Karanlık sokaklarda cirit atan kötülük, masumiyeti ahmaklık olarak görür; ona türlü türlü oyunlar oynardı. Kaldırım taşları, bu kötülük kokan karanlık sokakların diliydi. Her akşam, bu sokakta türlü türlü adımlar benliklerini kaybederlerdi.
Varlığını kaybetmiş, yokluğunun ise zihnindeki çürük kokusuna karışmaya başlamıştı bile. Onu bulmalıydı, onu görmeli; zihnindeki bu leş kokudan kurtulmalıydı. Ayaklarının feri gitmişti yürümekten, zihninin tahammülü kalmamıştı bu iğrenç düşüncelere tekrar orada yer vermeye. Yine de istediğine ulaşmak için buradan geçmek zorundaydı. Yağmur yeryüzüne yavaşça iniyor, ardından gelen rüzgar ise tüyleri ürpertecek derecede sert esiyordu. Üzerindeki ince tişörtü onu ısıtmıyordu. Ve ıslandıkça üşümesi şiddetini arttırıyordu. Mavi gözler öylesine boş bakıyordu ki, geceyi aydınlatmak için direnen ama pes etmek üzere olan sokak lambalarını bile içine çekiyordu. Kötülük kokan bu dar, karanlık sokaktan geçerken adımları körelmiş, yerine kalbinin küçük çırpınışları almıştı. Duraksadı, derin bir nefes soludu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı ama korkusuna yenik düşüyor, beklemek istemiyordu.
Derken, bir ses işitti.
Nefes alışverişleri kulaklarında tiz bir çığlık gibiydi... Adımlar atmaya, hatta o adımları hızlandırmaya devam etti. Ses gittikçe yakınlaşıyor, kulaklarına ağıt olarak çarpmaya başlıyordu. Kendi sesini duyamayacak derecede yüksek bir ağıt... Kendi öfkesini dinleyemeyecek kadar acıklı bir feryat... Biri onu takip mi ediyordu? Bu düşünce ürpermesine, teninin gerilmesine neden olmuştu. Artık dizleri onu taşıyamayacak hale gelmişti. Korku, acı; şimdi daha da şiddetli bir şekilde hissedilir biçimdeydi. Soğuk rüzgarın neşter hissiyle uyuşan parmaklarını hareket ettirdi ama sanki biri buna engel oluyormuş gibi zorlandı. Hareketleri yavaşlamıştı. Elini alnına götürerek avuç içiyle oraya bir baskı kurdu ve ardından arkasına omuzunun üzerinden baktı. Sokak lambasının ışığı, kaldırımı az da olsa aydınlatıyordu. Daha net görebilmek için tam anlamıyla arkasını döndü.
Karşılaştığı şey onu dehşete düşürdü.
Kaldırımdaki ışığı yaran o karanlık gölge, elinde bir silahla orada duruyordu.
Yakındaydı...
Çok yakında.
Dudakları aralansa, farkedecek derece yakınındaydı. "Kahretsin!" diye geçirdi içinden. Ağlamaklı olmuştu... "Bu da neyin nesi?" diye söylendi bu kez. Az önce durmak istemiyordu, şimdi ise karşısına çıkan bu yabancı yüzünden yoluna devam edemiyordu. Ne yapmalıydı? Işığı içine alan silüet orada öylece duruyor, sanki onun bir hamlede bulunmasını istiyordu. Yine de cesaretlenmesi gerekiyordu. Korkularının üstüne gitmesi ve onlarla yüzleşmesi gerekiyordu. Belli edecek derecede sertçe yutkundu. Elleri saçlarına, oradan ise boynuna kaydı. Nabzı daha önce tenini yırtacak derecede hızlı atmamış, böylesine belli olmamıştı. Gözlerini kapattı... Çok kısa süre öyle kaldı ve tekrar derin bir nefes soludu. Gücünü toplamaya çalışıyordu, ancak sanki rüzgaara ona meydan okuyor; o an durumu ne kadar kötüleştirebilecekse o kadar yoğun bir çaba harcıyordu.
