alıp teşekkür ederek ordan çıktım.
Louis'nin evine doğru şu yüzümden silinmeyen saçma gülümseme ile ilerledim. Zaten uzak olmadığından ayıcığa bakıp sevinerek ilerlerken kısa sürede evine vardım. Derin bir nefes alarak kapısını çaldım ve bir kaç çalış
sonra kapıyı açtı. Beni hemen kendine hapseden gözlerine baktığımda donuk bir ifade gördüm. Beni görmek istemiyor gibiydi.
'' Ne istiyorsun?'' diye sordu aynı soğuklukta bir sesle. Zaten bu hallerine alışıktım.
''Gördüğün gibi değildi. Caitlin eski bir arkadaşım ve çocuğuyla ortada kalmış, babasına yalan söyleyip ona yardım etmek zorunda kaldım.'' diye bir çırpıda açıkladım. Bu sırada onunda gözleri biraz olsun yumuşamıştı.
''Tanrı aşkına Harry, madem öyle beni bir yere çekip söyleyebilirdin değil mi?! Ayrıca o çocuk sana açık açık baba dedi!'' dedi aynı ses tonunda. Evin içine doğru ilerlemek için bir adım attım ve o da kapıda dikildiği için burun buruna gelmiştik.
''Söyleyemezdim Louis, seni çekseydim anlaşılırdı. Çocukta adı üstünde çocuk. Ağzından kaçırmasın diye ona da yalan söyledik!' Gözleri dolmuştu. Mutluluktan olduğu varsayıp geldiğimden beri arkamda sakladığım ayıcığı ona doğru uzattım.
''Hadi ama Boo, sencede yeterince ayrı kalmadık mı?'' dedim çaresiz bir şekilde. Elimdeki ayıcığı aldı. Bu evet demek olmalıydı...
Biraz kısa oldu ama inanın ne yaptığım konusunda hiç bir fikrim yok kurgu kendi kendine ilerliyor, içimden biraz mutlu bir bölüm yazmak geldi ve ortaya bu çıktı :)) Bu arada Harry'nin aldığı ayıcık medyada, iyi okumalar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I can't lose you
Fanfic''Yanında uyumaktan nefret ediyorum, zaman boşuna gidiyor sanki. Şapkan, bilekliğin ne bileyim şu hep boynunda olan haç kolyen olmak istiyorum. Bana söz ver, beni bırakma. Yokluğunda kafayı yerim ben...'' dedikten tamı tamına 28 saat 52 dakika sonr...