"Hey!" Bağırdı... Sesi ayyaşlarla dolu o sokakta yankılanır gibi oldu ancak şu an ruhu o kadar boştu ki; sesi, duyguları, çığlıkları bir tek orada yankılanabilirdi. Sesine karşılık, gölgenin biraz da olsa hareketlendiğini farkeder gibi oldu. Belki de yalnızca göz yanılgısıydı... "Sana diyorum!" Boğazı kurumuş, sesi çatallaşmıştı. İki saniye sonra kaldırımdaki ışığı kıran gölgenin güldüğünü işitti. Bu da bir yanılgı olabilir miydi? Hayır... Hayır...
Bu en derinden hissedilecek derecede netti.
"Neden gülüyorsun?" dedi titreyen sesiyle. Her ne kadar cesur görünmeye çalışsa da, onu yalancı çıkaran bir tarafı muhakkak oluyordu. Gölgenin hareketlendiğini farketti. Bir adım geriye doğru gitti.
Halbuki az önce cesur olmak istemişti.
Sadece bir adım sonra, yorgun kalan ışığın altında adamın bedeni açığa çıktı. Ancak durmadı, yürümeye devam etti.
Kadın geriye doğru gitti.
O durmadı, adımlarını daha seri bir şekilde kadına doğru atıyordu.
Korku daha da şiddetlenmişti. Karnına kramplar girmiş, kalbi sancımıştı. Artık soğuğu bile hissedemiyordu bu korkunun yanında. Kaçmak istiyordu, hemde deli gibi kaçmak... Ama başaramayacağını ve herşeyi daha da berbat edeceğini biliyordu.
En başında burada olması bir hataydı zaten...
Durdu.
Gözlerini kapattı, kötülüğü bekledi.
Av, avcıyı bekler miydi?
Her zaman avcı bekler, av ise kaçardı ama şimdi işler değişmişti. Ölüm böyle zamanlar da av için bir kurtuluştur.
Bir nefes soludu... Ama bu ona ait değildi. Sigaranın ve alkolün karışmış olduğu nefes, ardından rüzgarın getirmiş olduğu; insanda nahoş bir etki bırakan cezbedici parfüm kokusu, gözlerinin açılmasına neden olmuştu. Mavi gözler korku ve merakla açıldı. Karşısında duran kehribar rengi gözlerle buluştu; orada öylece kalakaldı, göz bebekleri hiç kıpırdamadı. Adamın yüzündeki yanık izini görme gereği duymadı. Soğuktan çatlamış dudaklarına bakma gereği duymadı. Oraya baktı, gözlerime. "Ölüm," dedi genç adam, kadına bir adım daha yakınlaşarak. Yüzü kadının yüzüne şimdi daha yakındı. Buz kesen tenler, nerede birbirlerine temas edecek derecede yakındı. Adam cümlesine başladığı esnada kadın bir kez daha yutkundu. İkisi de zamanı değil, sanki kendi hayatlarını durdurmuş gibilerdi. "...bu kadar tatlı gelebilir mi bir insana?" Dudakları aralanan adam cümlelerine devam edeceği sırada kadın onu susturdu. Sokak lambaları teker teker kirlenirken, karanlığa yüz tutmuş sokak siyaha boyandı. Kadının dudakları adamın kulaklarına yakınlaştığı esnada, nefesi boynunu yalıyordu.
"Beni tam şu an öldürmelisin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜVEYDA
RomanceBir geçmiş yatıyordu koynunda, bir ay parçalara ayrılıyordu göğsünün sol köşesinde ve oradaki siyah noktada günahları yatıyordu. Kimse bilmiyordu. Kimse anlamak istemiyordu. Kimse anlamayacaktı.